Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 761 - Karar Yıl 2016 / Esas No : 934 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ : Yargıtay 14. Hukuk Dairesi (İlk Derece Mah. Sıfatıyla)Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 14. Hukuk Dairesince; “Dava, hakimin hukuki sorumluluğuna dayalı tazminat isteğine ilişkindir.Davacı vekilleri, müvekkilleri aleyhine açılmış bulunan satış vaadine dayalı tapu iptali ve tescil davasının yargılamaları sonucunda mahkeme hakiminin vermiş oluğu kararın hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek Hazine aleyhine 150.000.00 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır. Dava 6100 sayılı HMK’nın 48/2. maddesi gereğince ilgili hakime resen ihbar olunmuştur. Dairemizce davanın reddine ilişkin olarak 08.05.2012 tarihli 2011/2 esas 2012/1 karar sayılı ilamın davacı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.03.2013 tarihli 2012/14-802 esas 2013/347 karar sayılı ilamı ile özetle; dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra öncelikle dosya üzerinden dava şartları ve ilk itirazların incelenmesi, bu konularda olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi, dosya üzerinden karar verilemeyen dava şartları ile ilk itirazlar hakkında karar verilmek ve diğer ön inceleme işlemlerini yapmak üzere tarafların ön inceleme duruşmasına davet edilmesi, 6100 sayılı HMK’nın 137. ve 140. maddelerine göre ön inceleme duruşmasında gerekli usul işlemleri yapıldıktan sonra tahkikat duruşmasına geçilmesi gerekirken ön inceleme işlemlerinin dosya üzerinden yapılarak tahkikat duruşmasına geçilmesi ve esas hakkında karar verilmesinin doğru bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuştur. Dairemizce Hukuk Genel Kurulunun bozma ilamına uyularak naip üye İrfan Doğan tarafından 24.12.2013 tarihinde ön inceleme duruşması yapılarak bozma ilamında belirtilen usulü noksanlık giderilmiştir. Dairemizce tarafların iddia ve savunmaları ile dosya içerisindeki tüm belge ve deliller yeniden incelenerek değerlendirilmiştir. Davacı vekilleri, mülkiyeti geçirme borcu doğuran sözleşmelerin bu arada satış vaadi sözleşmesinin mülkiyeti doğrudan geçirmeyip sadece mülkiyeti geçirme borcu doğuracağını, ayni hakkın doğumu için de bir şeyin maddi (olarak) tesliminin şart olduğunu, satış vaadi sözleşmesinde dava konusu taşınmazın teslim edildiği yazılı olmasına rağmen fiili teslim yapılmadığını, taşınmazın fiilen teslimi yapılmadığına göre zilyetliğin devrinden de söz edilemeyeceğini, kaldı ki davalı ...'ın satış vaadi sözleşmesine konu taşınmaz üzerinde dava gününe kadar 30 yılı aşkın bir süredir nizasız ve fasılasız zilyetliği bulunduğunu, bugüne kadar söz konusu taşınmazın vergilerini de ödediğini, taşınmaz üzerine bir ev yaptığını, taşlık ve çalılık olan araziyi işleyerek ağaçlar dikdiğini, zilyetliğin hiçbir zaman davacılara devredilmediğini, satış vaadi sözleşmesini (satış vaadini kabul eden sıfatıyla) davacıların vekil tayin ettikleri Mustafa Kabayel’in imzaladığını, satış vaadini kabul eden vekilin gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi yapmaya (taşınmazı teslim almaya) açık ve kesin yetkisinin bulunması gerektiği halde dayanak vekaletnamede vekil tayin edilen Mustafa Kabayel'in sözleşme yapma yetkisi bulunmadığını, davacıların taşınmaz üzerinde hiçbir zaman fiilen zilyetliklerinin olmadığı ispatlandığı halde yerel mahkeme hakiminin haklı ve doğru olan ilk kararında direnmesi gerekirken Yargıtay’ın bozma ilamına uyarak davacının mağdur olmasına sebebiyet verdiğini, yanlış karar ile değeri 150.000 TL'nin üzerinde olan taşınmazını kaybettiğini, netice itibariyle, yerel mahkeme hakiminin hatalı kararı ile davacının uğradığı maddi zararın davalı Hazine tarafından karşılanmasını talep ettiklerini belirtmişlerdir.Davalı Hazine vekili ise davaya cevap ve cevaba cevap dilekçelerinde; tazminat davasının mahkemenin Yargıtay’ın bozma ilamına uyma kararının verildiği duruşma tarihinden itibaren bir yıllık zamanaşımı geçtikten sonra açıldığını savunarak kararın öncelikle zamanaşımı nedeniyle, mümkün olmadığı takdirde aşağıdaki savunmaları gereğince esastan reddine karar verilmesini savunmuştur.