MAHKEMESİ : Gökçeada Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 03/10/2012NUMARASI : 2012/65-2012/84Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 04.05.2011 gün, 2011/8 E. – 19 K sayılı kararın incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 24.05.2012 gün, 2011/7928 E. - 2012/4753 K sayılı bozma ilamı ile;(...Davacı vekili, kadastro çalışmaları sırasında Hazine adına tespit ve tescil edilen dava konusu 261 ada 8 ve 261 ada 11 parsel sayılı taşınmazların önceden Evantiya Kopsino zilyetliğinde iken bu yerleri 1975 yılında gelini olan davacıya bağışlayarak zilyetliğini devir ettiğinden bahisle, davalı Hazine adına olan tapu kayıtlarının iptaliyle müvekkili adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı Hazine, dava konusu yerlerin Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazlardan olması ve zilyetlikle iktisap koşullarının davacı yararına gerçekleşmediğinden bahisle davanın reddini savunmuştur.Mahalli mahkemece, hükmüne uyulan bozmadan sonra davanın kabulüne, dava konusu taşınmazların Hazine adına olan tapu kayıtlarının iptali ile davacı adına tapuya tesciline karar verilmiştir.Hüküm, süresi içerisinde Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.Toplanan deliller, tüm dosya kapsamından; dava konusu parsellere ilişkin kadastro tutanakları getirilmiştir. ..ada 8 nolu parsel: senetsizden “bahçeli harap ev” niteliğiyle, 80.40 m2 olarak, ... nolu vergi kaydı uygulanmak suretiyle 24.10.2001 tarihinde Hazine adına tespit görmüş ve itirazsız olarak 29.05.2009 tarihinde kesinleşmiştir. .. ada .. nolu parsel ise; senetsizden “bahçeli harap ev” niteliğiyle, 86.84 m2 olarak, 639 tahrir nolu vergi kaydına dayanılarak 24.10.2001 tarihinde Hazine adına tespit görmüş ve itirazsız olarak 29.05.2009 tarihinde kesinleşmiştir. Çap kayıtları dava tarihi itibariyle Hazine adınadır. Komşu parsellere ilişkin kadastro tutanakları dosyadadır. .. ada .. nolu parselin belgesizden Hazine adına tespitinin yapıldığı, ... ada .. nolu parselin ise, 668 tahrir numaralı vergi kaydına istinaden M.. Kadem adına tespitinin yapılıp kesinleştiği, 261 ada 7 nolu parselin 26.03.1958 tarih ve 41 sıra numaralı tapu kaydı esas alınarak M.. L.. adına tespit gördüğü ve kesinleştikleri belirlenmiştir. 261 ada 7 nolu parselle revizyon gören tapu kaydı getirilmiştir. Malikinin N... oğlu Marina L..olduğu, sınırlarının Şarken Nikola Lada, G.. Dimitri D.., Ş.. Panata D.. ve Cenuben D.. İsteyci yazılı olduğu görülmüştür. Mahallinde 21.12.2009 tarihinde keşif yapılmıştır. 1941 doğumlu yerel bilirkişi beyanında; “…keşfe konu taşınmazları bildiğini, bildiği kadarıyla ..nolu parselin Evantina Kopsino tarafından kullanıldığını hatırladığını, Evantina’nın baba isminin Anastas olduğunu, bitişikteki ..nolu parseli satın aldıklarını, buranın ismi İzmirna olarak hatırlanan yaşlı bir kadına ait olduğunu bu taşınmazların fiilen Evantina Kopsino tarafından kullanıldığının söylenmesinin mümkün olduğunu, kendisinin 1983 yılında adadan ayrıldığını, keşfi yapılan taşınmazların sahibi olan Evantina Kopsino’nun daha önceden adadan ayrılarak Yunanistan’a gittiğini, kendileri ayrıldıktan sonra bu yerlerin kendi haline bırakıldığını ve şu andaki mevcut duruma geldiğini söylemiştir…” Komşu 261 ada 7 nolu parsele revizyon gören 26.03.1958 tarih ve ..nolu tapu kaydı okunup sorulmuştur. Okunan tapu kaydının kuzey hududunda ismi geçen P.. D..i ..nolu parseli göstermektedir. Panata D..i’nin aslında İzmirna olarak ifade ettiği kişinin olması gerektiğini” beyan etmiştir. 