MAHKEMESİ : Nurhak (Kapatılan) Sulh Hukuk MahkemesiTARİHİ : 27/06/2011NUMARASI : 2011/26 E-2011/48 K.Taraflar arasındaki “genel suya elatmanın önlenmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ...Sulh Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 28.12.2009 gün ve E:2006/115, K:2009/85 sayılı kararın incelenmesi davacı A.S.vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesi'nin 19.10.2010 gün ve 12176-16976 sayılı ilamı ile;(...Davacı, Kadastro çalışmaları öncesinde fiilen zilyedinde bulundurduğu ancak kadastro çalışmaları sonucunda orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına kayıtlı olan ve kadastronun kesinleştiği 248 ada 29 numaralı parselde yer alan elma bahçesini, yine hali hazırda orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına kayıtlı oaln 248 ada 1 numaralı parselden çıkan suyla suladığını, ancak kendi imkanlarıyla çıkardığı suya davalı belediyece yapılan vaki müdahalenin men'ini talep ve dava etmiştir.Davalı belediye davanın reddini savunmuş, mahkemece; davacının zilyetlik iddiasının hukuken korunabilir bir menfaat olarak dinlenebilirliği olmadığından davacının orman parseli içerisinde yeralan genel su niteliğindeki suya elatmanın önlenmesi talebinin reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.Dava konusu suyun genel sulardan olduğu her iki tarafında su üzerinde öncelik hakkının bulunmadığı anlaşılmaktadır.Genel sulardan öncelik hakkı ihlal edilmemek koşuluyla herkes faydalı ihtiyacı oranında yararlanabilir. Mahkemece; mahallinde keşif yapılmış, düzenlenen jeoloji bilirkişi raporunda "davalı belediyenin sularda öncelik hakkının içme suyu olarak kullanılmasını sağlamak olduğunun ancak davalı belediyenin bu kaynak haricinde de başka kaynaklardan evlere su verildiğinin taraflarca belirtildiği, davacıya ait mevcut meyve bahçesinde başka kaynak suları olmadığı için bu sudan belli gün ve saatlerde davacıya ait havuz doldurulduğunda bahçe sulaması için herhangi bir sakınca teşkil etmeyeceği" belirtilmiştir.Mahkemece yapılacak iş; tarafların suya olan ihtiyaçları belirlenerek, gerekirse tarafların ortaklaşa yararlanabilecekleri bir su düzeneğine ve rejimi oluşturularak tarafların kullanım süreleri de gösterilmek suretiyle bir düzenleme yapılıp ona göre hüküm kurulması gerekir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN :Davacı A.S. vekili. HUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, genel suya elatmanın önlenmesi istemine ilişkindir.Mahkemece “davacının kadastro çalışmaları öncesinde fiilen zilyetliğinde bulundurduğu ancak kadastro çalışmaları sonucunda orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına kayıtlı olan ve kadastronun kesinleştiği 248 ada 29 numaralı parselde yer alan elma bahçesini yine hali hazırda orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına kayıtlı olan 248 ada 1 numaralı parselden çıkan suyla suladığı, suyu kendi imkanlarıyla çıkardığı ancak davalı belediyenin suya el attığı ve suya el atmanın önlenmesini talep ettiği, davacının dava konusu suyla suladığı elma bahçesinin bulunduğu 248 ada 29 numaralı parseli kadimden beri zilyetliğinde bulndurduğu ancak kadastro çalışmaları sonucunda burasının orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına kayıt edildiği ve kadastronun kesinleştiği, davacının önce tapu kaydına daha sonra zilyetlik iddiasına dayandığı, ancak orman tahdit sınırları içerisinde kalan tapulu ve tapusuz taşınmazlar devletin (kamu) malı olduğundan, kamu malları özel mülk konusu olamayacağından, kesinleşen orman tahdidi içinde kalan taşınmaza ilişkin tapu kaydı hukuki kıymetini yitireceğinden, orman sınırları içindeki yerlerde kadim hakka dahi dayanılamayacağından, orman sınırlaması dışına çıkarılan bir taşınmazın koşulları var ise ancak zilyetlikle edinilebileceğinden, 248 ada 29 numaralı parselin orman sınırlaması dışına çıkarılmadığı dolayısıyla davacının zilyetlik iddiasının hukuken korunabilir bir menfaat olarak dinlenebilirliği olmadığı” gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire'ce yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuştur.Yerel