Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 610 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 1467 - Esas Yıl 2012





İtirazname :2010/75874 Yargıtay Dairesi : 9. Ceza DairesiMahkemesi : TORBALI 1. Asliye CezaGünü : 03.11.2008 Sayısı : 154-615Mala zarar verme suçundan sanığın 5237 sayılı TCK'nun 151/1, 58/6 ve 53. maddeleri uyarınca 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Torbalı 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 03.11.2008 gün ve 154-615 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 24.05.2012 gün ve 6172-6718 sayı ile;“İddianame okunmadan sanığın sorgusu yapılmak suretiyle CMK'nun 147 ve 191/3-b maddesine muhalefet edilmesi” nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 30.07.2012 gün ve 2010/75874 sayı ile;"CMK'nun 191/3. maddesinde iddianamenin duruşmada hazır olan sanığa okunması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu düzenleme ile amaçlanan, sanığın hangi suçtan dolayı yargılandığı hakkında bilgi sahibi olması ve mahkeme huzurunda kendisini savunabilmesidir. İddianame kendisine tebliğ edilen sanık hangi suçlama ile karşı karşıya olduğunu öğrenmiş, CMK'nun 147/1-b maddesinde yüklenen suç anlatımı dâhil, maddede düzenlenen tüm hakları hatırlatılan, dosyadaki önceki ifadesi ile nüfus ve sabıka kaydı okunan sanık, iddianame ile uyumlu savunma yapmıştır. Dolayısıyla duruşmada iddianamenin okunmaması savunma hakkını kısıtlamamaktadır. Yüksek Daire kararındaki savunma hakkının kısıtlandığına ilişkin düşüncesinde isabet bulunmamaktadır" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.CMK'nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 06.11.2012 gün ve 8295-12094 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.TÜRK MİLLETİ ADINACEZA GENEL KURULU KARARISanığın mala zarar verme suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; iddianame okunmadan sanığın sorgusu yapılarak hüküm kurulmasının savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.İncelenen dosya kapsamından;Sanığın müştekilerin kalmakta olduğu evin balkon ve camlarına çalışmakta olduğu tezgahtaki karpuzları atarak zarar vermeye çalıştığı iddiasıyla düzenlenen ve mahkemece kabul edilen iddianamenin sanığın bizzat kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edildiği,Sanığın davetiye tebliğine rağmen ilk oturuma katılmaması nedeniyle zorla getirilmesine karar verildiği ancak adresinde bulunamaması üzerine savunmasının alınması amacıyla yakalama emri çıkartıldığı, 02.09.2008 günü yakalanarak mahkemeye getirilen sanığın ayrıntılı kimlik tespitinden sonra, CMK’nun 147. maddesi uyarınca kanuni hakları hatırlatılıp sorgusu yapılarak serbest bırakıldığı, son oturuma katılan sanığın Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşüne yönelik de savunma yaptığı,Anlaşılmaktadır.5271 sayılı CMK'nun 176. maddesinin birinci fıkrasında iddianamenin çağrı kâğıdı ile birlikte sanığa tebliğ edileceği hükme bağlanmış, aynı maddenin son fıkrasında iddianamenin tebliği ile duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerektiği belirtilmiştir.Kanunun "İfade ve sorgunun tarzı" başlıklı 147. maddesinin birinci fıkrasında da;"Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:a) Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür.b) Kendisine yüklenen suç anlatılır" denilmek suretiyle sorguya çekilmeden önce sanığa yüklenilen suçun anlatılması gerektiği vurgulanmıştır."Duruşmanın başlaması" başlıklı 191. maddesinin üçüncü fıkrasında; "Duruşmada, sırasıyla;a) Sanığın açık kimliği