İtirazname:2007/111619Yargıtay Dairesi : 10. Ceza DairesiMahkemesi : Fatih 2. Sulh CezaGünü : 13.02.2007Sayısı : 544-78Kullanmak amacıyla uyuşturucu madde bulundurmak suçundan sanığın TCK'nun 191/1-2 ve 52/2. maddeleri uyarınca 7.300 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve bir yıl denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulmasına ilişkin, Fatih 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 13.02.2007 gün ve 544-78 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 06.02.2012 gün ve 6236-706 sayı ile;"CMK'nın 191. maddesi uyarınca iddianame okunmadan sanığın sorgusu yapılıp hüküm kurularak savunma hakkının kısıtlanması" nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 26.03.2012 gün ve 111619 sayı ile;"CMK'nun 191/3. maddesinde iddianamenin duruşmada hazır olan sanığa okunması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Bu düzenleme ile amaçlanan, sanığın hangi suçtan dolayı yargılandığı hakkında bilgi sahibi olması ve mahkeme huzurunda kendisini savunabilmesidir. İddianame kendisine tebliğ edilen sanık hangi suçlama ile karşı karşıya olduğunu öğrenmiş, CMK'nun 147/1-b maddesinde yüklenen suç anlatımı dâhil, maddede düzenlenen tüm hakları hatırlatılan, dosyadaki önceki ifadesi ile nüfus ve sabıka kaydı okunan sanık, iddianame ile uyumlu savunma yapmıştır. Dolayısıyla duruşmada iddianamenin okunmaması savunma hakkını kısıtlamamaktadır. Yüksek Daire kararındaki savunma hakkının kısıtlandığına ilişkin düşüncesinde isabet bulunmamaktadır" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.CMK'nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 19.10.2012 gün ve 19368-15580 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmemesi üzerine dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.TÜRK MİLLETİ ADINACEZA GENEL KURULU KARARISanığın kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; iddianame okunmadan sanığın sorgusu yapılarak hüküm kurulmasının savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde olup olmadığı ve bu hususun dosyanın esasına girilmeden bozma nedeni yapılıp yapılmayacağının belirlenmesine ilişkindir.İncelenen dosya içeriğinden;Emniyet görevlilerince mahkeme kararına dayalı olarak yapılan arama sonucunda sanığın aracında dört gram ağırlığında esrar maddesi ile bir adet amfetamin hap bulunduğu, soruşturma aşamasında sanığın uyuşturucu maddelerin kendisine ait olduğunu kabul ettiği,Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianamenin usulüne uygun olarak sanığın aynı konutta birlikte ikamet ettiği kardeşine tebliğ edildiği, davetiyeye rağmen ilk oturuma gelmemesi nedeniyle yerel mahkemece zorla getirilmesine karar verilen ve ikinci celse kolluk görevlileri marifetiyle hazır bulundurulan sanığın önce kimlik tespitinin yapıldığı, ardından CMK'nun 147. maddesi uyarınca tüm kanuni hakları hatırlatılarak sorgusuna geçildiği, sanığın uyuşturucu madde kullandığını, aracında bulunan uyuşturucu maddelerin de kendisine ait olduğunu beyan ettiği,Anlaşılmaktadır.5271 sayılı CMK'nun 176. maddesinin birinci fıkrasında iddianamenin çağrı kâğıdı ile birlikte sanığa tebliğ edileceği hükme bağlanmış, aynı maddenin son fıkrasında iddianamenin tebliği ile duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerektiği belirtilmiştir.Kanunun "İfade ve Sorgunun Tarzı" başlıklı 147. maddesinin birinci fıkrasında da; "Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:...b) Kendisine yüklenen suç anlatılır" denilmek suretiyle sorguya çekilmeden önce sanığa yüklenilen