Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 61 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 1464 - Esas Yıl 2012





Konut Dokunulmazlığının İhlali Suçundan sanık N. Paçıcı'nın 5237 sayılı TCK’nun 116/1, 62, 50/1-a, 52/1-2 maddeleri uyarınca 3.000 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, Adalar Asliye Ceza Mahkemesince verilen 02.06.2009 gün ve 44-56 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 14.05.2012 gün ve 3010-6106 sayı ile;"...2- Konut dokunulmazlığının ihlali suçundan kurulan hükme ilişkin temyize gelince;Sanığa CMK'nın 191/3-b maddesi uyarınca iddianame okunmadan sorgusu yapılıp hüküm kurulmak suretiyle savunma hakkının kısıtlanması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.Yargıtay C.Başsavcılığı ise 30.07.2012 gün ve 18146 sayı ile;“Soruşturma sonucunda hazırlanan iddianame, mahkeme tarafından duruşma günü ile birlikte sanığa tebliğ edilmiştir.Kamu davası yargılaması aşamasında, sanık sorgusunun yapıldığı 09.09.2008 tarihli celseye katılmıştır. Bu celsede sanığa CMK’nun 147. maddesinde düzenlenen hakları okunmuş ve yüklenen suç anlatılmıştır. Kaldı ki, anılan maddenin 1. fıkrasının b bendinde de, sanığa yüklenen suçun anlatılması gerektiği belirtilmektedir.Sanık sorgusunda iddianame ile uyumlu bir savunma yapmıştır. Yine aynı celsede, dosyada var olan diğer kanıt ve belgeler sanığa okunmuştur.CMK’nun 191/3-b maddesinde iddianamenin duruşmada hazır bulunan sanığa okunması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu düzenleme ile amaçlanan, sanığın hangi eyleminden dolayı yargılandığı hakkında bilgi sahibi olması ve mahkeme huzurunda kendisini savunabilmesidir.Ancak somut yargılamada iddianame kendisine tebliğ edilen, CMK’nun 147. maddesinde düzenlenen hakları hatırlatılan, yüklenen suç anlatılan, dosyadaki kanıt ve belgelere yüzüne karşı okunan sanık, hangi suçlama ile karşı karşıya olduğunu açık ve net bir şekilde öğrenmiştir. Dolayısıyla, sorgu sırasında iddianamenin okunmaması sanığın savunma hakkını kısıtlamamaktadır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.6352 sayılı Kanunun 99. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK'nun 308. maddesi uyarınca dosyanın gönderildiği Yargıtay 9. Ceza Dairesince 06.11.2012 gün ve 8294 - 12093 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINACEZA GENEL KURULU KARARIKonut dokunulmazlığının ihlali suçuyla sınırlı olarak yapılan incelemede, Özel Daire ile Yargıtay Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, yerel mahkeme hükmünün, Özel Dairece iddianamenin okunmadığından bahisle bozulmasının isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.İncelenen dosya içeriğine göre;Sanık hakkında katılanın duvarla çevrili bahçesinin içinde bulunan kestane ağacını bir işçi tutarak kestirdiği iddiasıyla kamu davası açıldığı, 23.05.2008 tarihinde 7201 sayılı Tebligat Kanununun 21. maddesine göre iddianamenin sanığa tebliğ edildiği,Sanığın 10.06.2008 ve 08.07.2008 tarihli oturumlara katılmadığı, katılan ve tanığın yer aldığı 10.06.2008 tarihli ilk oturumda duruşmaya başlandıktan sonra iddianamenin kabulü kararının okunduğu,Tebligata rağmen duruşmaya gelmeyen bu nedenle hakkında zorla getirme kararı verilen sanığın 09.09.2008 tarihli üçüncü oturuma katıldığı, açık kimliği ve adresinin tespit edildiği, ikamet adresi olarak