1940 doğumlu diğer yerel bilirkişi ise; “…dava konusu 11 nolu parselin Yori K..’nun olduğunu, bu kişinin Evantina Ksino’nun oğlu olması gerektiğini, fakat karşı mahalleden olması nedeniyle taşınmazların hudutlarını bilemediğini, yine dava konusu 8 nolu parselin de kime ait olduğunu bilmediğini, bildiği kadarıyla Yorgi K..’nun annesi olan E.. K.’nun 1975-1976’lı yıllarda annesiyle birlikte bu köyden ayrıldıklarını ve 2000 yılına kadar gelip gittiklerini görmediğini, ancak iki sene önce Y.. K..’nun geldiğini gördüğünü, geldiğinde başka yerde kaldığını…” açıklamıştır. 1943 doğumlu tanık; “…keşfi yapılan taşınmazların olduğu bölgede doğup büyüdüğünü ve yaşamakta olduğunu, bu nedenle bu bölgeyi bildiğini, 8 nolu parselin E.. K..’nun taşınmazı olduğunu, 11 nolu parselin ise İzmirna isimli yaşlı bir kadına ait iken satın aldıklarını, kendisinin 1978 yılına kadar taşınmazların bulunduğu köyde yaşadığını, bu yıldan sonra adadan ayrılarak Yunanistan’a gittiğini, taşınmazların sahibi olarak bildiği E.. K..’nun 1978 yılından önce köyden ayrıldıklarını ve taşınmazların kendi haline bırakılarak şu andaki mevcut duruma geldiklerini…” söylemiştir. Diğer 1931 doğumlu tanık ise, çok fazla bilgisinin olmadığını açıklamıştır. Dosyada taşınmazlara ilişkin beş adet fotoğraf bulunmaktadır. Fen bilirkişi 1/500 ölçekli kroki ile raporunu dosyaya sunmuştur. Krokinin incelenmesinden komşu 261 ada 7 nolu parselin doğusunda dava konusu 8 ve .. nolu parseller yer almaktadır. .. ada .. nolu parsele revizyon gören tapu kaydına göre, N.. L.. olması gerekmektedir. Oysa dosyada mevcut nüfus aile kayıt tablolarına göre: davacının baba ada Hiristoda, anne adı Kiryakol, evlenerek gittiği hanedeki kişinin babası Anastas, annesi Evanti olup, evlendiği şahıs Yorgi ile komşu parsellere uygulanan tapu kaydı birbirini doğrulamamaktadır. Yine kuzey sınırdaki Panata Dülger’in de, davacı ve aile efradı olmadığı gibi, yerel bilirkişilerin İzmina olarak hatırladığı kişi ve ailesini de okumamaktadır. Mahalli mahkemenin, 28.12.2009 tarihli red kararının dosyadaki bilgi, belge ve keşifte dinlenen mahalli bilirkişi ve tanık beyanlarıyla örtüştüğü görülmüş ise de, Dairenin 28.09.2010 tarih, 2010/1010-4400 Esas ve Karar sayılı kararında yazılı olan gerekçelerle bozulmuş olup, mahalli mahkemece bozma kararına uyularak ve başkaca bir araştırma yapılmaksızın davanın kabulüne karar verilmiştir.Hemen belirtmek gerekir ki, kadastro tutanaklarının nitelik bölümünde yazılı olduğu üzere, taşınmazlar bahçeli harap ev niteliğindedir. Bu belirlemeyi keşifte dinlenen mahalli bilirkişiler ile tanık beyanları ittifakla doğrulamaktadır. Şöyle ki; davacı ve kendisine bağışladığı söylenen kişi adayı 1975 – 1976 yıllarında terk etmişler ve keşif tarihinden önceki iki yıl öncesine kadar adaya dönmemişlerdir. Bu yerleri bir başkasının kullanımına bırakmamışlardır. Kendi haline bırakılan taşınmazlardaki yapılar harap ev haline gelmiştir. Öte yandan, dinlenen yerel bilirkişi ve tanık anlatımlarından davacı tarafın ve kendisine bağışta bulunduğu söylenen kişinin .. ada .. nolu parselin malikinden haricen satın aldığı olgusu kanıtlanamamıştır. Ayrıca, komşu .. ada . nolu parsele revizyon gören 1958 tarihli tapu kaydının kuzey ve doğu sınırında okunan kişilerin davacı ve aile efradını ve satın aldıkları kişiyi okumamaktadır. Bu durumda, davacı ve kendisine haricen bağışta bulunduğu söylenen şahısların Türk vatandaşı olması nedeniyle ve kendi iradeleriyle 1975 – 1976 yıllarından itibaren 2007 yılına kadar taşınmazları kendi iradeleriyle terk ettikleri, 30 yılı aşan bu terk nedeniyle taşınmazla ilişkilerini kestikleri, Dairenin kararlılık kazanmış uygulamalarına göre 15 – 20 yılı geçen iradi terkler nedeniyle zilyetlikle kazanılmaya imkân bulunmamaktadır. Kaldı ki, 3194 sayılı İmar Kanunu kapsamına göre, hangi taşınmazların arsa olarak nitelendirileceği yasal olarak belirlenmiştir. Tüm bu durumlar dikkate alındığında 30 yılı aşkın süre nedeniyle iradi terk olgusu gerçekleşmiş olup, davacının davasının reddine karar verilmesi gerekirken, davanın ve taşınmazların niteliği gereği lehte ve aleyhte usulü kazanılmış hak oluşturmayan Yargıtay bozma kararına uyularak kabul kararı verilmesi doğru olmamıştır ...)