saptanır, kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınır,b) İddianame veya iddianame yerine geçen belge okunur,c) Sanığa, yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu ve 147. maddede belirtilen diğer hakları bildirilir,d) Sanık açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde, usulüne göre sorgusu yapılır" düzenlemelerine yer verilerek, sanığın sorgusu yapılmadan önce iddianamenin veya varsa iddianame yerine geçen belgenin okunması gerektiği belirtilmiştir.Bu düzenleme, sanığın en temel haklarından olan"savunma" ve "isnadı öğrenme" hakkı kapsamında olup, savunmasının alınmasından önce iddianamenin okunmasıyla müsnet suçtan haberdar olması, dolayısıyla neyle suçlandığını bilmesi ve bu kapsamda kendisini daha etkin bir biçimde savunması amaçlanmıştır.Öte yandan, iddianame ve yerine geçen belge okunmadan savunmasının alınmasıyla CMK'nun 191. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan usul kurallarına aykırı hareket edilmiş olmakla birlikte, sanığa iddianamenin tebliği ve savunması alınmadan önce de üzerine atılı suçun anlatılmasıyla suçtan haberdar olması ve savunmasını iddianamede anlatılan olay ve yöneltilen suçlamayı karşılayacak şekilde yapması halinde sadece iddianamenin okunmaması nedeniyle savunma hakkının sınırlandırıldığı ve kendisini etkili savunamadığı söylenemeyeceği gibi, buna bağlı olarak yapılan diğer işlemler de varlıklarını ve geçerliliklerini koruyacaktır.Bu aşamada mutlak ve nispi bozma nedenleri üzerinde de durulması gerekmektedir.1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 308. maddesinin;"Aşağıda yazılı hallerde kanuna mutlaka muhalefet edilmiş sayılır.1- Mahkemenin kanun dairesinde teşekkül etmemiş olması,2- Hâkimlik vazifesine iştirakten kanunen memnu olan bir hâkimin hükme iştirak etmesi,3- Makbul şüpheden dolayı hakkında ret talebi vaki olup da bu talep kabul olunduğu halde hâkimin hükme iştirak etmesi yahut bu talebin kanuna mugayir olarak reddolunması suretiyle hâkimin hükme iştirak ettirilmesi,4- Mahkemenin kanuna muhalif olarak davaya bakmağa kendini vazifeli veya salahiyetli görmesi,5- Cumhuriyet Müddeiumumîsi yahut kanunen vücudu lazım diğer şahsın gıyabında duruşma yapılması,6- Şifahi bir duruşma neticesi olarak verilen hükümde aleni muhakeme kaidesinin ihlal edilmesi,7- Hükmün esbabı mucibeyi ihtiva etmemesi,8- Hüküm için mühim olan noktalarda mahkeme kararıyla müdafaa hakkının tahdit edilmiş olması" şeklindeki açık hükmü karşısında, belirtilen hukuka mutlak aykırılık halleri dışındaki aykırılıkların bozma nedeni sayılabilmesi için esasa etkili olmaları gerekir. Esasa, yani yerel mahkemece verilen hükme doğrudan bir etkisi bulunmayan nispi hukuka aykırılık halleri ise tek başlarına bozma nedeni kabul edilemeyecektir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Özel Dairelerin istikrarlı uygulamaları da bu yöndedir.Nitekim 20.05.1957 gün ve 5-13 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; "Bir hükmün bozulmasını istilzam eylemesi bakımından, sureti mutlakada kanuna muhalefet kâfi olmayıp kanuna vuku bulan muhalefetin hükmün esasına ve neticesine tesir etmiş veya etmesi mümkün bulunmuş olması icap eylediği, duruşmada hazır bulunan hükümlüye TCK'nın 94. maddesinde yazılı ihtaratın yapılmamasının, esasa ve sonuca etkili olmaması bakımından hükmün bozulmasını gerektiren hallerden olmadığı", Ceza Genel Kurulunun 29.06.2004 gün ve 124-155 sayılı kararında; "Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 307. maddesine göre temyiz, ancak hükmün yasaya aykırı olması sebebine dayanır. Yasaya aykırılık ise bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanmasıdır. Anılan Yasanın 308. maddesinde sekiz bent halinde, tamamı usule ilişkin olan ve yasaya mutlak aykırılık oluşturduğu varsayılan haller sıralanmıştır. Bozma gerektirip gerektirmeyeceği hususunda Yargıtay'a araştırma yetkisi tanınmamış olan bu hallerin varlığının saptanması durumunda hükmün Yargıtay'ca bozulması gerekmektedir. Bu madde dışındaki muhakeme normlarına aykırılık bakımından aykırılığın son karara etkisi olup olmadığının araştırılması gerekir. Hukuka aykırılığın son karara etki etmediği, kaldırılmasının da etkide bulunmayacağı muhakkak ise bu aykırılıkların bozma sebebi sayılması çoğu kez yargılamanın uzamasından başka bir işe yaramayacaktır. CYUY'nın 320. maddesinde düzenlenen ve Yargıtay'ın temyiz dilekçesinde ileri sürülmeyen husus ve vakıalarla ilgili incelemesini hükme etkili olabilecek derecedeki hukuka aykırılıklar ile sınırlayan ilke bu hususa işaret etmektedir. Her ne kadar yazılılık ilkesi gereğince hazırlık soruşturmasında yapılan işlemlerin tutanağa geçirilerek düzenleyen ve hazır olan ilgililer tarafından imzalanması gerekli ise de, içerikleri sanığın Cumhuriyet savcısı ve sulh hâkimliği ifadelerindeki benzer anlatımları ile teyit edilen kollukça düzenlenmiş tutanaklara yönelik bir sahtelik iddiasında bulunulmadığı, üstelik tutanakların sonuncu sayfalarının düzenleyenler ve sanık tarafından imzalandığı, tutanakların içeriğini doğrulayan başka kanıtlar bulunduğu dikkate alındığında, içeriğindeki hususları kanıtlayabilme özelliklerinde noksanlık meydana gelmediği saptanan tutanakların bir kısım sayfalarının imzalanmamış olması sonuca etkili olmadığından açıklanan ilkeler ışığında bu husus bozma nedeni sayılmamalıdır", 28.02.2012 gün ve 294-64 sayılı kararında; "Hazır bulunduğu duruşmada şikâyetçi ve vekilinin davaya katılma istemi üzerine sanık ve müdafiinin görüşü alınmadan katılma isteminin kabulüne karar verilmesi hukuka aykırılık oluşturmakta ise de, sanık ve müdafiinin katılma kararından haberdar olmaları, katılma kararı verildikten sonra yapılan duruşmada hazır bulunmalarına rağmen katılma kararı konusunda herhangi bir itirazda bulunmamaları, hükmü temyiz eden sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde bu konuya ilişkin bir itirazının bulunmaması karşısında, nispi nitelikteki bu hukuka aykırılığın esasa etkili olduğundan veya sanığın savunma hakkının kısıtlanmasından söz edilemeyecektir", 19.02.2013 gün ve 1464-61 sayılı kararında ise; "Sanığın sorgusuna geçilmeden önce hakkında düzenlenen iddianamede yer alan suçlama ve hangi kanun maddesinin uygulanmasının talep edildiği konusunda yeterince bilgilendirilmiş olması karşısında, bu usul hükmüne uyulmaması hükmün esasına tesir eder nitelikte aykırılık olmayıp mutlak bozma nedenleri arasında sayılmadığından bozma nedeni yapılmamalıdır" sonucuna ulaşılmıştır.Öğretide de; "Haksız kararın kaldırılması demek olan bozmanın işe yaraması, yani sonunda başka ve haklı bir karar verilmesi lazımdır. Eğer önceki hükümden başka bir karar verilemeyecekse bozmanın manası yoktur. Onun için aykırılığın karara tesirini araştırmak gerekir. Son karar doğru ve haklı bulunduğunda, ona tesir etmediği kabul olunan aykırılıklar bozma nedeni sayılmamalıdır" (Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Bası, s. 529), "Maddi hukuka aykırılıklar daima bozma nedeni olurken, muhakeme hukukuna ilişkin aykırılıklar kural olarak her zaman bozma nedeni sayılmazlar. Muhakeme hukukuna aykırılık verilmiş kararı etkilememişse hukuka aykırı olsalar bile bozma nedeni sayılmazlar. İstisnası