tebligatın çıkarıldığı adresi verdiği, CMK’nun 147. maddesi gereğince kendisine yüklenen suçun anlatıldığı ve aynı maddedeki diğer hakları hatırlatılarak sorgusuna geçildiği,Savunmasında, üzerine atılı suçu kabul etmediğini, katılanın evinin kendi oturduğu apartmanın ön kısmında olduğunu, kendisinin de apartmanın en üst katında oturduğunu, katılana ait ağaçların kendisini hiçbir zaman rahatsız etmediğini, işçi olarak tuttuğu söylenen M. Akyol'un daha önce kendi apartmanında bahçıvan olarak çalışdığını, 5-6 yıl kadar önce yöneticilik yaptığı dönemde apartman sakinleri tarafından kışlık sezon ücreti vermemek için işten çıkarıldığını, bundan dolayı hakkında böyle bir iftirada bulunduğunu beyan ettiği,Aynı oturumda hazır bulunan müdafiinin de, müvekkilinin bu olayla ilgisi olmadığını, müştekiye ait ağaçları kesmekte herhangi bir menfaati bulunmadığını, kaldı ki dosyaya ibraz ettiği resimlerden de anlaşılacağı üzere suça konu olan ağacın kesilmeyip budandığı şeklinde anlatımda bulunduğu,Anlaşılmaktadır.5271 sayılı CMK’nun 176/1. maddesinde iddianamenin çağrı kağıdı ile birlikte sanığa tebliğ edileceği hükme bağlanmış, aynı maddenin son fıkrasında da iddianamenin tebliği ile duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerektiği belirtilmiştir.CMK’nun “ifade ve sorgunun tarzı” başlıklı 147. maddesinin 1. fıkrasında; “Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:a) Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür.b) Kendisine yüklenen suç anlatılır” denilmek suretiyle sorguya çekilmeden önce sanığa yüklenilen suçun anlatılması gerektiği vurgulanmıştır.Aynı kanunun "Duruşmanın başlaması" başlıklı 191. maddesinin 3. fıkrasında ise;“Duruşmada, sırasıyla;a) Sanığın açık kimliği saptanır, kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınır, b) İddianame veya iddianame yerine geçen belge okunur,c) Sanığa, yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu ve 147 nci maddede belirtilen diğer hakları bildirilir,d) Sanık açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde, usulüne göre sorgusu yapılır” düzenlemelerine yer verilerek, sanığın sorgusu yapılmadan önce iddianamenin ve iddianame yerine geçen belgenin okunması gerektiği belirtilmiştir.Yukarıda gösterilen düzenlemeler savunma ve yapılan isnadı öğrenme hakkı kapsamında olup, sanığın hakkındaki suçlamalardan haberdar olması ve daha etkili savunma yapması amaçlanmaktadır.Sanığın savunmasının alınmasından önce iddianamenin okunmasıyla da, sanığın üzerine atılı suçtan haberdar olması, neyle suçlandığını bilmesi ve bu kapsamda kendini daha etkin savunması amaçlanmaktadır. Bunun yanında, iddianame okunmadan sanığın savunmasının alınmasıyla CMK'nun 191/3. maddesinde yer alan usul kuralına aykırı davranılmış olmakla birlikte, sanığın, iddianamenin tebliği ve savunması alınmadan önce üzerine atılı suçun anlatılması ile birlikte suçtan haberdar olması ve savunmasını da iddianamede anlatılan olaylara ve yöneltilen suçlamaları karşılayacak şekilde yapması halinde, sadece iddianamenin okunmaması nedeniyle sanığın savunma hakkının kısıtlandığı ve kendisini etkili bir şekilde savunamadığı söylenemeyeceği gibi, buna bağlı olarak yapılan diğer işlemler de varlıklarını ve geçerliliklerini koruyacaktır.Diğer taraftan, 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 308. maddesinin;“Aşağıda yazılı