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, kadastro öncesi zilliyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.Davacı vekili; müvekkilinin eklemeli zilyet yoluyla 60 yılı aşkındır zilyet olduğu .. ada .. ve .İptali ve müvekkili adına tescilini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili; zilyetlik koşullarının davacı lehine oluşmadığını bildirip davanın reddini savunmuştur.Mahkemece; zilyetlik koşulların davacı lehine oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin olarak verilen ilk karar, davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece davanın reddine karar verilmesinin isabetli olmadığı gerekçesiyle bozulmuştur.Mahkemece bozma ilamına uyularak davanın kabulüne ilişkin olarak verilen ikinci karar davalı Hazine vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuştur.Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.Hukuk Genel Kurulu’nda işin esası görüşülmeden önce; Özel Dairenin ilk bozma kararının, davanın ve taşınmazların niteliği gereği usulü kazanılmış hak oluşturup oluşturmayacağı hususu, ön sorun olarak tartışılıp, değerlendirilmiştir. Bilindiği üzere, 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da açıkça vurgulandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda mahkeme yönünden o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine bozma kararında açıklanan hukuki esaslar çerçevesinde hüküm kurmak yükümlülüğü doğar. Bu hukuki aşama “usulü kazanılmış hak” olarak adlandırılır.Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.Bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesi’nce de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara ve dolayısı ile oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde ikinci bir bozma kararı verilmesini yasaklamaktadır.Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Yargıtay’ın ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan amacı zedeler ve hatta kararlara karşı duyulması gereken genel güveni dahi sarsar.Bu hukuki kuralın iki istisnası bulunmaktadır. Bunlar görevle ilgili yeni bir yasal düzenleme yapılması veya davada uygulanması imkânı olan yeni bir içtihadı birleştirme kararının çıkmış olmasıdır. Ne var ki bu iki istisna, usulü kazanılmış hakkın hukuka uygun biçimde gerçekleşmesi halinde sonradan gelişen haller karşısında nasıl aşılacağı noktasında gündeme gelmektedir. Usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine engel olacak hususlar ise Yargıtay uygulaması ve öğretide de kabul edildiği üzere kamu düzenine ilişkin kurallara aykırı gerekçeler taşıyan ya da maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulması halidir. Somut olayda; Yerel Mahkemece 28.12.2009 gün, 2009/82 E. – 108 K. sayılı ilam ile davanın reddine karar verilmiş, Özel Dairece 28.09.2010 gün, 2010/1010 E. – 4400 K. sayılı ilamı ile davacı lehine zilliyetlik koşullarının oluştuğundan ret kararı verilmesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak bozma ilamı doğrultusunda 04.05.2011 gün, 2011/8 E. – 19 K sayılı ilam ile davanın kabulüne karar verilmiş, bu karar özel dairece 24.05.2012 gün, 