MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiTaraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasının yapılan yargılaması sonucunda; Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 16.10.2014 gün 2014/552 E., 2014/634 K. sayılı kararın davacı vekilince duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmiştir. Belli günde davacı vekilleri Av. ... ve Av. Tuba Kayalı Çetinkaya ile davalı vekili Av. ... gelmiş olmalarıyla duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten ve temyiz dilekçelerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki tüm kağıtlar okundu ve gereği düşünüldü: HUKUK GENEL KURULU KARARIDava, muvazaa iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.Davacı vekili; müvekkilinin murisi Ali Acar'ın 17.04.2001 tarihinde vefat ettiğini, müvekkili dışındaki mirasçıların tamamının mirası reddettiklerini, murisin sağlığında mirasçılardan ve alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla 15287 ada 1 parsel, 1 blok, 9. kat 38 nolu bağımsız bölüm ile 6823 ada 21 parsel, 1. kat 16 nolu bağımsız bölümü muvazaalı olarak 28.11.2000 tarihinde davalıya devrettiğini, gayrimenkullerin satış değerlerinin çok altında olduğunu, tarafların tapudaki devir işlemi sırasında işlemin bedelsiz, amacın üçüncü kişilerden mal kaçırmak ve süreli devir şeklinde olduğuna ilişkin 28.11.2000 tarihli adi yazılı protokol düzenlediklerini, belgenin muvazaayı açıkça gösterdiğini, tapuda devir işlemini muris Ali Acar adına yapan torunu Ozan Acar ile taşınmazı devralan ...’nın kardeşi Abdullah Yarka’nın aynı şirketin ortağı olduğunu, davalının, murisin vefatından sonra gayrimenkulleri kötüniyetli şekilde sahiplendiğini, Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/469 Esas ve 2002/560 Esas sayılı dosyalarıyla men'i müdahale davası açıldığını, bu davalar ile fiili ve hukuki irtibat bulunduğundan eldeki dosyanın birleştirilmesi gerektiğini belirterek, taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili; dava konusu gayrimenkullerin davacının murisi Ali Acar tarafından bedel karşılığı ve tapuda devri gerçekleştirilerek müvekkiline satıldığını, muvazaalı satışın söz konusu olmadığını, Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/560 E. ve 2002/469 E. sayılı dosyalarıyla açılan men-i müdahale davalarından sonra bu davanın açıldığını, davacının davaların aleyhine sonuçlanacağı kanaatinde olduğu için bu davayı açtığını, bu davalarda ibraz olunan deliller arasında 2000 yılında yapıldığı iddia olunan protokolün sunulmadığını, protokolün aslının kriminal incelemeye gönderilmesi halinde yakın bir tarihte ve gayrihukuki olarak düzenlendiğinin anlaşılacağını, protokolde imzası bulunanlar hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına 2003/57376 Hz. No'su ile şikayette bulunduklarını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Yerel mahkemece, resmi senetlere göre her iki taşınmazın usulü dairesinde davalıya satıldığı, resmi senedin aksinin kanıtlanamadığı, söz konusu protokolü davalı vekili olarak imzalayan Mustafa Toprak'ın alınan beyanında kendisinin herhangi bir para vermediğini ancak gerçekte alışverişin yapılıp yapılmadığı konusunda bilgi sahibi olmadığını, protokolü imzaladığını ifade ettiğini, murisin vekili olarak satışı yapan Ozan Acar'ın davacının oğlu olduğu, bu nedenle davacının baştan beri işlemleri bildiği ve muvazaa iddiasını kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilince temyiz edilen karar, Özel Dairece “5.2.1947 gün ve 20/60 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının aradığı yazılı belge niteliğinde bulunan 28.11.2000 tarihli belge ile taraf muvazaası kanıtlandığından davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur.Yerel mahkemece, bozma ilamına uyularak davanın kabulüne dair ikinci karar verilmiştir. Davalı vekilince temyiz edilen ikinci karar, Özel Dairece “Ankara 17.Asliye Ceza Mahkemesinin maddi olayla ilgili tespitleri ve davalı vekili Mustafa Toprak hakkında yalan tanıklıktan verilen hükmün esastan onanması, özel evrakta sahtecilikle ilgili tespiti, ceza yargılamasında maddi olayla ilgili yapılan tespit ve kabuller karşısında eldeki davanın dayanağını teşkil eden 28/11/2000 tarihli protokolün hukuken geçerli olmadığı, gerçeğe aykırı olarak düzenlendiği sabit olduğuna göre böylesi bir belgenin taraflar arasındaki çekişmenin çözümünde esas alınamayacağı, diğer taraftan kazanılmış hak olgusunun varlığının da kabul edilemeyeceği gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur. Yerel mahkemece, ikinci bozma kararına da uyularak, bu kez davanın reddine karar verilmiştir. Kararın davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya kendilerine gelen Özel Dairece; 30.04.2013 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6460 sayılı Kanun'un birinci maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373. maddesinde yapılan değişiklik ile anılan maddenin beşinci fıkrasından sonra gelmek üzere ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun değiştirilmeden önceki 429. maddesinde yapılan değişiklik ile anılan maddenin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra uyarınca temyiz inceleme görevinin Hukuk Genel Kuruluna ait olduğu gerekçesi ile temyiz incelemesinin yapılması için dosya Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir.Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır. I- Bu ön sorunlardan ilki; yerel mahkeme kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin, Hukuk Genel Kuruluna mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu, varılacak sonuca göre davacı vekilinin temyiz isteminin duruşmalı incelenip incelenemeyeceği hususudur.Öncelikle belirtilmelidir ki; 17/4/2013 tarih ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16 ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra:“Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır”Hükmüne amir olup, anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı halde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtayın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir…” denilmektedir.Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılması öngörülmüştür. Öte yandan, Hukuk Genel Kurulunun görevi davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır.Bu nedenle, nihai karar kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 294/1 maddesinde mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi, hakimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Nihai kararlar, usule ilişkin nihai kararlar veya esasa ilişkin nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Usule ilişkin nihai kararlar, davanın esasıyla ilgili olmayan kararlar olup, başka bir ifade ile mahkemenin maddi hukuk bakımından değil de usul hukuku bakımından verdiği kararlardır. Bu nedenle, mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen, usulden ret kararları (HMK m.115/2) da, usule ilişkin nihai kararlardır. Esasa ilişkin kararlar ise, hakimin uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır (HMK m. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlardır. Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık (esastan) sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (HMK m.303) (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:3, s.3005).Nitekim, yukarıda vurgulanan ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.02.2015 gün ve 2014/8-2485 E., 2015/850 K. sayılı ilamında da benimsenmiştir. Somut olayda, tapu iptali ve tescil istemiyle açılan davada yerel mahkemece davanın reddine dair verilen karar, Özel Dairece davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Yerel mahkemece, birinci bozma ilamına uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir. Davacı vekilince temyiz edilen ikinci karar Özel Dairece bu kez de önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde davanın reddine karar verilmesi gerektiğine işaretle bozulmuştur. Yerel mahkemece, ikinci bozma ilamına da uyularak davanın reddine karar verilmiştir.Az yukarda belirtildiği üzere 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle usul yasalarına eklenen fıkra uyarınca davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılacaktır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede, yukarıda içeriğine yer verilen hukuki olgular karşısında, yerel mahkemece verilen son kararın temyiz inceleme merciinin Özel Daireye değil, Hukuk Genel Kuruluna ait olduğuna, yerel mahkeme kararı direnmeye ilişkin olmayıp, miktar ve değeri itibariyle HUMK. 438/I' de belirtilen duruşma sınırını aşan ayın davası niteliğinde bulunduğundan davacı vekilinin temyiz incelemesinin duruşmalı olarak incelenebileceğine oyçokluğuyla karar verilerek, böylece birinci ön sorun aşılmıştır.II- İkinci ön sorun ise; yerel mahkemece birinci bozma ilamına uyulmakla davacı yararına usuli kazanılmış hakkın oluşup oluşmadığı hususudur.Öncelikle, usuli kazanılmış hak ile ilgili şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya a tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1959 gün ve 1957/13-1960/5; 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtayca verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır: Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (Hukuk Genel Kurulunun 21.01.2004 gün ve E:2004/10-44, K:2004/19; 20.12.2013 gün ve E:2013/23-131, K:2013/1681sayılı ilamları). Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki, Kuru: age, Cilt:5, s:4738 vd). Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.07.2006 gün ve E:2006/4-519, K:527; 31.05.2006 gün ve E:2006/10-307, K:337; 10.05.2006 gün ve E:2006/4-230, K:288; 04.03.2009 gün ve E:2009/10-34, K:104; 14/07/2010 gün ve E:2005/8-368, K:2010/385;20.12.2013 gün ve E:2013/23-131, K:2013/1681sayılı ilamları). Nasıl ki, usuli kazanılmış hak kurumu Yargıtay içtihatları ile benimsenmişse, bu kuralın istisnaları da yine Yargıtay içtihatları ile benimsenmiştir. Yukarıda usuli kazanılmış hak kuralının istisnaları sayılmış olmakla birlikte; konu, bu sayılanlar ile sınırlı değildir. Usuli kazanılmış hak kuralının istisnaları saptanırken genel ilke, kamu düzenidir. Bu nedenle kamu düzeninin gerektirdiği durumlarda, başkaca istisnalar da gündeme gelebilir. Somut olayda; Özel Dairece yapılan hukuki değerlendirme sonucu muvazaa iddiasının yazılı delille kanıtlandığı gerekçesiyle ilk bozma kararı verilmiş, bozma sonrası tanık olarak dinlenen ve davacının dayandığı 28.11.2000 tarihli belgeyi davalı adına vekaleten imzalayan Mustafa Toprak hakkında ceza davası açılmış olup, yapılan yargılama sonrasında davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesi üzerine Özel Dairece bu ceza kararı değerlendirilmek suretiyle değişen delil durumuna dayalı olarak ikinci bozma kararı verilmiştir. Özel Dairenin birinci bozma kararını verdiği tarihte açılmış bir ceza davası bulunmadığından Yerel Mahkemece Özel Dairenin birinci bozma ilamına uyulmakla davacı yararına usulü kazanılmış hak doğduğundan söz etmenin mümkün olmadığına oyçokluğuyla karar verilerek, ikinci ön sorun da böylece aşılmıştır.III-İşin esasına gelince;Hemen belirtmek gerekir ki, ceza yargılamalarında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesi uyarınca dava zamanaşımından dolayı verilecek olan davanın düşmesi kararları, uyuşmazlığı esastan çözmeden yargılama yöntemine dayalı nedenlerden dolayı yargılamayı sonlandırmaktadır. Bu bağlamda dava zamanaşımı nedeniyle ceza davasının düşmesine karar verilmiş olması hukuk davasına eylemin sübutu ve diğer maddi vakıaların tespiti noktasında bir etkisi bulunmamaktadır.Somut olayda, dosya içerisindeki belgeler incelendiğinde; davacının dayandığı 28.11.2000 tarihli sözleşmeyi ... vekili olarak imzalayan Mustafa Toprak’ın birinci bozma kararından sonra verdiği 07.09.2005 tarihili dilekçe ile söz konusu belgenin sonradan düzenlendiğini beyan etmesi üzerine kendisi ile birlikte .... hakkında sahte belge düzenlemek, kullanmak ve iştirak suçlarından Ankara Asliye 17. Ceza Mahkemesinin 2007/228 E., 2008/996 K. sayılı dosyasıyla kamu davası açıldığı, yargılama sonunda Mustafa Toprak'ın yalan beyanda bulunma suçundan 495,00 TL para cezası ile,.... ise özel evrakta sahtecilik suçundan 1'er yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği, hükmün temyiz edilmesi üzerine 11. Ceza Dairesince, özel belgede sahtecilik suçundan açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesi gerektiği, yalan tanıklık suçundan ise sabıkasız olan sanık hakkında CMK'nun 231 ve 647 sayılı Yasanın 6. maddeleriyle ilgili olarak herhangi bir değerlendirme yapılmaması nedeniyle bozulduğu, yeniden yapılan yargılama sonunda yalan tanıklıktan açılan davanın da zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verildiği anlaşılmaktadır. Az yukarda belirtildiği üzere zamanaşımı nedeniyle ceza davasının düşmesine karar verilmiş olması hukuk davasına eylemin sübutu ve diğer maddi vakıaların tespiti noktasında bir etkisi bulunmadığından, davacının dayandığı 28.11.2000 tarihli sözleşmeye itibar edilmesi gerekmektedir.Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; Ankara 17.Asliye Ceza Mahkemesinin maddi olayla ilgili tespit ve kabulü karşısında eldeki davanın dayanağını teşkil eden 28/11/2000 tarihli protokolün hukuken geçerli olmadığı, gerçeğe aykırı olarak düzenlendiğinin sabit olduğu, böylesi bir belgenin taraflar arasındaki çekişmenin çözümünde esas alınamayacağı gözetilerek kararın onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de; bu görüş kurul çoğunluğu tarafından yukarıda belirtilen nedenlerle kabul edilmemiştir. Hal böyle olunca, Yerel Mahkemece, 5.2.1947 gün ve 20/60 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının aradığı niteliğe sahip 28.11.2000 tarihli sözleşme ile taraf muvazaasının kanıtlandığı gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.SONUÇ: Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle temyiz isteminin Hukuk Genel Kurulunca duruşmalı olarak yapılmasına 13.04.2016 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğuyla,Yukarıda (II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle mahkemece birinci bozma ilamına uyulmakla davacı yararına usuli kazanılmış hak oluşmadığına 17.06.2016 gününde oyçokluğuyla,Yukarıda (III) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile yerel mahkeme kararının BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 17.06.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.