mahkemece, direnme kararında önceki gerekçelerine ilave olarak “6831 sayılı Orman Kanunu'nun 5728 Sayılı Kanun ile değişik 93. maddesinde anılan Kanunun 17. maddesinde yasak edilen filleri işleyenlerin ... altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı, işgal ve faydalanma suçunun ... kesinleşmiş orman kadastro sınırları içerisinde işlenmesi halinde verilecek cezanın bir kat artırılacağı, aynı Kanunun 17. maddesinde devlet ormanları içinde bu ormanların korunması, istihsal ve imarı ile alakalı olarak yapılacak her nevi bina ve tesisler müstesna olmak üzere, her çeşit ... tarla açılması, işlenmesi, ekilmesi ve orman içinde yerleşilmesinin yasak olduğu” gerekçelerine de yer vermiştir. Hükmü temyize, davacı vekili getirmiştir.Bozma ve direnme kararının içerikleri itibariyle Hukuk Genel Kurulu'nun önüne gelen uyuşmazlık;davacının kadastro çalışmaları öncesinde fiilen zilyetliğinde bulundurduğu, ancak kesinleşen kadastro çalışmaları sonucunda orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına kaydedilen 248 ada 29 numaralı parselde yer alan elma bahçesini, yine hali hazırda orman vasfıyla Maliye Hazinesi adına kayıtlı olan 248 ada 1 numaralı parselden çıkan suyla sulamasını isteyebilip isteyemeyeceği, isteyebilecek ve kendisine su verilecekse bunun ne şekilde olacağı, noktasında toplanmaktadır. Öncelikle, dava ehliyeti ve taraf sıfatı kavramları üzerinde durulmalıdır. Dava ehliyeti, kişinin bizzat veya vekili aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip etme ve usuli işlemleri yapabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekildir (TMK. m.9); dolayısıyla, medeni hakları kullanma ehliyetine (fiil ehliyetine) sahip gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine de sahiptirler. Taraf sıfatına gelince, bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir (Bunun, C.Savcısının kamu yararının bulunduğu durumlarda bazı hukuk davalarını açabilme yetkisinin bulunması gibi bazı istisnaları vardır). Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, (o davada davacı sıfatının kime ait olacağı) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Ancak, bir davanın davacısının o dava yönünden davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi halinde, mahkeme dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceğinden sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanındadır. Eş söyleyişle, sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir (Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, 7.Baskı, Ankara 1995, s.231).O halde, dava konusu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise, davayı da bu kişi veya kişilerin açması gerekir. Davayı açabilmek için gerekli sıfat, dava konusu şey üzerinde hak sahibi olan kişiye aittir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir(Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder:age., s.231-232; Üstündağ, Saim:Medeni Yargılama Hukuku, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1997, s.307).Görülmektedir ki, mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemeyeceğinden, dava sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def'i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu’nun 23.06.2004 gün ve E:2004/4-371, K:2004/375;18.04.2007 gün ve E:2007/5-233, K:2007/221;04.03.2009 gün ve E:2009/10-34, K:2009/104;04.11.2009 gün ve E:2009/2-402, K:2009/484;03.02.2010 gün ve E:2010/4-4 , K:2010/56; 22.12.2010 gün ve E:2010/19-638, K:2010/694; 09.02.2011 gün ve E:2010/15-657, K:2011/49; 07.12.2011 gün ve E:2011/1-631, K:2011/745 sayılı kararlarında da benimsenmiştir.Bunun yanında, “Taşınmazlarda hak karinesi” başlığını taşıyan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)'nun 992.maddesi; “Tapuya kayıtlı taşınmazlarda, hak karinesinden ve zilyetlikten doğan dava açma hakkından yalnız adına tescil bulunan kimse yararlanır” hükmünü içermektedir.Görülmektedir ki, öncelikle ortada dava konusu edilmeye uygun bir hak bulunmalı ve dava, o hakkın sahibi durumunda olan ve dava ehliyetine sahip bulunan kişi tarafından açılmış