suçun anlatılması gerektiği vurgulanmıştır.Duruşmanın Başlaması başlıklı 191. maddesinin üçüncü fıkrasında ise; "Duruşmada, sırasıyla;a) Sanığın açık kimliği saptanır, kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınır,b) İddianame veya iddianame yerine geçen belge okunur,c) Sanığa, yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu ve 147'nci maddede belirtilen diğer hakları bildirilir,d) Sanık açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde, usulüne göre sorgusu yapılır" düzenlemelerine yer verilerek, sanığın sorgusu yapılmadan önce iddianamenin veya varsa iddianame yerine geçen belgenin okunması gerektiği belirtilmiştir.Bu düzenleme, sanığın en temel haklarından olan "savunma" ve "isnadı öğrenme" hakkı kapsamında olup, savunması alınmadan önce iddianamenin okunmasıyla müsnet suçtan haberdar olması, dolayısıyla neyle suçlandığını bilmesi ve bu kapsamda kendisini daha etkin bir biçimde savunması amaçlanmıştır.Buna karşın iddianame ve yerine geçen belge okunmadan savunmasının alınması durumunda CMK'nun 191. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan usul kurallarına aykırı hareket edilmiş olmakla birlikte, sanığa iddianamenin tebliği ve savunması alınmadan önce de üzerine atılı suçun anlatılmasıyla suçtan haberdar olması ve savunmasını iddianamede anlatılan olay ve yöneltilen suçlamayı karşılayacak şekilde yapması halinde, sadece iddianamenin okunmaması nedeniyle savunma hakkının sınırlandığı ve sanığın kendisini yeterince savunamadığı söylenemeyeceği gibi, buna bağlı olarak yapılan diğer işlemler de varlıklarını ve geçerliliklerini koruyacaktır. Dolayısıyla bu eksiklik savunma hakkının sınırlandırılması sonucunu doğurmayacak ve hükmün esasınada etki etmeyecektir.Diğer taraftan, 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 308. maddesinin;"Aşağıda yazılı hallerde kanuna mutlaka muhalefet edilmiş sayılır.1- Mahkemenin kanun dairesinde teşekkül etmemiş olması,2- Hâkimlik vazifesine iştirakten kanunen memnu olan bir hâkimin hükme iştirak etmesi,3- Makbul şüpheden dolayı hakkında ret talebi vaki olup da bu talep kabul olunduğu halde hâkimin hükme iştirak etmesi yahut bu talebin kanuna mugayir olarak reddolunması suretiyle hâkimin hükme iştirak ettirilmesi,4- Mahkemenin kanuna muhalif olarak davaya bakmağa kendini vazifeli veya salahiyetli görmesi,5- Cumhuriyet Müddeiumumîsi yahut kanunen vücudu lazım diğer şahsın gıyabında duruşma yapılması,6- Şifahi bir duruşma neticesi olarak verilen hükümde aleni muhakeme kaidesinin ihlal edilmesi,7- Hükmün esbabı mucibeyi ihtiva etmemesi,8- Hüküm için mühim olan noktalarda mahkeme kararıyla müdafaa hakkının tehdit edilmiş olması" şeklindeki açık düzenlemesi karşısında, belirtilen hukuka mutlak aykırılık halleri dışındaki aykırılıkların bozma nedeni sayılabilmesi için esasa etkili olmaları gerekir. Esasa, yani yerel mahkemece verilen hükme doğrudan bir etkisi bulunmayan nispi hukuka aykırılık halleri ise tek başlarına bozma nedeni kabul edilemeyecektir. Ceza Genel Kurulu ve Özel Dairelerin istikrarlı uygulamaları da bu yöndedir.Nitekim 20.05.1957 gün ve 5-13 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; "Bir hükmün bozulmasını istilzam eylemesi bakımından, sureti mutlakada kanuna muhalefet kâfi olmayıp kanuna vuku bulan muhalefetin hükmün esasına ve neticesine tesir etmiş veya etmesi mümkün bulunmuş olması icap eylediği, duruşmada hazır bulunan hükümlüye TCK'nın 94. maddesinde yazılı ihtaratın yapılmamasının, esasa ve sonuca etkili olmaması bakımından hükmün