Sanık E.. E..'in mala zarar verme suçundan 5237 sayılı TCK’nun 152/1-a, 168/2 ve 62. maddeleri uyarınca 5 ay hapis, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan ise aynı kanunun 170/1-c, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Bafra Asliye Ceza Mahkemesince verilen 09.02.2006 gün ve 27-78 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 31.03.2008 gün ve 4752-2838 sayı ile;“Hükümden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunun 562. maddesiyle değişik CMK’nun 231. maddesindeki 'hükmün açıklanmasının geri bırakılması'na ilişkin düzenleme karşısında suçların niteliği, hükmolunan cezaların tür ve miktarı gözetilip dosyada bulunan adli sicil kaydı da değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun yeniden tayin ve takdirinde zorunluluk bulunması" nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.Yerel mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda 18.06.2008 gün ve 441-277 sayı ile; sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması hususu tartışılarak, şartlarının oluşmadığı kanaatiyle önceki hükümdeki gibi mala zarar verme suçundan 5237 sayılı TCK’nun 152/1-a, 168/2 ve 62. maddeleri uyarınca 5 ay hapis, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan ise aynı kanunun 170/1-c, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna karar verilmiştir. Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 12.12.2011 gün ve 21813-29784 sayı ile onanmasına karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 06.02.2012 gün ve 259640 sayı ile;“...Sanığın olay günü akşam saat 17.30 sıralarında Bafra Öğretmenevinin 6. katında bulunan yemekhaneye yemek yemek için gittiği, yemekten sonra alkol almaya başladığı, televizyonda dinlediği şarkıdan etkilenip, üzerinde bulunan ruhsatsız silahını çıkarıp ateş ettiği, ateş etmesi sonucu yemekhanenin camının kırıldığı anlaşılmıştır.Hiçbir neden yok iken ateşli silahla havaya ateş etmesi sonucu genel güvenliği kasten tehlikeye soktuğu, kamu malına zarar verdiği her iki suçun da oluştuğunda kuşku bulunmamaktadır. Ancak sanık kamu malına zarar vermede doğrudan mala zarar verme kastı ile hareket etmemiş olup, öngürülebilir bir neticeye rağmen sonucu kabullenerek hareket etmiştir. Bu durumda kamu malına zarar verme suçunda TCK’nun 21/2. maddesinde öngörülen olası kastın varlığı gerçekleşmiştir.Kamu malına zarar vermenin olası kastla işlenmesi ile birlikte nedensiz yere ateşli silahla havaya ateş eden sanığın, genel güvenliği kasten tehlikeye sokma suçunu da işlediği ortadır. Ancak 765 sayılı TCK’nun 264/7. madde ve fıkrasındaki '...eylem başka bir suçu oluştursa bile...' şeklindeki düzenlemenin 5237 sayılı TCK’nun 170/1-c madde ve fıkrasında yer almadığı göz önüne alındığında 5237 sayılı TCK’nun 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima kuralı gereğince en ağır cezayı gerektiren fiilden tek hüküm kurulması yerine, her iki suçtan kurulan mahkumiyet kararlarının onanması yerinde görülmemiştir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının mala zarar verme ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçları yönünden kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur. CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 06.11.2012 gün ve 8266-12084 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINACEZA GENEL KURULU KARARISanık hakkında 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup, itirazın kapsamına göre inceleme, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması ve mala zarar verme suçlarından kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; 1- Sanığın mala zarar verme suçunu doğrudan kastla mı olası kastla mı işlediği,2- Mala zarar verme ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçları yönünden 5237 sayılı TCK’nun 44. maddesinde düzenlenmiş bulunan farklı nev’iden fikri içtima hükümlerinin uygulanıp uygulanamayacağı,Noktalarında toplanmaktadır. İncelenen dosya kapsamından; Suç tarihinden yaklaşık iki ay önce İstanbul'daki işyerini kapatarak Bafra'ya yerleşen sanığın, olay günü akşam saatlerinde iki arkadaşı ile birlikte gittiği öğretmenevinde cam kenarındaki bir masada alkol aldığı sırada, bir televizyon programında seslendirilen müzik parçasından etkilenerek yerinden kalkmadan