MAHKEMESİ : Soma 1.Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 09.06.2011NUMARASI : 2011/162 E-2011/279 K.Taraflar arasındaki “istirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Soma 1.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 18.12.2009 gün ve 2007/627 E. 2009/545 K. sayılı kararın incelenmesi davalılardan Orman Genel Müdürlüğü vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 08.07.2010 gün ve 2010/3053 E-2010/10257 K. sayılı ilamı ile; (“...Davacı, davalı Orman idaresinden, linyit kömürü çıkarmak için taahhüt senedi düzenlenip davalıya verdiğini, bu taahhüt nedeniyle orman irtifak hakkına sahip olduğunu, taahhütname gereği, irtifak hakkı süresi boyunca geçerli olmak üzere irtifak hakkı bedelinin peşin ödendiğini, ancak davalının Medeni Kanun ve Orman Kanununda yapılan değişiklikleri gerekçe göstererek 2006 yılları için yıllık izin bedeli, gecikme zammı ve KDV istediğini, bu talebin sözleşmeye ve kazanılmış haklara aykırı olmasına rağmen işlerin aksamaması için ihtirazi kayıtlı toplam 13.794,58 TL olarak ödediklerini belirterek bu meblağın ödeme tarihinden yasal faizi ile tahsilini istemiştir. Davalılar husumet itirazında bulunmuş, esasa ilişkin olarak da davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, Çevre ve Orman Bakanlığı aleyhine açılan davanın husumet yokluğundan reddine, Orman Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın kabulüne dair verdiği karar Orman Genel Müdürlüğünce temyiz edilmiştir. 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre temyiz eden davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2-Katma Değer Vergisi Kanunu 8/2.maddesi "Vergiye tabi bir işlem söz konusu olmadığı veya KDV fatura veya benzeri vesikalarla göstermeye hakkı bulunmadığı halde düzenlendiği bu tür vesikalarda katma değer vergisi gösterenler bu vergiyi ödemekle mükelleftir. Bu husus kanuna göre borçlu oldukları vergi tutarlarından daha yüksek bir meblağı gösteren mükellefler içinde geçerlidir. Bu gibi sebeplerle fazla ödedikleri vergilerini, indirim hakkına sahip olmayanlara iadesi konusunda Maliye ve Gümrük Bakanlığı yetkilidir." hükmünü getirmiştir. Yasanın bu hükmü karşısında davalı davacıdan tahsil ettiği KDV vergi dairesine ödemekle yükümlüdür. Davalı yasa gereği tahsil etmemesi gereken KDV' yı tahsil etmiş ancak vergi dairesine ödemişse herhangi bir sebepsiz zenginleşmesi olmayacaktır. Bu durumda davacı vergi dairesine ödenen KDV'yi davalıdan isteyemez. Hal böyle olunca davacının davalıya ödediği KDV davalı tarafça vergi dairesine ödenip ödenmediği konusunda gerekli inceleme yapılıp, vergi dairesine ödendiği anlaşıldığı takdirde KDV alacağına ilişkin davalıya husumet yöneltilmeyeceği gözetilmeksizin yazılı şekilde karar ittihazı usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz eden davalının sair temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün temyiz eden davalı lehine BOZULMASINA…”)gerekçesiyle oybirliğiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN : Davalılardan Orman Genel Müdürlüğü vekiliHUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, ihtirazi kayıtla ödenen bedelin istirdadı istemine ilişkindir.Davacı vekili, arazi kullanım bedellerini geç ödedikleri iddiasıyla haklarında 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 51.maddesi uyarınca gecikme zammı ve KDV tahakkuk ettirilerek ödenmesinin istendiğini, arazi kullanım bedellerinin ödenmesinde temerrüde düşmemelerine rağmen üretimde sürekliliğin sağlanması amacıyla istenen miktarı ihtirazi kayıtla ödediklerini ancak taraflar arasında imzalanan taahhütname uyarınca arazi kullanım bedellerini süresinde ödedikleri gibi taahhütnamenin 8.maddesinde belirtilen şekilde temerrüde düşürülmediklerinde gecikme zammı tahakkuk ettirilmesinin, ayrıca ödenen miktarların öncelikle faize mahsup edilmesi ve hukuki anlamda bir temerrüt faizi olan gecikme zammına tekrar temerrüt faizi yürütülmesinin hatalı olduğunu beyanla, 2003 ve 2004 yıllarına ait izin bedeline işletilen ve ihtirazi kayıtla müvekkilince ödenen temerrüt faizi (gecikme zammı) ile KDV’nin davalılardan istirdadını istemiştir. Davalı Orman Genel Müdürlüğü vekili, davacının arazi izin bedellerini taraflar arasında imzalanan taahhütnamelerin 8.maddesi uyarınca Eylül ayında yatırması gerekirken gecikmeli yatırdığını, temerrüt için tebligat zorunluluğunun ilk yıl bedelleri için geçerli olduğunu, bu nedenle