hallerde kanuna mutlaka muhalefet edilmiş sayılır.1- Mahkemenin kanun dairesinde teşekkül etmemiş olması,2- Hâkimlik vazifesine iştirakten kanunen memnu olan bir hâkimin hükme iştirak etmesi,3- Makbul şüpheden dolayı hakkında ret talebi vaki olup da bu talep kabul olunduğu halde hâkimin hükme iştirak etmesi yahut bu talebin kanuna mugayir olarak reddolunması suretiyle hâkimin hükme iştirak ettirilmesi,4- Mahkemenin kanuna muhalif olarak davaya bakmağa kendini vazifeli veya salahiyetli görmesi,5- Cumhuriyet Müddeiumumîsi yahut kanunen vücudu lazım diğer şahsın gıyabında duruşma yapılması,6- Şifahi bir duruşma neticesi olarak verilen hükümde aleni muhakeme kaidesinin ihlal edilmesi,7- Hükmün esbabı mucibeyi ihtiva etmemesi,8- Hüküm için mühim olan noktalarda mahkeme kararıyla müdafaa hakkının tehdit edilmiş olması” şeklindeki açık düzenlemesi karşısında, belirtilen hukuka mutlak aykırılık halleri dışındaki aykırılıkların bozma nedeni sayılabilmesi için esasa etkili olmaları gerekir. Esasa, yani yerel mahkemece verilen hükme etkisi bulunmayan nispi hukuka aykırılık halleri ise bozma nedeni oluşturmayacaktır. Ceza Genel Kurulu ve Özel Dairelerin istikrar kazanmış uygulamaları da bu yöndedir.Nitekim 20.05.1957 gün ve 5–13 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; “Bir hükmün bozulmasını istilzam eylemesi bakımından, sureti mutlakada kanuna muhalefet kâfi olmayıp kanuna vuku bulan muhalefetin hükmün esasına ve neticesine tesir etmiş veya etmesi mümkün bulunmuş olması icap eylediği, duruşmada hazır bulunan hükümlüye TCK’nın 94. maddesinde yazılı ihtaratın yapılmamasının, esasa ve sonuca etkili olmaması bakımından hükmün bozulmasını gerektiren hallerden olmadığı”, Ceza Genel Kurulunun 29.06.2004 gün ve 124–155 sayılı kararında; “Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 307. maddesine göre temyiz, ancak hükmün yasaya aykırı olması sebebine dayanır. Yasaya aykırılık ise bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanmasıdır. Anılan Yasanın 308. maddesinde sekiz bent halinde, tamamı usule ilişkin olan ve yasaya mutlak aykırılık oluşturduğu varsayılan haller sıralanmıştır. Bozma gerektirip gerektirmeyeceği hususunda Yargıtay’a araştırma yetkisi tanınmamış olan bu hallerin varlığının saptanması durumunda hükmün Yargıtay’ca bozulması gerekmektedir. Anılan maddenin dışındaki muhakeme normlarına aykırılık bakımından ise aykırılığın son karara etkisi bulunup bulunmadığının araştırılması gerekir. Hukuka aykırılığın son karara etki etmediği, kaldırılmasının da etkide bulunmayacağı muhakkak ise bu aykırılıkların bozma sebebi sayılması çoğu kez yargılamanın uzamasından başka bir işe yaramayacaktır. Nitekim CYUY’nın 320. maddesinde düzenlenen ve Yargıtay’ın temyiz dilekçesinde ileri sürülmeyen husus ve vakıalarla ilgili incelemesini hükme etkili olabilecek derecedeki hukuka aykırılıklarla sınırlayan ilke de bu hususa işaret etmektedir. Her ne kadar yazılılık ilkesi gereğince hazırlık soruşturmasında yapılan işlemlerin tutanağa geçirilerek düzenleyen ve hazır olan ilgililer tarafından imzalanması gerekli ise de, içerikleri sanığın Cumhuriyet savcısı ve sulh hâkimliği ifadelerindeki benzer anlatımları ile teyit edilmiş olan kollukça düzenlenmiş tutanaklara yönelik sahtelik iddiasında bulunulmadığı, üstelik tutanakların sonuncu sayfalarının düzenleyenler