2011/7928 E. - 2012/4753 K. sayılı ilam ile zilliyetlik koşullarının oluşmadığı, dayanak kayıtların zemine uymadığı, davanın reddine karar verilmesi gerekçesiyle ikinci kez bozulmuştur.Yukarıda açıklanan ilkeler gözetildiğinde; Mahkemenin ilk bozmaya uyulmasına ilişkin kararı ile davacı yararına usulü kazanılmış hak gerçekleşmiş olup, özel Dairece ilk bozma kararından dönülerek aksi yönde bozma kararı verilmesi usulü kazanılmış hakkın ihlali anlamındadır. Bu nedenlerle mahkemenin direnme kararı yerinde olup onanması gerekir. Yapılan görüşme sırasında bir kısım üyelerce; Özel Daire bozma kararının doğru olduğu, ilk bozma kararının davanın ve taşınmazların niteliği gereği usulü kazanılmış hak oluşturmayacağı ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.Hal böyle olunca, usul ve yasaya uygun olduğu benimsenen direnme kararının onanması gerekmiştir.SONUÇ: Davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 14.05.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.KARŞI OY YAZISIDavacı, G.. ilçesi, D.., Köyiçi mevkiindeki kadastro çalışmalarında Hazine adına tespit ve tescil edilen .. ada .. ve . parsel sayılı taşınmazların eklemeli zilyetliğinin en az 60 yıldan beri kendisinde ve bayiinde olduğunu ileri sürerek davalı adına olan kayıtların iptali ve adına tescilini istemiştir. Davalı Hazine, kadastro tespitlerinin doğru olduğunu, davacı yararına zilyetlikle mülk edinme koşullarının gerçekleşmediğini açıklayarak davanın reddini savunmuştur.Mahalli mahkemece, 28.12.2009 tarihli ilk kararında özetle; dava konusu parsellerin davacının bayiine ait olduğu belli ise de, bu kişilerin adayı 1975-1976 yıllarında terk ederek Yunanistan’a gittikleri ve 2000’li yıllara kadar dönmedikleri dolayısıyla iradi terk gerçekleştiğinden davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekili, mahalli mahkeme kararının bozulması isteğiyle temyiz etmiştir.Yargıtay 8. HD.sinin 28.9.2010 gün 2010/1010 E, 4400 K. sayılı ilk bozma kararında özetle; “…MK.nun 976. maddesine göre fiili hakimiyetin geçici nitelikte sebeplerle kullanılmaması veya kullanma olanağının ortadan kalkması, zilyetliği sona erdirmez. Kanunda mevcut olan fiili hakimiyetin geçici nitelikte sebeplerle kullanılmaması unsuru ile kullanma olanağının ortadan kalkması ayrı ayrı iki unsur olarak ele alınmalıdır. Bu iki hal birbirinden farklı sebeplerdir. Dava konusu yerlerin 1978 yılında davacı tarafından terk edilmesi ve bilahare 2000 yılında tekrar adaya dönüp, zaman zaman taşınmazla ilgilenmesi iradi terk sayılmaz. Ayrıca, dava konusu taşınmaz tarım arazisi niteliğinde değildir. 80 ve 86 m2 yüzölçümünde insanların hayatlarını sürdürmek için ikamet ettikleri ev niteliğindedir. Uyuşmazlık konusu harap evler ve bahçeleri köy içinde oldukları için arsaya dönüşmüştür. Arsa niteliğindeki yerler üzerinde sürdürülen zilyetliğin ekonomik amaca uygunluğu aranmaz. Bu nedenlerle, ret kararı isabetsizdir…” gerekçeleriyle bozulmuştur. Yargıtay üyesi S.A karşı oy yazısında özetle; “…dava konusu taşınmazların dosyadaki tanık ve mahalli bilirkişi anlatımları ile mahalli mahkemenin ilk kararındaki gerekçesine göre: 1975-1976 yıllarında terk edildiği ve 2000 yıllara kadar adaya gelinmediği, Yunanistan’a giderken bu taşınmazların kullanım yada gözetiminin herhangi bir kişiye bırakılmadığı, dolayısıyla Dairenin yerleşmiş inançlarına göre iradi terkin gerçekleştiği kaldı ki, 3194 sayılı İmar Kanununa göre hangi taşınmazların arsa olarak niteliklerinin belirleneceği saptandığından imar planı olmayan ve üzerinde yıkık, harabe evlerin bulunduğu yerlerin arsa niteliğini alamayacağı…” gerekçeleriyle yerel