ödenmeyen bedeller için gecikme zammı uygulanmasında bildirime gerek olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.Davalı Çevre ve Orman Bakanlığı vekili, davacı ile aralarında hukuki ilişki olmadığını, istirdadı istenen bedelin diğer davalı Genel Müdürlük hesabına yatırıldığını belirterek davanın husumet yönünden reddini talep etmiştir.Yerel Mahkemece, davalılardan Çevre ve Orman Bakanlığı aleyhine açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle usulden reddine, davalılardan Orman Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davanın ise “davacının taahhütnamede öngörüldüğü şekilde temerrüde düşürülmemesi nedeniyle ihtirazi kayıtla ödediği bedeli istirdada haklı olduğu” gerekçesiyle kabulüne karar verilmiştir.Davalılardan Orman Genel Müdürlüğünün temyizi üzerine karar, Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçe ile bozulmuş; Yerel Mahkemece, aynı gerekçelerle önceki kararda direnilmiştir.Direnme kararını davalılardan Orman Genel Müdürlüğü vekili temyiz etmiştir.Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının ihtirazi kayıtla ödediği KDV bedelinin tahsil eden davalı açısından sebepsiz zenginleşme teşkil edip etmediği, davalının KDV bedelini davacıya iade yükümü altında olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.Ne var ki, Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, mahkemenin 09.06.2011 tarihli direnmeye dair kararının Anayasa’nın 141/3 ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297 ve 298. (Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388/3.) maddeleri anlamında direnme gerekçesi ihtiva edip etmediği hususu ön sorun olarak ele alınmış, öncelikle bu husus irdelenmiştir.Ön sorunun çözümünde mahkeme kararlarının niteliği ile hangi hususları kapsayacağına ilişkin yasal düzenlemelerin değerlendirilmesi zorunludur.Bilindiği üzere, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 388/1-3.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297/1-c.maddesi, bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Mülga 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 388. maddesinde:”Karar aşağıdaki hususları kapsar:1.Kararı veren mahkeme ile hakim veya hakimlerin ve tutanak katibinin ad ve soyadları ve sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa kararın hangi sıfatla verildiği,2.Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adresleri,3.İki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, ihtilaflı konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışması ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarda bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep,4.Hüküm sonucu ile varsa kanun yolu ve süresi, 5.Kararın verildiği tarih ve hakim veya hakimlerin ve tutanak katibinin imzaları,Hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”hükmü yer almaktadır. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297. maddesinde de: “(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:a)Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.b)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.c)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.d)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.e)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.(2)Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”Düzenlemesi getirilmiştir. Buna göre bir mahkeme hükmünde, tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde hükümde gösterilmesi gereklidir. Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hakimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hakim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (re’sen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.Hakim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru, Baki/ Arslan, Ramazan/ Yılmaz, Ejder; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış, 22 Baskı, Ankara 2011, s.472). Anayasa’nın 141.maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi Anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur. Az yukarıda vurgulanan hususlar, Hukuk Genel Kurulu'nun 19.6.1991 gün ve E:323, K:391; 10.9.1991 gün ve E:281, K:415;25.9.1991 gün E:355, K:440;19.04.2006 gün ve E:2006/4-142, K: 229;05.12.2007 gün ve E:2007/3-981, K:936;23.01.2008 gün ve E:2008/14-29, K:4;19.03.2008 gün ve E:2008/15-278, K:254;18.06.2008 gün ve E:2008/3-462, K:432;21.10.2009 gün ve E:2009/9-397, K:453;24.02.2010 gün ve E:2010/1-86, K:108;28.04.2010 gün ve E:2010/11-195, K:238;22.06.2011 gün ve E:2011/11-344, K:436 sayılı kararlarında da, benimsenmiştir.Nitekim, 07.06.1976 gün ve 3/4-3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yeralan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir.” