MAHKEMESİ : Van 2. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 29/06/2010NUMARASI : 2010/229-2010/365Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Van 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 05.02.2009 gün ve 2000/204 esas, 2009/33 sayılı kararın incelenmesi davalılar S... A... , B... Y... ve Sağlık Bakanlığı vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 20.10.2009 gün ve 2009/4077- 11600 esas, karar sayılı ilamı ile; (...1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalılar B... Y... (S...) ile S... A...'ın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.2- Diğer temyiz itirazına gelince; dava, sakatlığa yol açan tedavi nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem kabul edilmiş; karar, davalılar tarafından temyiz olunmuştur.Davacılar, küçük çocukları U... B...'ı muayene eden davalı doktor ile iğne yapan davalı hemşirenin, gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek, küçükte kalıcı sakatlığa yol açtıklarını belirterek uğradıkları maddi ve manevi zararın ödetilmesini istemişlerdir.Davalılar ise, haksız yere açılan davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.Yerel mahkemece, küçüğe miktarı fazla iğnenin yanlış yerden yapılmış olması nedeniyle davalı doktor ile hemşirenin kusurlu olduğu benimsenerek istem kabul edilmiştir.Davacılar, 24.10.2003 günlü ıslah dilekçesi ile dava açarken saklı tuttukları fazlaya ilişkin hakları kapsamındaki iş göremezlik tazminatı isteklerini artırmışlar ancak, ıslah ettikleri tazminata faiz yürütülmesini istememişlerdir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nın 74. maddesi gereğince yargıç, tarafların iddia ve savunmaları ile bağlı olup ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Islah dilekçesiyle artırılan tazminat başlı başına ayrı bir dava niteliğinde olduğuna ve davacılar da artırılan tazminata faiz yürütülmesini istemediklerine göre ıslah dilekçesinde istenilen tazminata da olay gününden itibaren faiz yürütülmüş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.3- Davalılardan Sağlık Bakanlığı'nın temyiz itirazına gelince; davacılar, sonradan Sağlık Bakanlığı'na devredilen SSK hastanesindeki tedavi nedeniyle küçüğün zarar gördüğünü belirterek tazminat istemişlerdir. Davacıların çocuğunun sağlık hizmetinin işleyişi sırasında sakat kaldığı anlaşılmaktadır. Sağlık hizmetlerinin nasıl, hangi koşullarda ve kimler tarafından yapılacağını, tedavi uygulayacak personelin alımı, eğitimi ve çalışma usullerini belirlemek, sağlık hizmetlerinin işleyişini denetlemek Sağlık Bakanlığı’nın yasayla belirlenen görevleri arasındadır. Bu görevin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemesi nedeniyle hizmet kusuru niteliğindeki idari işlemi ya da eylemden doğan zararlardan dolayı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 2/1-b maddesi gereğince idare’ye karşı, idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerekir. Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davalılardan Sağlık Bakanlığı yönünden yargı yolu bakımından mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin reddedilmesi gerekirken işin esasının incelenmiş olması doğru olmadığından karar bu nedenle de bozulmalıdır...)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN : Davalılar S... A....ve Sağlık Bakanlığı vekilleriHUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, yanlış tedavi nedeniyle uğranılan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne dair verilen karar davalılar vekillerinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda yazılı nedenlerle bozulmuş; yerel mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hükmü temyize davalı S... A.... ve Sağlık Bakanlığı vekilleri getirmektedir. Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşme sırasında, işin esasına girilmeden önce, direnmeye ilişkin hükmün Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 388 ve 389. maddelerine uygun olup olmadığı, ön sorun olarak incelenmiştir.Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı HUMK.nun 388. maddesinde belirtilmiştir.Anılan madde uyarınca, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Aynı kural HUMK.nun 389. maddesinde de tekrarlanmış; 381. maddede ise, kararın tefhiminin en az 388. maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olduğu, belirtilmiştir. Az yukarıda sözü edilen biçim, yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar, hükmün hedefine ulaşılmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Hüküm fıkrasının çok açık olması gerekir ki, hükmün (ilamın) icrası (İİK. m.24 vd.) sırasında şüphe veya tereddütler doğmasın ve böylece ilamın icra edilememesi gibi bir durumla karşılaşılmasın (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, yıl: 2001, 6. baskı, cilt. III, s. 3059 vd.).Diğer taraftan, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması, zorunludur. Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren HUMK.nun 388. maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle ve kısa karar ile gerekçeli karar arasında tereddüte yol açacak çelişkiler taşımaması ile mümkündür. Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında, Özel Daire bozma ilamına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, varsa hükmedilen miktarların doğru ve çelişki oluşturmayacak biçimde ortaya konulması; kararın gerekçe bölümünde de bunların nedenlerinin ne olduğu ve bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşullardır. Nihayet, direnme kararları, yapıları gereği, Yasa’nın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorunda olduğu gibi, direnilen ve uyulan kısımları da kalem kalem, net ve birbirine uygun bir biçimde içermelidir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 21.10.2009 gün ve 2009/9-397 esas, 2009/453 sayılı kararı, 19.3.2008 gün ve 2008/15-278 E. 2008/254 sayılı kararları). Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Yerel Mahkemece tefhim edilen direnmeye ilişkin kısa karar, “...Davalılar S... A... ile B... Y... (S... ) aleyhine hükmedilen manevi tazminata yönelik bozma olmadığından ayrıca 5.000 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren yukarıda belirtilen davalılar S... ve B... 'dan tahsiline yönelik karara ilişkin bozma bulunmadığından bu hususlarda karar verilmesine gerek olmadığı kanaati ile 15.358,73 TL maddi, 5.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine...” şeklinde olup, direnmeye ilişkin gerekçeli karar ise “...Davalılar S... A... ve B... S... (Y.... ) aleyhine hükmedilen 5.000,00 TL manevi tazminatın ve 5.000,00 TL maddi tazminatın olay tarihi olan 19/05/1999 tarihinden itibaren yasal faizi ile davalılardan tahsiline ve bakiye 10.538,73 TL nin faizsiz olarak davalılardan alınmasına ilişkin mahkememizin 2000/204 esas 2009/33 karar sayılı kararı kesinleştiğinden; bu hususlarda yeniden karar verilmesine yer yok ise de; davalıların müşterek ve müteselsil sorumlu olmasından dolayı kararın parçalanması halinde infazda tereddüt hasıl olacağından; netice itibarı ile kararın kesinleşen kısımları da dikkate alınarak 15.358,73 TL maddi, 5.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihi olan 19/05/1999 tarihinden itibaren yasal faizi ile davalılar S... A... - B.... S.... (Y....) ve Sağlık Bakanlığından müştereken ve müteselsilen alınarak dava sırasında reşit olan adına daha evvel velayeten dava açılan davacıya verilmesine (bozma içeriği dikkate alınarak davalılar S... A...ve B.... S... (Y....) aleyhine hükmedilen 5.000,00 TL manevi ve 5.000,00 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile, 10.358,73 TL'nin faizsiz olarak müştereken ve müteselsilen bu davalılardan tahsiline ilişkin hüküm kesinleştiğinden; 10.358,73 TL için olay tarihinden itibaren faiz işletilmesi yönündeki karara ve davalı Sağlık Bakanlığı için toplam 5.000,00 TL manevi ve toplam 15.358,73 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile diğer davalılar ile birlikte müştereken ve müteselsilen tahsil şeklindeki kararda ısrar edilmiştir)...” şeklindedir. Görüldüğü üzere, mahkemece kısa kararda davalılar S... A....ve B.... Y.... (S....) aleyhine hükmedilen manevi tazminata yönelik bozma olmadığından, ayrıca 5.000 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren davalılar S... ve B.... 'dan tahsiline yönelik karara ilişkin bozma bulunmadığından bu hususlarda karar verilmesine gerek olmadığı kanaati ile 15.358,73 TL maddi, 5.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, şeklinde hüküm kurulmuştur. Böylece, direnme hükmünde gerçek kişi davalılar yönünden verilen ilk kararın kısmen kesinleştiği kabul edilmesine rağmen, gerekçeli kararda bu miktarlar düşülmeyerek tekrar talep edilen toplam miktar üzerinden hüküm oluşturulmuştur. Hal böyle olunca HUMK.nun 74. maddesinde düzenlenen taleple bağlılık ilkesi aşılmış ve hükmün infazında tereddüt oluşacak şekilde her iki hüküm karıştırılmıştır. Bu durum HUMK.nun 388 ve 389. maddelerine aykırılık oluşturmaktadır. Ayrıca mahkemece istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümde davalıların borçlu oldukları miktarların ayrı ayrı ve tereddüte yol açmayacak şekilde sıra numarası altında birer birer, açık ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmediği gibi, gerçek kişi davalılar yönünden 5.000 TL maddi ve 5.000 TL manevi tazminatın kesinleştiği belirtilmesine rağmen bu miktarlar yönünden de hüküm oluşturulmuş olup, bunun da infazda duraksamaya yol açabileceği belirgindir. Böylece hükmün infazda şüphe ve tereddüt uyandırmaması için çok açık bir biçimde yazılması, HUMK.nun 388. ve 389. maddeleri uyarınca zorunlu olmasına karşın mahkeme bu gereğe de uymamıştır. Nitekim; mahkemece, gerekçeli karar açıklanan yasal düzenlemelere uygun oluşturulmadığı gibi, oluşturuluş şekli itibariyle de kısa kararda yer verilmeyen “10.538,73 TL. nin faizsiz olarak davalılardan alınmasına” ibaresini içermesi nedeniyle de kısa kararla çelişkilidir. Böylece yasaya aykırı biçimde iki karar arasında çelişki yaratılmıştır. O halde açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek kısa ve gerekçeli kararlarının çelişkili olmadığı, açıklanan eksikleri içermeyen, anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere karar bozulmalıdır. Sonuçta; yerel mahkeme kararının, işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin salt bu usulü eksiklere dayalı olarak bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle H.U.M.K. nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalılar S... A... ve Sağlık Bakanlığının işin esasına yönelik temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 15.12.2010 gününde, oybirliğiyle karar verildi.