olmalıdır.Bu noktada mülkiyet hakkına ve bu hakkın kullanılmasına ilişkin ilke, kavram ve yasal düzenlemeler üzerinde durulmasında yarar vardır: Mülkiyet, ayni hakların en önemli tipidir. İsviçre ve Türk Medeni Kanunları, Alman Medeni Kanununu örnek alarak, “mülkiyet” kavramı hakkında tarif vermekten kaçınmıştır. Gerçekten TMK’nun 683.maddesi, mülkiyet hakkını tarif etmemiş; sadece bu haktan doğan yetkileri belirtmekle yetinmiştir.Mülkiyet hakkı, TMK’nun 683 ila 778.maddeleri arasında düzenlenmiş olup; anılan Kanun’un 683.maddesinde aynen: “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir”Hükmü yer almaktadır. Bu madde hükmü dikkate alındığında, mülkiyetin sağladığı aktif yetkiler (mülkiyetin müspet unsurları); “o şeyde hukuk düzeninin sınırları içinde dilediği gibi tasarruf etme hakkı”dır. Bu tasarruf, malın fiilen kullanılması, semerelerin toplanması, malda değişiklik yapılması, malın tahrip ve tağyir edilmesi gibi fiili tasarrufları içine aldığı kadar, malı başkasına devretme, üzerinde hak tesis etme gibi hukuki tasarrufları da içine alır. Mülkiyeti koruyucu yetkiler (mülkiyetin menfi unsurları) ise; malikin, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabilmesi ya da her türlü haksız el atmanın önlenmesini dava edebilmesidir. Maddede belirtilen iki dava doğrudan doğruya mülkiyet hakkına ait yetkilerdir. Bu talepler mülkiyet hakkından kaynaklanır ve varlıklarını mülkiyet hakkından ayrılmaz bir biçimde, ona bağlı olarak sürdürürler (Hukuk Genel Kurulu'nun 03.02.2010 gün ve E:2010/4-4, K:2010/56; 07.12.2011 gün ve E:2011/1-631, K:2011/745 sayılı ilamları). Buna göre, devlet ormanlarının mülkiyet hakkı Hazineye intifa hakkı da Orman Yönetimine aittir. Devlet ormanına elatmanın önlenmesi davası açmakta davacı sıfatı, hak sahibi olarak Hazine ve Orman Yönetimine aittir. Ayrıca, kişilerin ormandaki işgal ve faydalanma şeklindeki zilyetlikleri 6831 Sayılı Orman Yasasında suç olarak tanımlanmıştır. Davacının elma ağaçları dikip sulanmasını istediği yer, kesinleşen orman tahdidi içinde kaldığından, bu yerden işgal ve faydalanma suç oluşturduğundan, dayandığı hakkın hukuken korunabilir bir menfaate dayanmadığından, davanın reddi kararı Kurul çoğunluğunca yerinde görülmüştür.Bir kısım üyelerce; bir görüşe göre, “6831 Sayılı Kanun'un 17/3.maddesine göre, savunma, ulaşım, enerji, haberleşme, su, atık su, petrol, doğalgaz, altyapı, katı atık bertaraf ve düzenli depolama tesislerinin; baraj, gölet, sokak hayvanları bakımevi ve mezarlıkların; Devlete ait sağlık, eğitim ve spor tesislerinin ve bunlarla ilgili her türlü yer ve binanın Devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasında kamu yararı ve zaruret olması halinde, gerçek ve tüzel kişilere bedeli mukabilinde Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebileceğinden, somut olayda böyle bir iznin verilip verilmediğinin tespiti bakımından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 61 vd. maddelerine (Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu m.49) göre, eldeki davanın, Çevre ve Orman Bakanlığı'na ihbar edilmesi gerektiği” belirtilmiş; başka bir görüşe göre, “4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 981 ila 984 maddeleri arasında düzenlenen zilyetlik hükümleri ve bu arada 982.maddesi kapsamında zilyetliğin korunması davası çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği; buna göre, davacının zilyetliğinin korunması bakımından eldeki davanın dinlenebilir olduğu, ileri sürülmüş ise de, bu görüşler Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle bu görüşler kabul edilmemiştir. Hal böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmaları, dosyadaki tutanak ve kanıtlar, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenler gözetildiğinde, yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden, usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir. SONUÇ:Davacı A. S.vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III(1).maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 26.06.2013 gününde yapılan ikinci görüşmede oybirliğiyle karar verildi.