bozulmasını gerektiren hallerden olmadığı", Ceza Genel Kurulunun 29.06.2004 gün ve 124-155 sayılı kararında; "Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasının 307. maddesine göre temyiz, ancak hükmün yasaya aykırı olması sebebine dayanır. Yasaya aykırılık ise bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanmasıdır. Anılan Yasanın 308. maddesinde sekiz bent halinde, tamamı usule ilişkin olan ve yasaya mutlak aykırılık oluşturduğu varsayılan haller sıralanmıştır. Bozma gerektirip gerektirmeyeceği hususunda Yargıtay'a araştırma yetkisi tanınmamış olan bu hallerin varlığının saptanması durumunda hükmün Yargıtay'ca bozulması gerekmektedir. Bu madde dışındaki muhakeme normlarına aykırılık bakımından aykırılığın son karara etkisi olup olmadığının araştırılması gerekir. Hukuka aykırılığın son karara etki etmediği, kaldırılmasının da etkide bulunmayacağı muhakkak ise bu aykırılıkların bozma sebebi sayılması çoğu kez yargılamanın uzamasından başka bir işe yaramayacaktır. CYUY'nın 320. maddesinde düzenlenen ve Yargıtay'ın temyiz dilekçesinde ileri sürülmeyen husus ve vakıalarla ilgili incelemesini hükme etkili olabilecek derecedeki hukuka aykırılıklar ile sınırlayan ilke bu hususa işaret etmektedir. Her ne kadar yazılılık ilkesi gereğince hazırlık soruşturmasında yapılan işlemlerin tutanağa geçirilerek düzenleyen ve hazır olan ilgililer tarafından imzalanması gerekli ise de, içerikleri sanığın Cumhuriyet savcısı ve sulh hâkimliği ifadelerindeki benzer anlatımları ile teyit edilen kollukça düzenlenmiş tutanaklara yönelik bir sahtelik iddiasında bulunulmadığı, üstelik tutanakların sonuncu sayfalarının düzenleyenler ve sanık tarafından imzalandığı, tutanakların içeriğini doğrulayan başka kanıtlar bulunduğu dikkate alındığında, içeriğindeki hususları kanıtlayabilme özelliklerinde noksanlık meydana gelmediği saptanan tutanakların bir kısım sayfalarının imzalanmamış olması sonuca etkili olmadığından açıklanan ilkeler ışığında bu husus bozma nedeni sayılmamalıdır", 28.02.2012 gün ve 294-64 sayılı kararında; "Hazır bulunduğu duruşmada şikâyetçi ve vekilinin davaya katılma istemi üzerine sanık ve müdafiinin görüşü alınmadan katılma isteminin kabulüne karar verilmesi hukuka aykırılık oluşturmakta ise de, sanık ve müdafiinin katılma kararından haberdar olmaları, katılma kararı verildikten sonra yapılan duruşmada hazır bulunmalarına rağmen katılma kararı konusunda herhangi bir itirazda bulunmamaları, hükmü temyiz eden sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde bu konuya ilişkin bir itirazının bulunmaması karşısında, nispi nitelikteki bu hukuka aykırılığın esasa etkili olduğundan veya sanığın savunma hakkının kısıtlanmasından söz edilemeyecektir", 19.02.2013 gün ve 1464-61 sayılı kararında ise; "Sanığın sorgusuna geçilmeden önce hakkında düzenlenen iddianamede yer alan suçlama ve hangi kanun maddesinin uygulanmasının talep edildiği konusunda yeterince bilgilendirilmiş olması karşısında, bu usul hükmüne uyulmaması hükmün esasına tesir eder nitelikte aykırılık olmayıp mutlak bozma nedenleri arasında sayılmadığından bozma nedeni yapılmamalıdır" sonucuna ulaşılmıştır.