belinden çıkardığı ruhsatsız tabancası ile masanın sağ tarafında ve hemen yanında bulunan camdan dışarı havaya doğru beş el ateş ettiği, tüm atışların isabet ettiği 118x135 ebadındaki camın kırıldığı, eylem nedeniyle kimsenin yaralanmadığı, Tanıkların sanığın aniden belinden çıkarmış olduğu tabancayı masanın yanında bulunan cama doğru tutarak havaya beş el arka arkaya ateş ettiğini belirttikleri, 217 promil alkollü olduğu tespit edilen sanığın olay günü televizyonda dinlediği şarkıdan dolayı efkarlandığını ve art arda 5 el ateş ettiğini savunduğu,Anlaşılmaktadır. Uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır. 1-) Sanığın mala zarar verme suçunu doğrudan kastla mı olası kastla mı işlediği;5237 sayılı TCK'nun "Kast" başlıklı 21. maddesi; "(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir" şeklinde düzenlenerek maddenin 1. fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast tanımlanmış, 2. fıkrasında ise; öğreti ve uygulamada “dolaylı kast” “belirli olmayan kast” “gayrimuayyen kast” “olursa olsun kastı” olarak da adlandırılan olası kast tanımına yer verilmiştir.Buna göre, doğrudan kast, öngörülen ve suç teşkil eden bir fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi halinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın, işlediği fiilin muhtemel bazı neticeleri gerçekleştirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi durumunda ise olası kast söz konusu olacaktır.5237 sayılı TCK'nun 21. maddesinin 2. fıkrasında; “öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanarak, başkaca ayırıcı bir unsuruna yer verilmeyen olası kast ile aynı kanunun 22. maddesinin 2. fıkrasında; “Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da, madde metninde yer vermediği “kabullenme” ölçüsünü, madde gerekçesinde; “Olası kast durumunda suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir. Diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir” şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.Olası kast ile doğrudan kast arasındaki ayırıcı ölçüdeki en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bazı sonuçları da doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da, doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir. Failin hareketiyle hedeflediği doğrudan sonuçların yanısıra, hareketinin zorunlu sonuçları ya da kaçınılmaz yan sonuçlar da, açık bir isteme olamasa dahi doğrudan kast kapsamında değerlendirilecektir.Olası kastı, doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt ise; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp, muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda, muhakkak değil ama büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve olursa olsun düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan neticenin gerçekleşmesine neden olunacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin gerçekleşmesi fail tarafından kabullenilmektedir.Bu konuda öğretide; "Olası kastta tipikliğin gerçekleşmesinin muhtemel olarak öngörülmesi, böyle bir tehlikenin gerçekleşebileceğinin ciddiye alınması ve sebep olunan neticenin gerçekleşmesinin kabullenilmesi gerektir. Fail bakımından amaç o kadar önemlidir ki, bu amaca ulaşmak için muhtemel neticelerin gerçekleşmesi göze alınmaktadır. Ancak failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerin yanısıra hareketinin zorunlu neticesi ya da kaçınılmaz neticesi olarak öngördüğü ve iradi olarak kabul ettiği herşey bunları istemese dahi doğrudan kastın kapsamındadır" (Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. bası, Ankara, 2013, s. 162-164-165), "Failin hareketinin belli bir neticeyi meydana getirebileceğini öngördüğü halde, bu hareketi yapmaktan kaçınmaması ve olursa olsun demesi halinde olası kast söz konusu olur. Ancak failin gerçekleştirmek istediği neticeye zorunlu olarak bağlı bulunan neticeleri öngördüğü hallerde kastı bu neticeler bakımından da doğrudan kasttır. Örneğin sigorta parasını almak için bir uçağı düşürüp havaya uçuran kimse mürettebatın ölmesini arzu etmese dahi göze alır. Zorunlu yan neticeler bakımından da kastı doğrudan kasttır." (Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2011, s.197) "Failin öngördüğü ve istediği neticeyi gerçekleştirmek için işlediği fiile bağlı olarak ortaya çıkan ikincil neticeler, failin fiiline zorunluluk bağı ile bağlı ise bu halde failin ikincil neticelere yönelik kastının da doğrudan kast olduğu kabul edilir" (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, İstanbul, 2013, s. 244) "Failin gerçekleştirmeyi istediği neticeye zorunlu olarak bağlı bulunan neticeleri öngördüğü hallerde kastı bu neticeler bakımından da doğrudan kasttır. Vitrinin arkasındaki tezgahtarı vurmak isteyenin vitrin camını kırmak zorunda oluşu ya da hasmını öldürmek için yolcu otobüsüne bomba koyan failin eylemden diğer yolcuların da zarar göreceğini bilmesi gibi..."