CMUK'nun 308. maddesindeki mutlak bozma nedenleridir. Verilecek kararı etkilememiş olan muhakeme hukukuna aykırılıklar için son kararın bozulmasına gerek yoktur" (Öztekin Tosun, Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri Muhakemenin Yürüyüşü, İstanbul 1973, s. 200), "CMUK'nun 308. maddesinde sayılanlar dışındaki muhakeme hukukuna aykırılık mutlak olmayan temyiz sebepleri olarak ifade edilir. Mutlak temyiz nedenleri bulunduğunda hüküm bozulacaktır. Mutlak olmayan temyiz nedenlerinin varlığı halinde ise hükmün bozulabilmesi için söz konusu temyiz sebebinin hükmü etkilemiş olup olmadığına bakılır" (Bahri Öztürk, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. Bası, s. 611), "Temyiz sebebi ile bozma sebebi birbirlerinden farklı kavramlardır. Hükme tesiri bulunmayan aykırılıklar bozma sebebi teşkil etmezler" (Feridun Yenisey, Duruşma ve Kanun Yolları, 2. Bası, s. 184), "Son kararda var olan hukuka aykırılık, mahkemenin son kararını etkilemiş, hukuki ihlal kararın temellerini oluşturan hukuk normlarının aykırılığından doğmuş ise, bunun temyiz nedeni olarak kabul edilmesi ve kararın bozulması gerekir. Aksine son kararda bir hukuku zedeleme olmasına karşılık, bu aykırılık kararı etkilememiş, mahkemenin son kararı bu ihlal olmadığı takdirde değişmeyecek halde olursa bir temyiz nedeninden söz edilemez. Nispi temyiz nedenlerinden söz edildiğinde, yargılama hukuku ihlalinin son karara nispeti, yani etkisi araştırılmalıdır" (Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 4. Bası, s. 443), "Hükmün usulden bozulması için kanunun ihlal edilmiş olması kâfi değildir. Hükmün, kanunun ihlaline de istinat etmiş olması lazımdır. Yani kanun ihlal edilmiş olduğu içindir ki, hüküm bu suretle verilmiştir. Eğer kanun ihlal edilmemiş olsaydı, hüküm verildiği gibi verilmeyecek idi. Diğer bir tabirle, hükmün bozulması için, hüküm ile kanunun ihlali arasında bir rabıtanın mevcut olması icap eder" (Baha Kantar, Ceza Muhakemesi Usulü, 4. Bası, s. 365), "Hükmün sonucunun başka türlü olabileceği, yani hükmün değişebileceği kabul edilmeyen durumlarda usule aykırılık bozma nedeni sayılmamaktadır. Kendisine aykırı davranılan kural, ister mahkeme tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, ister iddia yahut itiraz üzerine uygulanması gereken bir kural olsun, hükmün sonucunu değiştirecek nitelikte bulunmadıkça bozma sebebi değildir" (Recai Seçkin, Yargıtay Tarihçesi ve İşleyişi, s. 82), "Her hukuka aykırılık; temyiz, dolayısıyla bozma nedeni sayılmaz. Sadece hükme esas teşkil eden hukuka aykırılıklar temyiz nedeni olarak ileri sürülebilir. Başka bir değişle bir hukuka aykırılığın temyiz nedeni sayılabilmesi için hukuka aykırılık ile hüküm arasında sebep sonuç ilişkisi bulunması gerekir. Bu tür hukuka aykırılıklar, bir muhakemede hükmü etkilerken, başka bir muhakemede hükmü etkilemeyebilir. Bu nedenle her somut olayda hukuka aykırılıkların hükmü etkileme ihtimali ayrıca araştırılmalıdır. Şu halde, mutlak temyiz nedenleri dışında kalan ve son karara etkisi olmayan hukuka aykırılıklar temyiz nedeni sayılamazlar" (Centel-Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Bası, s. 751), "Bir hukuka aykırılık halinde hükmün bozulabilmesi için, bu hukuka aykırılığın hükmü etkileyip etkilemediği araştırılır. Hükmü etkilememiş hukuka aykırılıklar dolayısıyla hüküm bozulmaz" (Ünver-Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, 2.cilt s. 361), "Şayet bir hukuka aykırılık hali sanığın lehine bir şekilde hükme etki ediyor veya lehte ya da aleyhte herhangi bir etkide bulunmuyorsa, bu halde