Öncelikle, davalı Hazine vekilinin zamanaşımı itirazlarının incelenmesi gerekmiştir.Borçlar Kanununun 60. maddesinin 1.fıkrasına göre, haksız eylem nedeniyle tazminat davası açma hakkı zarar görenin, zararı ve haksız eylemi öğrenmesinden itibaren başlayacak ve bir yılda zamanaşımına uğrayacaktır. Burada önemli olan zararı ve tazminat sorumlusunu öğrenmektir. Zararın öğrenilmesi demek, zarar verici olayın değil zararın varlık ve niteliğinin, unsurlarının kapsamının öğrenilmesi demektir. Bunlar öğrenilmedikçe, zarar gören dava yoluyla isteyebileceği tazminatın dayanaklarını ve koşullarını değerlendiremez. Öte yandan, zarar gerçekleşmedikçe dava koşulları oluşmaz. Davalı vekilince her ne kadar davanın bir yıllık zamanaşımı geçtikten sonra açıldığı ileri sürülerek davanın zamanaşımı yönünden reddine karar verilmesi talep edilmiş ise de mahkemece davanın kabulüne ilişkin verilen karar Yargıtay 14. Hukuk Dairesince onanarak 06.07.2011 tarihinde karar düzeltme talebinin reddedilmesi üzerine kesinleşmiştir. 2802 sayılı kanunun 93/A maddesinde de tazminat davasının dava sonununda verilen hükmün kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde açılabileceği hükme bağlanmıştır. 15.11.2011 tarihinde bu davanın açıldığı dikkate alındığında davanın bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açıldığı, davalı Hazine vekilinin bu savunmasının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.Davalı Hazine esasa ilişkin olarak da; yerel mahkemece davanın kabulüne karar verildiğini, temyiz incelemesi neticesinde kararın yerinde görülerek Yargıtay 14. Hukuk Dairesince onandığını, karar düzeltme talebinin de reddine karar verildiğini, kararların mevzuata uygun olduğunu, bu işlemlerde kusur, kasıt veya hata bulunmadığını, dava konusu edilen karar nedeniyle uğranıldığı iddia edilen zararın dayanağının olmadığını, 6100 sayılı HMK’nun 46. maddesindeki hakimlerin yargılama faaliyetleri ile ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyetler verdikleri karar nedeniyle sorumluluk nedenlerinin sınırlı olarak sayıldığını, eldeki davanın açılmasına neden gösterilen yasanın 46. maddesinin (c) ve (e) bentlerindeki hakimin sorumluluğuna ilişkin koşulların gerçekleşmediğini, satış vaadi sözleşmelerinde davacının iddiasının aksine sözleşmeyi satış vaadini kabul edenin vekil sıfatıyla imzalamasına yasal hiçbir engel bulunmadığını, vekilin asil adına temellükü sağlamak için özel yetki gerekmediğini, satış vaadi sözleşmesinde taşınmazın teslim edildiği yazılı olup aksinin aynı kuvvette bir belge ile ispatı gerektiğini, bir hakkın yerine getirilmesinden kaçınılmasının söz konusu olmadığını, Yargıtay bozma kararına uyma ya da direnme kararının yasal mevzuat, dosya kapsamı, ilmi ve kazai içtihatlar, hak ve nesafet kuralları nazara alınarak verildiğini, mahkeme için uyma kararı ne kadar hak ise direnme kararının da aynı olduğunu, bu nedenle Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına uygun olan bozma ilamı hakkında verilmiş uyma kararının dosya kapsamına uygun olup HMK'nun 46. maddesinde sayılan koşulların hiç biri oluşmadığından davanın esastan reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.Dava dilekçesi ekinde sunulan deliller ayrı ayrı incelenmiş, davacı vekilinin bildirdiği tanıklar duruşmada dinlenmiştir. Davacı ...’ın açmış olduğu tazminat davasının dayanağı olan Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/205 esas, 2008/612 karar sayılı (bozma sonrası 2009/411 esas, 2010/241 karar) satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil davası dosyasının incelenmesi sonucunda; Dava konusu 1895 ada 6 parsel sayılı taşınmazla ilgili olarak 22.10.1979 tarihinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi yapıldığı, bu sözleşme ile davalı ...’ın taşınmazı Sabri Adıbelli ve Hüseyin Kabayel adlı şahıslara satmayı vaat ettiği, sözleşmede satış bedelinin alındığının da belirtildiği, sözleşmenin 28.04.1987 tarihinde tapuya şerh edildiği, satış vaadinde bulunan Akız Yıldırım’ın sözleşme gereğince ferağ vermediği gerekçesiyle tescil davası açıldığı görülmüştür. Mahkemece verilen ilk kararda “....Somut olayda dayanılan satış vaadi sözleşmesi 1979 yılında yapılmıştır. Davalının sunduğu belgeler, taraf beyanları gözetildiğinde taşınmaz zilyetliğinin davacılara teslim edilmediği anlaşılmaktadır. Satış vaadi sözleşmesi 1987 yılında tapuya şerh verilmiştir. Taşınmaz üzerine konulan satış vaadi şerhi 5 yıllık süre