Öğretide de; "Haksız kararın kaldırılması demek olan bozmanın işe yaraması, yani sonunda başka ve haklı bir karar verilmesi lazımdır. Eğer önceki hükümden başka bir karar verilemeyecekse bozmanın manası yoktur. Onun için aykırılığın karara tesirini araştırmak gerekir. Son karar doğru ve haklı bulunduğunda, ona tesir etmediği kabul olunan aykırılıklar bozma nedeni sayılmamalıdır" (Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Bası, s. 529), "Maddi hukuka aykırılıklar daima bozma nedeni olurken, muhakeme hukukuna ilişkin aykırılıklar kural olarak her zaman bozma nedeni sayılmazlar. Muhakeme hukukuna aykırılık verilmiş kararı etkilememişse hukuka aykırı olsalar bile bozma nedeni sayılmazlar. İstisnası CMUK'nun 308. maddesindeki mutlak bozma nedenleridir. Verilecek kararı etkilememiş olan muhakeme hukukuna aykırılıklar için son kararın bozulmasına gerek yoktur" (Öztekin Tosun, Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri Muhakemenin Yürüyüşü, İstanbul 1973, s. 200), "CMUK'nun 308. maddesinde sayılanlar dışındaki muhakeme hukukuna aykırılık mutlak olmayan temyiz sebepleri olarak ifade edilir. Mutlak temyiz nedenleri bulunduğunda hüküm bozulacaktır. Mutlak olmayan temyiz nedenlerinin varlığı halinde ise hükmün bozulabilmesi için söz konusu temyiz sebebinin hükmü etkilemiş olup olmadığına bakılır" (Bahri Öztürk, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. Bası, s. 611), "Temyiz sebebi ile bozma sebebi birbirlerinden farklı kavramlardır. Hükme tesiri bulunmayan aykırılıklar bozma sebebi teşkil etmezler" (Feridun Yenisey, Duruşma ve Kanun Yolları, 2. Bası, s. 184), "Son kararda var olan hukuka aykırılık, mahkemenin son kararını etkilemiş, hukuki ihlal kararın temellerini oluşturan hukuk normlarının aykırılığından doğmuş ise, bunun temyiz nedeni olarak kabul edilmesi ve kararın bozulması gerekir. Aksine son kararda bir hukuku zedeleme olmasına karşılık, bu aykırılık kararı etkilememiş, mahkemenin son kararı bu ihlal olmadığı takdirde değişmeyecek halde olursa bir temyiz nedeninden söz edilemez. Nispi temyiz nedenlerinden söz edildiğinde, yargılama hukuku ihlalinin son karara nispeti, yani etkisi araştırılmalıdır" (Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 4. Bası, s. 443), "Hükmün usulden bozulması için kanunun ihlal edilmiş olması kâfi değildir. Hükmün, kanunun ihlaline de istinat etmiş olması lazımdır. Yani kanun ihlal edilmiş olduğu içindir ki, hüküm bu suretle verilmiştir. Eğer kanun ihlal edilmemiş olsaydı, hüküm verildiği gibi verilmeyecek idi. Diğer bir tabirle, hükmün bozulması için, hüküm ile kanunun ihlali arasında bir rabıtanın mevcut olması icap eder" (Baha Kantar, Ceza Muhakemesi Usulü, 4. Bası, s. 365), "Hükmün sonucunun başka türlü olabileceği, yani hükmün değişebileceği kabul edilmeyen durumlarda usule aykırılık bozma nedeni sayılmamaktadır. Kendisine aykırı davranılan kural, ister mahkeme tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, ister iddia yahut itiraz üzerine uygulanması gereken bir kural olsun, hükmün sonucunu değiştirecek nitelikte bulunmadıkça bozma sebebi değildir" (Recai Seçkin, Yargıtay Tarihçesi ve İşleyişi, s. 82), "Her hukuka aykırılık; temyiz, dolayısıyla bozma nedeni sayılmaz. Sadece hükme esas teşkil eden hukuka aykırılıklar temyiz nedeni olarak ileri sürülebilir. Başka bir değişle bir hukuka aykırılığın temyiz nedeni sayılabilmesi için hukuka aykırılık ile hüküm arasında sebep sonuç ilişkisi bulunması gerekir. Bu tür hukuka aykırılıklar, bir muhakemede hükmü etkilerken, başka bir muhakemede hükmü etkilemeyebilir. Bu nedenle her somut olayda hukuka aykırılıkların hükmü etkileme ihtimali ayrıca araştırılmalıdır. Şu halde, mutlak temyiz nedenleri dışında kalan ve son karara etkisi olmayan hukuka aykırılıklar temyiz nedeni sayılamazlar" (Centel-Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, s. 707), "Bir hukuka aykırılık halinde hükmün bozulabilmesi