mahkeme kararının onanması gerekirken, bozulmasının doğru olmadığı şeklindedir. Hazine vekilinin, karar düzeltme talepleri oyçokluğuyla reddedilmiştir. Bozmadan sonra dosya mahalline gelmekle, yerel mahkemece Yargıtay 8. HD.nin dosyada mevcut bozma ilamına uyulmuş ve davanın kabulüne, dava konusu taşınmazların Hazine adına olan tapu kayıtlarının iptaliyle davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir. Davalı Hazine iş bu kararı temyiz etmiştir. Yargıtay 8.HD.sinin 24.5.2012 gün 2011/7928 E, 2012/4753 K. sayılı ikinci bozma kararında özetle; “…iradi terkin gerçekleştiği, taşınmazın arsa niteliğini almadığı, vergi kayıtlarının bu yere uymadığı, komşu 261 ada 7 nolu parsele uygulanan tapu kaydının nizalı taşınmazlar yönünde davacı yada bayilerini okumadığı, davanın ve taşınmazların niteliği gereğince hükmüne uyulan önceki bozma kararının lehte ve aleyhte usulü kazanılmış hak oluşturmayacağı…” gerekçeleriyle yerel mahkeme kararı oyçokluğuyla bozulmuştur. Daire başkanı Y.U. karşı oy yazısında özetle; “…iradi terkin gerçekleşmediği ve TMK.nun 976. maddesi tartışılmış, taşınmazların metrekarelerinin küçük olduğu, harap ev nitelikleriyle arsa vasfına dönüştüğü, ilave gerekçe olarak ta TMK.nun 715/5. maddesindeki koşullarında gerçekleştiğinden bahisle…” bozmaya uygun olarak verilen yerel mahkemenin son kararının onanması gerekirken, bozulmasının doğru olmadığı biçimindedir. Dosya mahalli mahkemeye gitmekle yerel mahkeme 3.10.2012 günlü oturumunda önceki kararda direnilmesine, davanın kabulüne, dava konusu parsellerin Hazine adına olan tapu kayıtlarının iptaliyle davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar vermiştir.Söz konusu karar Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay HGK.da hükmüne uyulan önceki bozma kararı “ön sorun” olarak tartışmaya açılmış; yapılan oylamada “oyçokluğuyla ön sorun bulunduğuna” karar verilmiş ve dolayısıyla yerel mahkeme kararı işin esasına girişilmeden ön sorun vardır, kesin hüküm teşkil ettiğinden yerel mahkeme kararı onanmıştır. Dava dilekçesindeki iddia, Dairenin birinci ve ikinci bozma kararları her iki karardaki birbirine aykırı olan karşı görüşlerin kapsamlarından da anlaşılacağı üzere: dava, tespit öncesi eklemeli zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Dairemizin birçok emsal kararında açıklandığı üzere; TMK.nun 713/1 ve 3402 sayılı Kanunun 14 ve 17. maddelerine dayalı tescil, tapu iptali ve tescil davalarının kamusal yönü ağırlıklı olan davalardan olduğu, hakimin re’sen araştırma yetkisinin bulunduğu ve verilen kararların taraflar açısından lehte ve aleyhte kesin hüküm teşkil etmeyeceğine ilişkindir. Kaldı ki, gerek ilk bozma ve gerekse ikinci bozma kararları oyçokluğuyla verilmiş olup; bozmaların içeriği ve karşı oy yazılarının kapsamları bir bütün olarak değerlendirildiğinde: oybirliğiyle verilmiş bir karar ve görüşte bulunmaktadır. Yine, Dairenin G.. ile ilgili benzer emsal dosyalarında bu tür davalar koşulları gerçekleşmediği taktirde kabul edilmiş ise ret edilmesi biçiminde bozulmuş, ret edilenler genelde onanmıştır. Hiç kuşkusuz, bir yerde taşınmaz mülkiyetinin elde edilmesine ilişkin zilyetlik, imar-ihya, vergi kaydı, tapu kaydı vb. belgelerle belirlendiği yada ispatlandığı taktirde şahısların yada ilgililerin haklarının verileceği ve verilmekte olduğu kuşkusuzdur. Fakat, söz konusu parsellere revizyon görün vergi kayıtları zeytinlik niteliğinde olup, mera kaydı içerisindedir. Dolayısıyla bu vergi kayıtlarının dava konusu yerlerle hiçbir ilgi ve alakası yoktur. Yine, komşu 261 ada 7 nolu parsele uygulanan tapu kaydı bu yönde davacı yada bayilerini