için geçerli olup dava tarihinde geçerli bir şerhten söz edilemez. Satış vaadi sözleşmesi 1979 yılında yapıldığından dava tarihinde 10 yıllık zamanaşımı süresi dolmuştur. Zamanaşımının işlemesine engel olabilecek biçimde davacılara yapılmış zilyetliğin devri bulunmamaktadır. Bu nedenle açılan davanın süresinde yapılan zamanaşımı def'i nedeniyle zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiği sonucuna varılmıştır” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar Dairemizin 28.04.2009 tarihli, 2009/4533 esas, 2009/5312 karar sayılı ilamı ile “davada dayanılan 22.10.1979 tarihli satış vaadi sözleşmesinin üçüncü sayfasında satışı vaat olunan taşınmazın vaat alacaklısına teslim edildiği yazılıdır. Kısaca, satışı vaat olunan taşınmaz sözleşmeyle davacılara teslim edildiğinden davalının zamanaşımı savunmasında bulunması dürüst davranma kuralı ile bağdaşmaz. Hal böyle olunca mahkemece çekişmenin esası incelenerek bir hüküm kurulması yerine zamanaşımı savunmasının kabulü ile dava reddedildiğinden karar bozulmalıdır” gerekçesiyle bozulmuştur.Karar düzeltme talebi reddedilmiş, Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesince 2009/411 Esas numarasına kaydedilen dosyada davalı ... duruşmada savunmalarını tekrar etmiştir.Mahkemece Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin bozma ilamına uyularak davanın kabulüne karar verilmiş, davalı ... vekilinin temyizi üzerine karar onanmıştır. Davalı vekilinin karar düzeltme talebi de reddedilmiştir. Satış vaadi borçlusu ..., dava dilekçesinde; yerel mahkemenin Yargıtay’ın bozma kararına uyarak hukuken kanunlara aykırı karar verdiği, bu kararı nedeniyle tazminat sorumluluğu bulunduğunu ileri sürerek tazminat talep etmekte ise de 6100 sayılı HMK'nın 46. maddesi uyarınca hakimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı devlet aleyhine açılacak tazminat davalarının sebepleri altı bent halinde sınırlı olarak sayılmış olup bunlar dışındaki sebeplere dayanılarak tazminat istenmesi mümkün değildir. Hakimin Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin bozma ilamına uyarak verdiği hüküm davacı tarafından temyiz edilmiş, Dairemizce onanmış olup karar düzeltme istemi de reddedilerek kesinleşmiştir. 6100 sayılı HMK’nun 46/c ve e fıkraları gereğince hakimin sorumluluğuna ilişkin koşulların da gerçekleşmediği anlaşıldığından davanın reddine karar vermek gerekmiştir.HÜKÜM:1-Davanın REDDİNE,2-Davacının 6100 sayılı HMK’nın 49. maddesi gereğince takdiren 2.500,00 TL disiplin para cezasına mahkum edilmesine,3-Davacı tarafından yatırılan 2.227,50 TL harçtan alınması gereken 25,20 TL maktu karar ve ilam harcının mahsubu ile fazla yatırılan 2.202,30 TL'nin istek halinde davacıya iadesine, 4-Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince hesaplanan 13.450,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalı Hazine'ye verilmesine,5-Yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,6-Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliğinin 47. maddesi gereğince yargılama gideri için tahsil edilen paranın kullanılmayan kısmının hükmün kesinleşmesinden sonra Dairemiz Yazı İşleri Müdür tarafından ilgilisine ödenmesine,”Dair verilen 11.02.2014 gün ve 2013/2 E. - 2014/1 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.HUKUK GENEL KURULU KARARIDavacı tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü: Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46.maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili, taşınmaz satış vaadi sözleşmesine istinaden açılan tapu iptali ve tescil istemli davanın zamanaşımı nedeni ile reddedildiğini, davacının temyiz istemi üzerine ihbar olunan hakimin verdiği kararın bozulduğunu, bozma kararına karşı direnmeyen hakimin HMK m. 46 (c) ve (e) fıkraları gereği açık kanun hükümlerine ve hukuk düzenine aykırı karar verdiğini iddia ederek 150.000-TL maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir. Dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bilgi ve belgelere, daire kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekir. SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile 14. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilamı harcı peşin alındığından başka harç alınmasına mahal olmadığına, 08.06.2016 gününde yapılan görüşmede oybirliğiyle karar verildi.