(Mehmet Emin Artuk - Ahmet Gökçen - Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 7. Bası, Ankara, 2013, s.299), "Neticenin zorunlu ya da muhakkak olması ile kastedilen, fiile bağlı neticenin meydana gelme ihtimalinin yüzde yüz olması değildir. Küçük ihtimal kaymaları zorunluluğu etkilemez, doğrudan kast söz konusudur" (Hakan Karakehya, İradilik Unsuru Bağlamında Ceza hukukunda Kast, Savaş Yayınevi, Ankara 2010, s.87-89) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.Ceza Genel Kurulunun 09.04.2013 gün ve 78-136, 22.05.2012 gün ve 480-207, 07.06.2011 gün ve 54-120 ile 23.11.2010 gün ve 171-232 sayılı kararlarında da benzer hususlara işaret edilmiştir. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Sanığın oturduğu masanın hemen yanındaki kapalı camdan havaya doğru beş el ateş etmesi şeklinde gerçekleşen olayda, çevreye hedef gözetmeksizin rast gele ateş ederken camın kırılması gibi bir durum sözkonusu olmayıp, beş el atışın tamamı kapalı olan camdan dışarı havaya doğru yöneltilmiştir. Bu oluşa göre aradaki kapalı camın zarar görmesi eylemin zorunlu ve mutlak sonucu olup, dinlediği şarkıdan etkilendiğini ifade eden sanığın gerçekleştirmeyi istediği havaya beş el silahla ateş etme suretiyle genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçuna kaçınılmaz şekilde bağlı bulunduğundan, mala zarar verme suçu yönünden de doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının sanığın kamu malına zarar verme suçunu olası kastla işlediğine ilişkin birinci uyuşmazlık konusu yönünden reddine karar verilmelidir. 2-) Mala zarar verme ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçları yönünden 5237 sayılı TCK’nun 44. maddesinde düzenlenmiş bulunan farklı nev’iden fikri içtima hükümlerinin uygulanıp uygulanamayacağı;5237 sayılı TCK’nun hazırlanmasında "kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır" ilkesi esas alınmış, dolayısıyla da gerçek içtima kuralı benimsenmiştir. Nitekim Adalet Komisyonu raporunda bu husus; "Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır' şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır" şeklinde ifade edilmiştir (TBMM Adalet Komisyonu’nun 03.08.2004 gün ve 1/593-60 sayılı Raporu). Bu kuralın istisnaları ise, 5237 sayılı TCK’nun “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde düzenlenmiştir. 765 sayılı TCK’nda, aynı nev’iden fikri içtima ile farklı nev’iden fikri içtima tek madde halinde ve Kanunun 79. maddesinde düzenlenmiş iken, 5237 sayılı TCK’nda bu iki hal birbirinden ayrılarak, aynı nev’iden fikri içtima, zincirleme suçun düzenlendiği 43. maddenin 2. fıkrasında, farklı nev’iden fikri içtima ise kanunun 44. maddesinde düzenlenmiştir.Farklı neviden fikri içtima 5237 sayılı Kanunun 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir. Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilin tek olması teklik nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağırının cezasının verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.Bu bağlamda, “tek fiil” veya “bir fiil”den ne anlaşılması gerektiğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedeni hareket ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket kabulüdür. Fikri içtimada da, fiil ya da hareketin tek olması, doğal anlamda değil hukuksal anlamda tekliği ifade etmektedir. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuki anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 6. Bası, Ankara, 2013, s.484 ve 495) 5237 sayılı TCK’nun genel hükümleri arasında yer alan fikri içtima kuralları şartlarının bulunması halinde kural olarak her suç için uygulanabilir ise de, kanun koyucunun açıkça istisna öngördüğü hallerde bu kuralın uygulanma ihtimali bulunmamaktadır. Nitekim TCK'nun 212. maddesinde, sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağı belirtilerek, açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanması engellenmiştir.Görüldüğü gibi, kanuni istisnalar dışında, hukuki anlamda tek bir fiille birden fazla farklı suçun işlenmesi halinde, bu suçlardan en ağır cezayı gerektirenin cezasına hükmolunması kanun gereği olup, suçların olası kastla veya doğrudan kastla işlenmiş olması da varılan bu sonucu değiştirmeyecektir. Bu genel açıklamalar doğrultusunda genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçuna gelince, benzer suç tipinin düzenlendiği 765 sayılı TCK’nun 264/7. maddesinde “…eylem başka bir suçu oluştursa bile…” ifadesine yer verilmiş olması nedeniyle, aynı eylemle başka bir suçun oluşması halinde, her suçtan ayrı ayrı cezalandırma sistemi getirilerek, bu suç bağlamında “fikri içtima” kurallarının uygulanması engellenmiş ise de, 5237 sayılı TCK’nun aynı suçu düzenleyen 170. maddesinde böyle bir ifadeye yer verilmemiş, dolayısıyla da, fikri içtima uygulaması açısından herhangi bir istisna getirilmemiştir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 26.12.2006 gün ve 317-319 sayılı kararında da; “…5237 sayılı TCK’nun 170. maddesinde, 765 sayılı TCK'nun 264/7. maddesindeki düzenlemeden farklı biçimde eylemin bir başka suçu oluşturması halinde ayrıca cezalandırılacağına ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir. O halde, eylemin aynı zamanda bir başka suçu da oluşturması halinde 5237 sayılı TCK’nun 44. maddesi uyarınca en ağır cezayı gerektiren suçtan cezalandırılması söz konusu olur” denilmek suretiyle, 5237 sayılı TCK’nun 170. maddesi bağlamında aynı kanunun 44. maddesinde düzenlenen farklı nevi’den fikri içtima kurallarının uygulanmasının mümkün olduğu, tereddüte meydan verilmeyecek bir biçimde ortaya konulmuştur.Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;Oturduğu masa kenarında bulunan kapalı camdan dışarı havaya doğru art arda beş kez ateş eden sanığın “ateş etme” eylemlerinin hukuki anlamda tek fiil sayılması gerektiğinde ve bu şekilde, tek olan eylem sonunda hem mala zarar verme suçunun, hem de genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçunun oluştuğunda şüphe bulunmadığından, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 44. maddesinde düzenlenmiş bulunan farklı nev’iden fikri içtima hükümlerinin uygulanması ve oluşan suçlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan ceza verilmesi gerekmektedir.Bu nedenle, sanığın mala zarar verme ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçları yönünden ayrı ayrı mahkumiyetine ilişkin yerel mahkeme hükmü ve bu hükmün onanmasına dair Özel Daire kararı isabetsizdir. Bu itibarla; ikinci uyuşmazlık konusuna ilişkin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazın kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir. Bu uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan dört Genel Kurul üyesi; "sanık hakkında fikri içtima hükümlerinin uygulanması imkanı bulunmadığından itirazın reddine karar verilmesi gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; 1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının;a-) Sanığın mala zarar verme suçunu olası kastla işlediğine ilişkin birinci uyuşmazlık konusu yönünden REDDİNE,b-) Sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 44. maddesinin uygulanmasına ilişkin ikinci uyuşmazlık yönünden KABULÜNE,2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 12.12.2011 gün ve 21813-29784 sayılı onama kararının mala zarar verme ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçları yönünden KALDIRILMASINA, 3- Bafra Asliye Ceza Mahkemesinin 18.06.2008 gün ve 441-277 sayılı hükmünün mala zarar verme ve genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçları yönünden sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 44. maddesinde düzenlenmiş bulunan farklı nev’iden fikri içtima hükümlerinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA, 4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.12.2013 günü yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık yönünden oybirliğiyle, ikinci uyuşmazlık yönünden ise oybirliğiyle karar verildi.