MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiTaraflar arasındaki “ tapu iptali ve tescil ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy (Kapatılan) 1.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 25.01.2013 gün ve 2012/388 E. - 2013/15 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 03.10.2013 gün ve 2013/9271 E. - 2013/12705 K. sayılı ilamı ile; "…Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.Davacı, 2280 ada 1 parsel sayılı taşınmazın murisi ... ile davalı tarafından birlikte satın alındığını, bedelinin 1/2'sinin murisi tarafından ödendiği halde tapuda tamamının davalı adına tescil edildiğini ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adına tescilini istemiştir.Davalı, ...’ın davacı dışında başka mirasçılarının da bulunduğunu tüm mirasçıların birlikte dava açmaların gerektiğini savunarak davanın usul yönünden reddini istemiştir.Mahkemece, muris ...’ın terekesinin elbirliği mülkiyeti hükümlerine tabi bulunduğunu ve tüm mirasçıların birlikte dava açmaları gerektiği, davaya terekeye temsilci atanması ya da diğer mirasçılarında katılması yolu ile devam etme olanağının da bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Türk Medeni Kanunu'nun 702/2 maddesi hükmü uyarınca, terekeye ait haklar üzerinde kanunda veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, gerek yönetim, gerek tasarruf işlemleri için ortakların oybirliği ile karar vermeleri gerektiğinden, taksimi mümkün olmayan talepler ancak ortakların tümü tarafından açılacak bir dava yoluyla ileri sürülebilir. Ancak, mirasçıların paylarına hasren üçüncü kişilere karşı açtıkları davalarda, 11.10.1982 tarihli, 1982/3–2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği şekilde, davaya devam edebilmesi için diğer ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığıyla davanın sürdürülmesi kuralının uygulanması gerekmez.Bu açıklamaların ışığında somut olay incelendiğinde; davacı, dava konusu taşınmazın 1/2 payını murisi ... adına tescilini istememiş, murisine ait olduğunu ileri sürdüğü 1/2 paydan kendi hissesine isabet edecek payın tescilini istemiştir. Somut olayda, davacı tereke adına istekte bulunmadığından tek başına dava açma ehliyeti bulunduğunun kabulü gerekir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20.03.20013 gün ve 2012/8-861 E. 2013/391 K. sayılı ilamı )Açıklanan bu nedenle tarafların gösterdiği deliller değerlendirilerek davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken davacının tek başına dava açamayacağından bahisle davanın reddi doğru görülmemiş, bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir..." gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.HUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.Davacı vekili, 2280 ada 1 parsel sayılı taşınmazın müvekkilinin murisi ... ile davalı tarafından birlikte satın alındığını, taşınmaz bedelinin yarısının muris tarafından ödendiğini, ancak tamamının davalı adına tescil edildiğini, ileride tapunun 1/2 payının muris adına tescili hususunda inançlı işlem yapıldığı halde davalının yurt dışında olmasını bahane ederek devri gerçekleştirmediğini belirterek, 1/2 paydan davacının miras hissesine düşen bölümün tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, muris ...’ın davacı dışında başka mirasçılarının da bulunduğunu, tüm mirasçıların birlikte dava açmaları gerektiğini, iddia edildiği gibi inançlı bir işlem de yapılmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Yerel Mahkemece, terekenin elbirliği mülkiyetine tâbi olduğu, elbirliği mülkiyeti devam ettiği sürece mirasçıların bağımsız payları ve tasarruf yetkilerinin bulunmadığı, bu nedenle pay oranında dava açma olanağının olmadığı, TMK'nun 702/4. maddesi uyarınca davaya tereke temsilcisi atanması ya da diğer mirasçıların katılması yoluyla da devam edilemeyeceği ve davanın dinlenebilme olanağının bulunmadığı gerekçesiyle Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 138. maddesi uyarınca dosya üzerinde yapılan inceleme ile davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçeyle bozulmuştur.Mahkemece; ilk hükümdeki gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiş, direnme kararını davacı vekili temyize getirmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının murisi ile davalı tarafından yarı paylarla birlikte satın alınıp, aralarındaki inançlı işlem nedeniyle tamamının davalı adına tescil edildiği ileri sürülen taşınmaz hakkında, dava dışı mirasçılar bulunduğu halde bir mirasçının tek başına miras payı oranında tapu iptali ve tescil davası açıp açamayacağı noktasında toplanmaktadır. Bilindiği üzere, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 599. maddesi hükmü uyarınca; miras, murisin ölümüyle ve terekenin açılmasıyla mirasçılarına geçer ve mirasçılar terekedeki mallar (menkul- gayrimenkul) üzerinde bu tarih itibariyle hak sahibi olurlar.4721 sayılı TMK'nun “Miras Ortaklığı” başlıklı 640 maddesi: “Birden çok mirasçı bulunması halinde, mirasın geçmesiyle birlikte paylaşmaya kadar, mirasçılar arasında terekedeki bütün hak ve borçları kapsayan bir ortaklık meydana gelir.Mirasçılar terekeye elbirliğiyle sahip olurlar ve sözleşme veya kanundan doğan temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak üzere, terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf ederler.Mirasçılardan birinin istemi üzerine sulh mahkemesi, miras ortaklığına paylaşmaya kadar bir temsilci