ve sanık tarafından imzalandığı, tutanakların içeriğini doğrulayan başka kanıtlar da bulunduğu dikkate alındığında, somut olayda içeriğindeki hususları kanıtlayabilme özelliklerinde bir noksanlık meydana gelmediği saptanan tutanakların bir kısım sayfalarının imzalanmamış olması sonuca etkili olmadığından, açıklanan ilkeler ışığında bu husus bozma nedeni sayılmamalıdır”, 28.02.2012 gün ve 294–64 sayılı kararında ise; “Hazır bulunduğu duruşmada şikâyetçi ve vekilinin davaya katılma istemi üzerine sanık ve müdafiinin görüşü alınmadan katılma isteminin kabulüne karar verilmesi hukuka aykırılık oluşturmakta ise de, sanık ve müdafiinin katılma kararından haberdar olmaları, katılma kararı verildikten sonra yapılan duruşmada hazır bulunmalarına rağmen katılma kararı konusunda bir itirazda bulunmamaları, hükmü temyiz eden sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde bu konuya ilişkin bir itirazının olmaması karşısında, nispi nitelikteki bu hukuka aykırılığın esasa etkili olduğundan veya savunma hakkının kısıtlanmasından söz edilemeyecektir” sonucuna ulaşılmıştır.Öğretide de; “Haksız kararın kaldırılması demek olan bozmanın işe yaraması, yani sonunda başka ve haklı bir karar verilmesi lazımdır. Eğer önceki hükümden başka bir karar verilemeyecekse bozmanın manası yoktur. Onun için aykırılığın son karara tesirini araştırmak gerekir. Son karar doğru ve haklı bulunduğunda, ona tesir etmediği kabul olunan aykırılıklar bozma nedeni sayılmamalıdır” (Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Bası, s. 529), “Maddi hukuka aykırılıklar daima bozma nedeni olurken, muhakeme hukukuna aykırılıklar kural olarak her zaman bozma nedeni sayılmazlar. Muhakeme hukukuna aykırılıklar verilmiş kararı etkilememişlerse hukuka aykırı olsalar bile bozma nedeni sayılmazlar. Bu kuralın istisnası CMUK’nun 308. maddesindeki mutlak bozma nedenleridir. Verilecek kararı etkilememiş olan muhakeme hukukuna aykırılıklar için son kararın bozulmasına gerek yoktur” (Öztekin Tosun, Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri Muhakemenin Yürüyüşü, İstanbul 1973, s. 200–201), “CMUK’nun 308. maddesinde sayılanlar dışındaki muhakeme hukukuna aykırılıklar mutlak olmayan temyiz sebepleri olarak ifade edilir. Mutlak temyiz nedenleri bulunduğunda hüküm mutlaka bozulacaktır. Mutlak olmayan temyiz nedenlerinin varlığı halinde ise, hükmün bozulabilmesi için söz konusu temyiz sebebinin hükmü etkilemiş olup olmadığına bakılacaktır” (Bahri Öztürk, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. Bası, s. 611), “Temyiz sebebi ile bozma sebebi birbirlerinden farklı kavramlardır. Hükme tesiri bulunmayan aykırılıklar bozma sebebi teşkil etmezler” (Feridun Yenisey, Duruşma ve Kanun Yolları, 2. Bası, s. 184), “Son kararda var olan hukuka aykırılık, mahkemenin son kararını etkilemiş, hukuki ihlal kararın temellerini oluşturan hukuk normlarının aykırılığından doğmuş ise, bunun bir temyiz nedeni olarak kabul edilmesi ve kararın bozulması gerekir. Aksine son kararda bir hukuku zedeleme olmasına karşılık, bu aykırılık kararı etkilememiş, mahkemenin son kararı bu ihlal olmadığı takdirde de değişmeyecek durumda olursa bir temyiz nedeninden söz edilemez. Nispi temyiz nedenlerinden söz edildiğinde, yargılama hukuku ihlalinin son karara nispeti, yani etkisi araştırılmalıdır” (Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 