ortada bir temyiz sebebinin olduğundan bahsedilemez" (Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Bası, s. 719) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün esasına etkisi bulunmayan ve hukuka kesin aykırılık hallerinden sayılmayan aykırılıkların bozma nedeni yapılmaması gerektiği düşüncesi benimsenmiştir.Hükmün esasına etkisi bulunmayan yargılama hukukuna ilişkin aykırılıkların temyiz incelemesi aşamasında dosyanın esasına girilmeden önce tek başına bozma nedeni yapılması Anayasanın 141. maddesinin dördüncü fıkrasındaki; "Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir" şeklindeki hükme ve usul ekonomisine aykırı olacak, yargılamanın uzamasına, yeni yargılama giderlerine yol açacak, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinin; "Herkes gerek medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili nizalar, gerekse cezai alanda kendisine karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar verecek olan kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkemece davasının makul süre içerisinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkını haizdir" şeklindeki düzenlemesinin ihlali anlamına gelecektir.Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;İddianamenin kanuna ve usulüne uygun olarak sanığa tebliğ edilmesi, duruşmada da kanuni haklarının hatırlatılması, sanığın aşamalarda iddianamede anlatılan olay ve yöneltilen suç doğrultusunda savunma yapması, isnat edilen suçu kabul etmesi ve ne kovuşturma, ne de temyiz aşamasında suçlama ile ilgili olarak yeterince bilgilendirilmediği için etkili savunma yapamadığı yönünde bir iddiasının olmaması karşısında, savunma hakkının sınırlandığından söz edilemeyecektir.Sanığın savunmasının alındığı oturumda kendisine iddianame okunmaması suretiyle CMK'nun 191/3. maddesine aykırı davranılmış ise de, sanığın sorgusuna geçilmeden önce 147. maddedeki tüm kanuni hakları konusunda bilgilendirilmiş olması ve tüm yargılama boyunca sanığın kendisini yeterince savunma imkanının sağlanması karşısında, sözkonusu usul hükmüne uyulmaması, hükmün esasına tesir eder nitelikte bir aykırılık olmayıp, mutlak bozma nedenleri arasında da sayılmadığından bozma nedeni yapılmamalıdır.Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, hükmün esastan incelenebilmesi için dosyanın Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi S. Bakıcı; "1- Adil yargılama, davanın sadece erken sonuçlandırılması olmayıp sanık ve katılanın tüm haklarını tamamen ve en iyi şekilde kullandıkları, yargılamaya esas olan ilkelere uyulan ve en az giderle en çabuk bitirilen yargılamadır. Davanın uzadığından bahisle savunma hakkı kısıtlanamaz, engellenemez. Yasa koyucu, CMK'nun 176/1, 4. maddesinde iddianamenin çağrı kağıdı ile birlikte sanığa tebliğinin ve savunmasını hazırlamak üzere tebliğ ile sorgusu arasında bir haftalık sürenin geçmesini aramıştır. Bu hükümle yetinmemiş, 15 madde sonra iddianamenin duruşmada okunması gerektiğini kabul etmiştir. Yasa koyucunun yeterli görmediği iddianamenin tebliği ile yetinilmesi, yasanın amacına aykırı olup savunma hakkını kısıtlamaktadır. 2- İddianame, dava açan belge olup CMK'nun 170. maddesindeki unsurları taşıması gerekir. Bu unsurları taşımayan iddianameler kabul edilerek yargılamaya başlandığında; okunmayan, anlatılmayan bu eksiklikleri sanık bilmemekte, kendini savunamamaktadır. Tebliğ edilen iddianame 170. maddedeki unsurları taşımadığında sanığın yüklenen suçu öğrendiği kabul olunamaz. Çoğu zaman iddianamelerde deliller gösterilmemekte, olaylar mevcut delillerle ilişkilendirilmemekte, sanık lehine olan hususlar belirtilmemektedir. Yüklenen suça ilişkin delillerin ne olduğunu, delillerin olaylarla ne şekilde bağlantısı bulunduğunu, lehine ve aleyhine olan hususların nelerden ibaret olduğunu, 170/6. madde uyarınca ceza ve güvenlik tedbirlerinden hangisine hükmedilmesinin istendiğini bilmeyen sanığın, savunmasını yaptığı söylenemez. 