atayabilir.Mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır.” hükmünü içermektedir. Tereke (miras ortaklığı) TMK'nun 701 ve devam eden maddeleri uyarınca elbirliği (iştirak) mülkiyetine tâbidir. Elbirliği mülkiyeti, yasa veya yasada gösterilen sözleşmeler uyarınca, aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olmaları durumudur.TMK'nun 701-703. maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin (ortaklığın) tüzel kişiliği olmadığı gibi ortaklardan her birinin doğrudan doğruya bir hakkı da bulunmamaktadır. Mülkiyet, bir bütün olarak ortakların hepsine aittir. Başka bir deyişle, ortaklık tasfiye ile sona erinceye kadar ortaklardan her birinin ayrı bir mal veya hakkı olmayıp, hak sahibi ortaklıktır. Elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet türünde malikler, mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu ilke Medeni Kanunun 701. maddesinde “...Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir.Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır...” biçiminde yer almıştır.Bu itibarla elbirliği (iştirak) halinde mülkiyette, ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Yasada veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunludur. TMK'nun 702/2. maddesi “Kanunda veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, gerek yönetim, gerek tasarruf işlemleri için ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerekir” hükmünü taşımaktadır. Ne var ki bu kural, uygulamada yumuşatılarak, 11.10.1982 tarih, 1982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla bir ortağın tek başına dava açabileceği; ancak, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığıyla davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir.Medeni Kanunun 702/4. maddesinde “...ortaklardan her biri, topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabilir. Bu korumadan bütün ortaklar yararlanır...” hükmü öngörülmüştür. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girmeden önce elbirliği ile (iştirak halinde) mülkiyet 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 581. maddesinde düzenlenmişti. Ancak uygulamada karşılaşılan bazı güçlüklerin giderilmesi için yeni düzenlemede Kanunun 640. maddesine “Mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır” hükmünü içeren dördüncü fıkra eklenmiştir. Maddenin gerekçesinde de belirtildiği gibi, mirasta terekenin tâbi olduğu elbirliği mülkiyetine yöneltilen en güçlü eleştiri, birlikte hareket etme zorunda olmaları nedeniyle mirasçıların bireysel olarak terekedeki hakların korunması amacıyla hareket edememeleriydi. Maddeye eklenen dördüncü fıkra, bu eksikliği giderme amacına yönelik olarak getirilmiştir.Buna göre; olağan koruma eylemleri ve buna bağlı olarak onarımlar, mahsullerin toplanması bozulacak olanların satılması, acele olarak yapılması zorunlu bulunan işlemin yerine getirilmesi ile istihkak, el atmanın önlenmesi, tapu sicilinde hak sahipliğinin saptanması gibi taksimi mümkün olmayan talepler, ortaklardan her biri tarafından dava yoluyla ileri sürülebilir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 17.02.2010 gün ve 2010/8-80 E.,2010/80K, 20.03.2013 gün ve 2012/8-861E.,2013/391 K. sayılı kararları).Terekeye ait haklar üzerinde tasarruf söz konusu ise ortakların oybirliği ile karar vermeleri TMK'nun 702/2. maddesinin açık hükmü gereği olduğundan, tasarruf işlemi niteliğindeki tapu iptali ve tescil davasının tüm mirasçılar tarafından birlikte açılması veya terekeye temsilci atanması ve bu yolla davanın yürütülmesi gerekir. Ancak, bir mirasçı tüm mirasçılar adına tek başına dava açabilirse de, böyle bir davayı yalnız başına yürütemez. Bu durumda davanın hemen reddedilmeyip, diğer mirasçıların davaya katılımlarının veya muvafakatlerinin sağlanması ya da terekeye temsilci atanması için davacıya uygun süre verilmesi gerekmektedir.Ancak dava halefiyet esasına göre tereke adına değil de kendi miras payı için açılmış ise tüm mirasçıların onayının alınmasına gerek bulunmamaktadır. Bir ya da bir kısım mirasçı terekeye ait bir mal veya alacaktan yalnız kendi payına düşen kısım için yalnız kendi adına dava açarsa, böyle bir dava reddedilir. Çünkü, bir veya bir kısım mirasçının iştirak halindeki pay üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi yoktur. Böyle bir dava diğer mirasçıların paylarını kapsamadığından ve aynı zamanda onlar adına da açılmadığından, davaya diğer mirasçıların katılmasına (icazet vermesine) olanak yoktur. Diğer bir anlatımla, öteki mirasçıların davaya katılmalarının sağlanması veya yöntemine uygun biçimde muvafakatlerinin alınması, ya da miras ortaklığına bir mümessil tayin edilerek onun huzuru ile davaya devam edilmesi mümkün değildir ve davanın reddi gerekir.Aynı nedenle, tereke temsilcisi de, bir mirasçının yalnız kendi payı için açmış olduğu davaya icazet verip davayı devam ettiremez. Yargıtay’ın yerleşik uygulaması ve öğretinin görüşü bu yöndedir.Yukarıda açıklanan ilkeler gözetildiğinde, somut olayda davacının miras bırakanı tarafından yapıldığını belirttiği inançlı işleme dayanarak, miras ortaklığı adına değil yalnızca kendi miras payı için tapu iptal ve tescil istemiyle dava açtığı tartışmasız olup, yerel mahkemece yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.O halde, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararı onanmalıdır.SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına gerek olmadığına, 05.10.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.