4. Bası, s. 443), “Hükmün usulden bozulması için kanunun ihlal edilmiş olması kâfi değildir. Hükmün, kanunun ihlaline de istinat etmiş olması lazımdır. Yani kanun ihlal edilmiş olduğu içindir ki, hüküm bu suretle verilmiştir. Eğer kanun ihlal edilmemiş olsaydı, hüküm verildiği gibi verilmeyecek idi. Diğer bir tabirle, hükmün bozulması için, hüküm ile kanunun ihlali arasında bir rabıtanın mevcut olması icap eder” (Baha Kantar, Ceza Muhakemesi Usulü, 4. Bası, s. 365), “Hükmün sonucunun başka türlü olabileceği, yani hükmün değişebileceği kabul edilmeyen durumlarda usule aykırılık bozma nedeni sayılmamaktadır. Kendisine aykırı davranılan kural, ister mahkemece kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, ister iddia yahut itiraz üzerine uygulanması gereken bir kural olsun hükmün sonucunu değiştirecek nitelikte olmadıkça bozma sebebi değildir” (Recai Seçkin, Yargıtay Tarihçesi ve İşleyişi, s. 82), “Her hukuka aykırılık, temyiz nedeni, dolayısıyla bozma nedeni sayılmaz. Sadece hükme esas teşkil eden hukuka aykırılıklar temyiz nedeni olarak ileri sürülebilir. Başka bir değişle, bir hukuka aykırılığın temyiz nedeni sayılabilmesi için, hukuka aykırılık ile hüküm arasında sebep sonuç ilişkisi bulunması gerekir. Bu tür hukuka aykırılıklar, bir muhakemede hükmü etkilerken, başka bir muhakemede hükmü etkilemeyebilir. Bu nedenle her somut olayda hukuka aykırılıkların hükmü etkileme ihtimali ayrıca araştırılmalıdır. Şu halde, mutlak temyiz nedenleri dışında kalan ve son karara etkisi olmayan hukuka aykırılıklar temyiz nedeni sayılamazlar” (Nur Centel–Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, s. 707), “Bir hukuka aykırılık halinde hükmün bozulabilmesi için, bu hukuka aykırılığın hükmü etkileyip etkilemediği araştırılır. Hükmü etkilememiş hukuka aykırılıklar dolayısıyla hüküm bozulmaz” (Yener Ünver–Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Bası, s. 864), “Şayet bir hukuka aykırılık hali sanığın lehine bir şekilde hükme etki ediyor veya lehte ya da aleyhte herhangi bir etkide bulunmuyorsa, bu halde ortada bir temyiz sebebinin olduğundan bahsedilemez” (Özbek–Kanbur–Doğan–Bacaksız–Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara 2011, 2. Bası, s. 719) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün esasına etkisi bulunmayan ve hukuka kesin aykırılık hallerinden sayılmayan aykırılıkların bozma nedeni sayılmaması gerektiği düşüncesi benimsenmiştir.Hükmün esasına etkisi olmayan yargılama hukukuna ilişkin aykırılıkların, temyiz incelemesi aşamasında dosyanın esasına girilmeden önce bozma nedeni yapılması Anayasanın 141. maddesinin 4. fıkrasındaki; “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” şeklindeki hükme ve usul ekonomisine aykırı olacak, yargılamanın uzamasına ve yeni yargılama giderlerine yol açacak, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil Yargılanma Hakkı” başlıklı 6. maddesinin; “Herkes gerek medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar verecek olan kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkemece davasının makul bir süre içerisinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkını haizdir” şeklindeki düzenlemesinin ihlali anlamına gelecektir.Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;14.04.2008 tarihinde düzenlenen iddianamenin 23.05.2008 günü sanığa tebliğ edilmesi, 09.09.2008 günlü duruşmada tüm yasal haklarının hatırlatılarak, üzerine atılı suçun anlatılması, sanık ve müdafiinin iddianamedeki anlatılan olay ve yöneltilen suçlamalar doğrultusunda savunma yapmaları ve ne kovuşturma aşamasında ne de temyiz aşamasında haklarındaki suçlamalarla ilgili olarak yeterince bilgi sahibi olmadıkları için yeterince savunma yapamadıkları yönünde bir iddialarının bulunmaması karşısında, sanığın savunma hakkının kısıtlandığından bahsedilemeyecektir.Sanığın savunmasının alındığı oturumda iddianamenin okunmaması suretiyle CMK'nun 191/3. maddesine aykırı davranılmış ise de; sanığın sorgusuna geçilmeden önce iddianamede yer alan hakkındaki suçlama ve hangi kanun maddesinin uygulanmasının talep edildiği konusunda yeterince bilgilendirilmiş olması karşısında sözkonusu usul hükmüne uyulmaması, hükmün esasına tesir eder nitelikte bir aykırılık olmayıp, mutlak bozma nedenleri arasında da sayılmadığından bozma nedeni yapılmamalıdır.Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, hükmün esastan incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi S. Bakıcı; “1- Adil yargılama; davanın erken sonuçlandırılması olmayıp sanık ile katılanın tüm haklarını tamamen ve en iyi şekilde kullanma olanağı sağlanarak en az giderle ve en kısa zamanda sonuçlandırılmasıdır. Bunun için de sözlülük, doğrudanlık, yüz yüzelik ilkeleri modern hukuk sisteminde kabul edilmiştir.Bu ilkelerden yola çıkan yasa koyucu, CMK.nın 176/1, 4. maddesinde iddianamenin çağrı kağıdı ile birlikte sanığa tebliğini ve savunmasını hazırlamak üzere tebliğ ile duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunmasını öngörmüştür. 176. madde ile yetinmeyen, iddianamenin tebliğini yeterli bulmayan yasa koyucu 15 madde sonra, sanığın üzerine atılı suçu ayrıntılarıyla öğrenmesi, savunma hakkını en iyi şekilde kullanması için iddianamenin okunmasını emretmiştir.Yasa koyucunun yeterli görmediği, iddianamenin tebliği ile yetinilmesi yasa koyucunun amacına aykırıdır.2- İddianame, dava açan belge olup her zaman CMK.nun 170. maddesinde yazılı unsurları taşıdığı söylenemez. Çoğu zaman deliller gösterilmemekte, olaylar mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanmamakta, lehe olan hususlar belirtilmemektedir. Bu şekilde düzenlenen bir belgenin sanığa tebliğinin yeterli olduğu, sanığın; kendisine yüklenen suçu, delillerin neler olduğunu, delillerin olayla nasıl ilişkilendirildiğini, lehine ve aleyhine olan hususları, işlendiği iddia olunan suç nedeniyle öngörülen ceza ve güvenlik tedbirlerinden hangilerine hükmedilmesinin istendiğini öğrendiği ve buna göre de savunmasını yaptığı kabul edilemez.3- CMK.nun 193/3-c maddesine göre; iddianamenin okunması, yüklenen suçun, uygulanması istenen maddelerin sanığa açıklanmasından sonra 'yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu ve 147. maddede belirtilen diğer hakları' açıklanacaktır. İddianame veya iddianame yerine geçen belge okunmadan bu hakların sanığa bildirilmesi, hiçbir yararı olmayan, amaca hizmet etmeyen, usulen yapılan soyut bir bildirim olacaktır.4- İddianame veya yerine geçen belge okunmadığı takdirde, yüklenen suçu anlayamayan sanığın, CMK'nun 191/3-d maddesi uyarınca açıklamaya hazır olduğunu bildirmesi de, bir şekilden ibaret olup yasa koyucunun amacına, savunma hakkının kutsallığına