3- CMK'nun 193/3-c maddesine göre, iddianamenin okunup yüklenen suçun, uygulanması istenen maddelerin açıklanmasından sonra ''yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu ve 147. maddedeki hakları'' açıklanacaktır. İddianame veya iddianame yerine geçen belge okunup suçu anlatılmadan, haklarından bahsedilmesi, amaca hizmet etmeyen, usulen yapılan soyut bir bildirim olacaktır.4- İddianame veya yerine geçen belge okunmadan, suçu anlatılmadan CMK'nun 191/3-d maddesi uyarınca açıklamaya hazır olduğunu bildiren sanığın bu beyanı, bir şekilden ibaret olup amaca hizmet etmemektedir.5- CMK'nun 191/3-b maddesinde ''okunur, alınır, bildirilir, yapılır'' ibareleri kullanılmış olup bu hükümler emredici niteliktedir. Vazgeçilemez, iddianamenin okunmasının faydası olmadığı ileri sürülemez, iddianame tebliğ edilmekle bu hususa ihtiyaç kalmadığı söylenemez. 6- Yargılamada sözlülük ilkesi dünya ülkelerince kabul edilmiştir. Bu ilke gereğince dosyadaki belgeler sanığa okunacak, tartışılacak ve CMK'nun 217. maddesi gözetilerek karar verilecektir. Dava açan belge olan iddianame veya yerine geçen belgenin de okunması, anlayabileceği cümlelerle sanığa suçunun anlatılması gerekir. Suçun, delillerin açıklanması adil yargılamanın ve sözlülük ilkesinin gereğidir. Duruşmada iddianame okunmayacaksa, sanığın duruşmaya gelmesine gerek yoktur. Mahkemeye bir mektup yazarak savunmasını yapabilir. İddianamenin tebliği yetiyorsa, mektupla cevap verilmesi de yeterli olacaktır. Sanığın duruşmaya gelmesine gerek yoktur.Halbuki yüze karşılık, sözlülük ilkeleri gereğince sanıkların duruşmaya gelmeleri, iddianın anlatılıp sorgusunun yapılması gerekir.İddianame yerine geçen belge duruşmada okunmadan yargılamaya geçilemez. Aksi halde savunma hakkı kısıtlanacağı, CMK'nun emredici olan 191/3-b maddesine aykırı davranılacağı gibi sözlülük ilkesi de ihlal edilmiş olacaktır. 7- ''CMK'nun 308. maddesinde sayılan mutlak hukuka aykırılık halleri dışında kalan bozma nedenlerinin esasa etkili olması gerektiği, hükme etkisi olmayan nisbi hukuka aykırılık hallerinin bozma nedeni olamayacağına'' ilişkin görüşün olayda uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Çünkü iddianame veya yerine geçen belgenin okunmaması savunma hakkının kıstlanması olup CMK'nun 308/8. madde hükmünün ihlalidir. Nisbi hukuka aykırılık, beraat eden sanığa son sözünün sorulmaması, eylemi suç teşkil etmeyen sanığa nüfus ve sabıka kaydının okunmaması gibi hallerde söz konusudur. Evrensel bir ilke olan savunma hakkının kutsallığına aykırı olarak, savunmayla ilgili emredici bir hükme uymamak, mutlak hukuka aykırılık hallerinden olup bir itirazın reddine karar verilmelidir" görüşüyle,Çoğunluk görüşüne katılmayan yedi Genel Kurul Üyesi ise; "Sanığa iddianame okunmadan sorgusunun yapılarak hüküm kurulmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde ve kanuna aykırı olduğu, bu nedenle itirazın reddi gerektiği" düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24.05.2012 gün ve 6172-6718 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,3- Dosyanın, hükmün esasının incelenebilmesi amacıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 17.12.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.