Kararı verenYargıtay Dairesi : 12. Ceza DairesiMahkemesi :Asliye CezaTaksirle ölüme neden olma suçundan sanığın beraatine ilişkin, Karasu Asliye Ceza Mahkemesince verilen 21.09.2010 gün ve 261-288 sayılı hükmün katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 29.05.2013 gün ve 24550-14464 sayı ile;"Olay günü gündüz saat 13.00 sularında açık havada, meskun mahal dışında, bölünmemiş, 2 yönlü, 7 metre genişliğindeki yüzeyi kuru, asfalt kaplama, eğimsiz düz yolda idaresindeki kamyonetle seyir halinde bulunan sanığın, karşı yönden idaresindeki otomobille seyir halinde bulunan ölenin aracına şerit ihlali yaparak çarpması şeklinde gelişen, bir kişinin ölümü, sanıktan şikayetçi olmayan üç kişinin hafif şekilde yaralanmasıyla sonuçlanan olayda; kaza sonrası kolluk görevlilerince düzenlenen kaza tespit tutanağında 'Kazaya Etken Araç Aksamları' bölümünde, aksam sorunu ya da eksikliğinin belirtilmediği gibi 'Kazanın Özeti' bölümünde olay açıklanırken buna dair herhangi bir tespite yer verilmediği, kaza sonrası araç üzerinde, alanında uzman bilirkişi marifetiyle herhangi bir inceleme yapılmadığı ve kaza tespit tutanağındaki değerlendirmenin aksini belirtir bir raporun bulunmadığı, sanıkla aynı köyden olduğunu ve sanığa ait kazalı aracı hurda olarak satın aldığını ifade eden, bayramlaşma esnasında, kazadan söz açılınca aracı parçaladığında aracın rotunun yerinden çıkmış olduğunu farkettiğini sanıkla paylaşması üzerine, sanığın istemiyle savunma tanığı olarak dinlenen...'nun, hurdacı olarak çalıştığı gözetildiğinde aracın teknik aksamıyla ilgili olup uzmanlık gerektiren ve kazadan çok sonra yargılama aşamasında bildirdiği bu görüşün gerçeği yansıttığının kuşkulu olduğu, kaldı ki araca ait rotun kazadan önce mi yoksa aracın parçalanması esnasında mı yerinden çıktığının tespitinin de yapılmadığı, kaza öncesi aracın zik zak çizdiği konusundaki iddianın gerçek olduğunun kabulü durumunda bu hususun araç içerisinde yolcu olarak bulunan sanığın eşi tarafından sarsıntının şiddetinden dolayı fark edilmemesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu ve sanığın eşinin olay sonrası kolluk görevlilerince alınan beyanında bu hususta herhangi bir beyanda bulunmadığı, aracın zik zak çizdiği hususunu yargılama aşamasındaki beyanında dile getirdiği, dosya kapsamındaki delillerden sanığın atılı suçtan mahkûmiyeti yerine; makine mühendisi bilirkişi tarafından sanık ile tanığın beyanlarına itibar edilerek hazırlanan 22.04.2010 tarihli bilirkişi raporundaki bulgulara istinaden Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen ve araca ait rotun kaza öncesi yerinden çıkmış olabileceği ihtimalinde sanığa kusur izafe etmeyen oluşun kabulüyle, yasal ve yeterli olmayan gerekçeyle beraatine karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.Karasu Asliye Ceza Mahkemesi ise 19.12.2013 gün ve 335-306 sayı ile;“Suç tarihinde sanık ...'nin sevk ve idaresindeki 54 PD 122 plaka sayılı aracı ile Karasu Kocaali oto yolu üzerinde seyir halinde iken karşı yönden gelen ölen ...'nun kullanımında olan 54 ND 390 plaka sayılı araca çarparak trafik kazası meydana gelmiş, kaza sonucu ... ölmüştür. Karasu Sulh Ceza Mahkemesince talep üzerine mahallinde yapılan keşif ve mahkememizce dinlenen tanık beyanlarına göre sunulan bilirkişi raporunda, sanık ...'nin 2918 sayılı kanunun asli kusurlarından şeride tecavüz etme, aynı kanunun 56/1-a'da belirtilen şerit izleme ve değiştirme kusurlarına uymadığı, hasta olarak araç kullandığı, bu nedenle birinci derecede kusurlu olduğu belirlenmiştir.Olayla ilgili olarak her iki araçta bulunan tanıkların sanık ...'in kullandığı aracın aniden aracın zik zak yaptığı ve yalpalayarak karşı şeride geçtiğinin belirtildiği, yine sanık ...'in kullandığı aracın hurda olarak satın alan...'nun mahkememizde yeminli alınan beyanında aracı hurda olarak satın aldığını, aracı parçalarken sol ön rot kolunun çıkık olduğunu tespit ettiğini, tanık...'nun beyanlarının kaza sırasında araçlarda bulunan tanık ve sanığın beyanları ile örtüştüğü, buna göre olay sırasında sanığın kullandığı aracın sol ön rotunun çıkması sonucu kazanın meydana geldiği, bu olayla ilgili olarak Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinden alınan raporda aracın sol ön rotunun çıkmış olmasının bulunması durumunda sanık müteveffaya atfı kabil bir kusurun bulunmadığının belirtildiği, sanık sürücünün aracında meydana gelen ve sürücünün direksiyon hakimiyetini kaybetmesine sebep olan sol ön rotunun çıkması şeklindeki teknik arızasının olay üzerinde tam ve asli etken olarak belirtildiği görülmüştür.Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinin bu raporu ile ilgili olarak mahkememizce görevlendirilen makina mühendisi teknik bilirkişiden alınan raporda, sanığın olay sırasında kullandığı 54 PD 122 plakalı Toyota marka aracının trafik muayenesinin 01.05.2007 tarihinde yapıldığı, yani kaza tarihinden iki ay önce yapıldığı buna göre aracın yeterli teknik donanımına sahip olduğu ve bakımlarının, muayenesinin tam olarak yapıldığı, bu tip olaylarda yol şartlarına bağlı olarak örneğin bir çukura veya tümseğe girip çıkarken aracın modelinden veya yaşından bağımsız bir şekilde teknik arızaların gelebileceği, sol ön rot kolunun da yol şartlarına bağlı ani bir darbeye maruz kalmasından çıkmış olma ihtimalinin yüksek olduğunun belirtildiği, bu nedenle sürücü sanık ...'nin araçta meydana gelen teknik arızadan dolayı kusurunun olmadığının belirtildiği görülmüştür.Mahkememizce dinlenen tanık beyanları, adli tıp raporu, bilirkişi raporları birlikte değerlendirildiğinde, sanık ...'in aracın trafik muayenesinin 01.05.2007 tarihinde yaptırdığı, buna göre aracın yeterli teknik donanıma sahip olduğu ve bakımlarının fenni muayenesinin tam olarak yapıldığı, aracın yol şartlarına bağlı olarak örneğin bir çukura veya tümseğe girip çıkarken aracın modelinden veya yaşından bağımsız bir şekilde sol ön rot kolunun yol şartlarına bağlı ani bir darbeye maruz kalmasından dolayı çıkmış olabileceği, bu olayla ilgili sanık ...'in borçlar kanundaki kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca sorumlu tutulabileceği, mahkememizce yapılan ceza yargılamasında olayda sanığın atılı suç açısından kast veya taksirinin bulunmaması nedeniyle beraatine karar vermek gerekmiştir" şeklindeki gerekçeyle önceki hükümde direnmiştir.Bu hükmün de katılanlar vekili ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 07.10.2014 gün ve 91468 sayılı “onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.TÜRK MİLLETİ ADINACEZA GENEL KURULU KARARIÖzel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın üzerine atılı taksirle ölüme neden olma suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, öncelikle aleyhe olan bozma kararına karşı sanığın beyanı alınmadan direnme hükmü verilip verilemeyeceği hususunun değerlendirilmesi gerekmektedir.İncelenen dosya kapsamından;Yerel mahkemece, aleyhe bozmadan sonra yapılan yargılamada, duruşma gün ve saatini bildirir davetiyenin sanığa ve müdafiine usulüne uygun tebliğ edildiği, ancak sanığın ve müdafiinin duruşmaya katılmadığı, mahkemece sanığın yokluğunda, aleyhine olan bozma kararına karşı diyecekleri sorulmadan önceki hükümde direnilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.1412 sayılı CMUK'nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326/2. maddesine göre, hükmün aleyhe bozulması halinde davaya yeniden bakacak mahkemece, sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunlu olup aynı kurala 5271 sayılı CMK'nun 307/2. maddesinde de yer verilmiştir. Anılan bu kanun hükümleri uyarınca sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhinde sonuç doğurabilecek olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu konudaki delillerini sunma imkânı tanınmalıdır. Bu düzenleme, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayandığından, uyulmasında zorunluluk bulunan emredici kurallardandır.Bu zorunluluk beraat hükmünde direnilmesi halinde de geçerlidir. Zira Ceza Genel Kurulunca yapılacak inceleme sonucunda Özel Dairenin aleyhe bozması isabetli bulunup yerel mahkeme hükmünün bozulması mümkündür. 1412 sayılı CMUK'nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326/3. maddesi uyarınca ısrar üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymak mecburidir. Bu durumda sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyeceği sorulmadan beraat hükmünde direnilebileceğinin kabulü savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurabilecektir. Savunma hakkı sanığın vazgeçilmez ve en önemli hakkı olup bu hakkın sınırlanması 1412 sayılı CMUK'nun 308/8. maddesi uyarınca mutlak bozma nedenidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun duraksamasız uygulamaları da ısrar edilen önceki hüküm beraat dahi olsa sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan direnme kararı verilemeyeceği yönünde bulunmaktadır.Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;Yerel mahkeme hükmünün Özel Daire tarafından aleyhine bozulması nedeniyle bozmaya karşı sanığın beyanının alınması gerektiği gözetilmeden, yargılamaya devam olunarak sanığın yokluğunda direnme kararı verilmesi 1412 sayılı CMUK'nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326/2. maddesine aykırıdır.Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün, tespit edilen bu usuli nedenden dolayı sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;1-Karasu Asliye Ceza Mahkemesinin 19.12.2013 gün ve 335-306 sayılı direnme hükmünün, aleyhe olan bozmaya karşı sanığın beyanının alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,2-Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.04.2016 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.