aykırıdır.5- CMK.nun 191/3-b maddesinde 'İddianame veya iddianame yerine geçen belge okunur' denilmektedir. Maddenin 3. fıkrasında '… alınır', '… okunur', '… bildirilir', '… yapılır' ifadeleri kullanıldığından bu hükümler emredici niteliktedir. Vazgeçilemez, yararı olmadığı ya da bir başka hüküm uygulandığından amacın gerçekleştiği kabul edilemez.Yasa koyucu tarafından gerekli görülüp herkes tarafından uyulması zorunlu nitelikte, buyurucu olarak düzenlenen bir hükmün yarar sağlamadığı, davayı uzatacağı ileri sürülerek uygulanmasından vazgeçilmesi; yasa koyucunun iradesine karşı çıkılması, hükmün gereksiz kabul edildiği sonucunu doğuracaktır.6- Öğretide ve Ceza Genel Kurulunun bazı kararlarında benimsenen 'CMUK.nun 308. maddesinde sayılan hukuka mutlak aykırılık halleri dışındaki aykırılıkların bozma nedeni sayılabilmesi için esasa etkili olması gerekir. Esasa yani yerel mahkemece verilen hükme etkisi olmayan nispi hukuka aykırılık halleri ise bozma nedeni oluşturmayacaktır' görüşünün olayda uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Çünkü iddianamenin okunmaması, savunma hakkının kısıtlanması olup 308. maddenin 8. bendinde yer alan 'hüküm için mühim olan noktalarda mahkeme kararı ile müdafaa hakkının tahdit edilmiş olması' hükmünün ihlalidir. Yargıtay’ın bu kararı ile savunma hakkı kısıtlanmaktadır.7- Emredici bir hükmün yerine getirilmemesinin, beraat eden sanığa son sözünün sorulmaması örneğinde olduğu gibi “nisbi hukuka aykırılık” teşkil edeceği, bu itibarla uygulanmasında fayda bulunmadığı ve bozma nedeni yapılamayacağı görüşüne katılmak mümkün değildir. Çünkü yasanın kabul ettiği savunma hakkı ile ilgili emredici hükme uymama, mutlak hukuka aykırılık hallerinden olduğu gibi savunma hakkının kısıtlanması da evrensel hukuk kurallarına aykırıdır” düşüncesiyle,Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi R. Özkepir; "Ceza Muhakemesi Kanunu sistematiğinde duruşma, yargılama etkinliğinin kalbidir. Maddi gerçeğe açıklık (alenilik), yüze karşılık (vicahilik) ve sözlülük (şifahilik) ilkelerine göre yürütülen duruşmadan elde edilen izlenim ve kanaate göre ulaşılır.Sözlülük ilkesiyle kastedilen sadece tarafların beyanlarının sözle ifade edilmesi olmayıp, dava dosyasındaki belgelerin de duruşmada okunmasıdır.İddianamenin sanığa okunmasını öngören CMK’nın 191/3-b maddesindeki düzenleme, sanığın savunma hakkı ile doğrudan ilgili olduğu gibi duruşmanın sözlülüğü ilkesinin de gereğidir.SORGUSU YAPILIRKEN İDDİANAMENİN SANIĞA OKUNMAMASI suretiyle yerel mahkemece buyurucu nitelikteki CMK’nın 191/3-b maddesine aykırı davranıldığından hükmün bozulması gerekir.Bu nedenle özel dairenin bozma gerekçesi yerinde olduğundan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmesi" düşüncesiyle,Çoğunluk görüşüne katılmayan sekiz Genel Kurul Üyesi de; benzer görüşlerle karşıoy kullanmışlardır.SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;1- Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 14.05.2012 gün ve 3010-6106 sayılı kararının konut dokunulmazlığının ihlali suçuna ilişkin olarak KALDIRILMASINA,3- Dosyanın, hükmün esastan incelenmesi için Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.02.2013 tarihinde yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 19.02.2013 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oybirliğiyle karar verildi.