için, bu hukuka aykırılığın hükmü etkileyip etkilemediği araştırılır. Hükmü etkilememiş hukuka aykırılıklar dolayısıyla hüküm bozulmaz" (Ünver-Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Bası, s. 864), "Şayet bir hukuka aykırılık hali sanığın lehine bir şekilde hükme etki ediyor veya lehte ya da aleyhte herhangi bir etkide bulunmuyorsa, bu halde ortada bir temyiz sebebinin olduğundan bahsedilemez" (Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Bası, s. 719) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün esasına etkisi bulunmayan ve hukuka kesin aykırılık hallerinden sayılmayan aykırılıkların bozma nedeni sayılmaması gerektiği düşüncesi benimsenmiştir.Hükmün esasına etkisi bulunmayan yargılama hukukuna ilişkin aykırılıkların temyiz incelemesi aşamasında dosyanın esasına girilmeden önce tek başına bozma nedeni yapılması Anayasanın 141. maddesinin dördüncü fıkrasındaki; "Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir" şeklindeki hükme ve usul ekonomisine aykırı olacak, yargılamanın uzamasına, yeni yargılama giderlerine yol açacak, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Adil Yargılanma Hakkı başlıklı 6. maddesinin; "Herkes gerek medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili nizalar, gerekse cezai alanda kendisine karşı serdedilen bir isnadın esası hakkında karar verecek olan kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkemece davasının makul süre içerisinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkını haizdir" şeklindeki düzenlemesinin ihlali anlamına gelecektir.Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;İddianamenin kanuna ve usulüne uygun olarak sanığa tebliğ edilmesi, duruşmada içinde kendisine yüklenen suçun anlatılmasının da yer aldığı kanuni haklarının hatırlatılması, sanığın aşamalarda iddianamede anlatılan olay ve yöneltilen suç doğrultusunda savunma yapmış olması, isnat edilen suçu kabul etmesi ve ne kovuşturma, ne de temyiz aşamasında suçlama ile ilgili olarak yeterince bilgilendirilmediği için etkili savunma yapamadığı yönünde bir iddiasının olmaması karşısında, savunma hakkının sınırlandığından söz edilemeyecektir.Diğer taraftan, sanığın savunmasının alındığı oturumda kendisine iddianame okunmaması suretiyle CMK'nun 191/3. maddesine aykırı davranılmış ise de, sanığın sorgusuna geçilmeden önce 147. maddedeki tüm kanuni hakları konusunda bilgilendirilmiş olması karşısında, sözkonusu usul hükmüne uyulmaması, hükmün esasına tesir eder nitelikte bir aykırılık olmayıp, mutlak bozma nedenleri arasında da sayılmadığından bozma nedeni yapılmamalıdır.Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, hükmün esastan incelenebilmesi için dosyanın Yargıtay 10. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.Çoğunluk görüşüne katılmayan on bir Genel Kurul Üyesi; "Sanığa iddianame okunmadan sorgusunun yapılarak hüküm kurulmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde ve kanuna aykırı olduğu, bu nedenle itirazın reddi gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır. SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,2- Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 06.02.2012 gün ve 6236-706 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,3- Dosyanın, hükmün esasının incelenebilmesi amacıyla Yargıtay 10. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 22.10.2013 tarihinde yapılan ilk müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından, 05.11.2013 günü yapılan ikinci müzakerede oybirliğiyle karar verildi.