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye, vurgu yapılmıştır.Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3.maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nun 297. (Mülga HUMK'nun 388.) maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, Yerel Mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün olan son kararlardan olup; mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır. Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması, zorunludur. 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun, bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429/2.maddesinde, “…Mahkeme, temyiz edenden 434'ncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” hükmü öngörülmüştür.Bu açık hüküm karşısında, mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça bozma nedenlerine uyulması yada eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır. Bunun yanında mahkeme, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429.maddesindeki yetkisini kullanırken, bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir. Zira, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine Yerel Mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan, inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur. Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında, Özel Daire bozma ilamına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşullardır. Direnme kararları, yapıları gereği, Yasa’nın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 21.10.2009 gün ve E: 2009/9-397, K: 2009/453; 19.03.2008 gün ve E:2008/15-278, K:2008/254; 22.06.2011 gün ve E:2011/11-344, K:436 sayılı ilamları).Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile yargıcın, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.Nihayet, Yargıtay'ca bozulan yerel mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukuki geçerliliğini yitirir. Bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur.Bu genel açıklamaların ışığında ön sorunun değerlendirilmesinde:Eldeki davada, Yerel Mahkeme kararı, Özel Daire tarafından “KDV miktarı” yönünden eksik araştırma gerekçesiyle bozulmuş ise de, Yerel Mahkemece direnmeye ilişkin kararının gerekçe kısmında verilen bozma ile ortadan kalkan ilk karar ve gerekçesi tekrarlanmış, ne var ki Özel Daire bozma nedenine karşı hangi gerekçe ile direnildiğine ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir.Yerel mahkeme direnme olarak adlandırılan kararın gerekçe kısmında Yargıtay'ca bozulmasına karar verilen birinci kararının gerekçesine atıf yapmak suretiyle davayı kabul ettiğini belirterek, görünürde bir gerekçeye yer vermişse de; bunun Anayasa’nın ve yasanın aradığı anlamda yasal bir gerekçe olarak kabulü olanaklı değildir. Çünkü Yargıtay'ca bozulan karar (kararın hem hüküm fıkrası hem de gerekçesi) ortadan kalkacağından, hukuki geçerliliğini yitirir. O halde, Mahkemece yapılacak iş; önceki karara atfen karar oluşturmak yerine, özellikle Anayasa’nın 141/3.maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren 6100 sayılı HMK’nun 297.(Mülga HUMK.nun 381, 388 ve 389.) maddeleri de gözetilerek ve özellikle bozma ilamında yer verilen bozma gerekçesine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır. Bu durumda, eldeki davada ortada, yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş; ilk kararın aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddianın yasal ve mantıksal gerekçelerini içerir bir gerekçeli karar bulunmadığı gibi, direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda gerekçe içeren bir direnme kararının olmadığı da her türlü duraksamadan uzaktır. Şu hale göre; açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere karar bu değişik nedenlerle ve salt bu usulü eksikliğe dayalı olarak bozulmalı; bozma nedenine göre de işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilmelidir. S O N U Ç : Davalılardan Orman Genel Müdürlüğü vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma sebebine göre işin esasına ilişkin diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 22.02.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.