okumamaktadır. Davacının tutunduğu belge 2000’li yıllarda düzenlenmiştir. Davacı MK.nun 976. maddesindeki Daire çoğunluğunca ilk bozma kararında ve ikinci bozmaya ekli azınlık görüşünde tartışılan ve benimsenen görüşün aksine kendisine yada ailesine Devlet tarafından yapılan bir baskı, tazyik ve etkileme olmaksızın kendi hür iradeleriyle G..’yı terk ederek Yunanistan’a gitmiştir. Bir kısım üyelerin iddialarının aksine Kıbrıs Barış Harekatı Temmuz-Ağustos 1974 yıllarında Garantörlük Antlaşmasının verdiği hak ve yetkilerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Garantör diğer devlet İngiltere ile gerekli görüşmeler yapılmış, Uluslar arası diyaloklar bitmiş ve sonuçta Kıbrıs’taki Türk Cemaatin insan hak ve onuru ile yaşam ve diğer hakları garantörlük antlaşması çerçevesinde; diğer tarafça yapılmakta olan katliamların önlenmesi için yasal çerçevede kullanılmıştır. Hatta, bu husus, Kıbrıs Barış harekatı sonucunda Yunanistan’da albaylar cuntasına son verilmiş; demokrasiye de dönülmüştür. Bu nedenle, bir kısım üyelerce Kıbrıs Savaşı olarak nitelendirilerek Gökçeada’daki Türk Uyruklu Rum vatandaşların korkudan, devlet baskısından veya tazyikinden bahisle adayı, iş bu harekattan iki yıl sonra terk ettikleri izahtan varestedir. Yine, bu fikrin aksine, Yunanistan demokrasiye dönüldüğü için oraya gitmişlerdir. Kaldı ki, Dairenin, 7. ve 16. Hukuk Dairelerinin ve emsal olarak sunulan HGK.na ait kararın içeriğine göre iradi terk konusundaki görüşlerinin birçok kararda 10-15 yada 15-20 yıllık terklerin iradi terk olarak kabul edildiklerine ilişkindir.Netice olarak, somut olayda, MK.nun 976. maddesindeki koşulların davacı yararına gerçekleşmediği, dava konusu harap ev ve bahçesi nitelikli taşınmazların yasa gereği arsa vasfında olamayacakları, dosyadaki bilirkişi raporlarına göre bu evlerin en az 20-30 yıldan beri kullanılmaz vaziyette ve yıkık, harap, oldukları dolayısıyla iradi terkin gerçekleştiği, davanın ve gayrimenkullerin nitelikleri dikkate alındığında hükmüne uyulan önceki bozma kararının davanın taraflarının lehinde yada aleyhinde kesin hüküm teşkil etmeyeceği, dolayısıyla, herhangi bir ön sorun bulunmadığı, bu durumun HGK tarafından dosyaya emsal karar olarak gönderilen: Yargıtay Hukuk Genel Kurulunu 9.10.2013 gün 2013/1-154 E, 1460 K. sayılı kararıyla da birebir örtüştüğü, söz konusu kararın: incelemesinde kısaca, davacının: Hazine, davalı tarafın: şahıs olduğu, Hazinenin açtığı tapu iptali ve tesciline ilişkin davada G.. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine ilişkin 16.11.2011 gün 2010/13 E, 2011/72 K. sayılı kararının Yargıtay 1. HD.sinin 11.7.2012 gün 2012/1501 E, 8655 K. sayılı kararıyla bozulduğu, mahalli mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın reddine verilmiş ise de, daha önce davanın reddine ilişkin olarak verilen kararın Dairece zilyetlik koşullarının 5663 sayılı Yasayla değişik 2863 sayılı Yasanın 11. maddesi hükümleri gözetilerek mülk edinme koşullarının oluşup oluşmadığının araştırılması gereğine değinilerek bozulduğu, mahkemece bozmaya uyulduğu bu taşınmazların zaman zaman kullanıldığı ifade edilmiş ise de, mahalli bilirkişi beyanlarından taşınmazların önceki zilyetlerinin 1970’li yıllarda adayı terk ettikleri, taşınmazların uzunca bir süre terk edildiğine göre sonradan zilyetliği devralan kişinin zilyetliğine değer verilemeyeceği (TMK. 996. m.) öte yandan her ne kadar zirai bilirkişi tarım arazisi olduğu şeklinde rapor vermiş ise de, yapılan keşif sonucu dosyaya ibraz edilen fotoğrafların taşınmazların tarım arazisi niteliğinde olmadıkları ve zilyetlikle iktisabı mümkün olan yer niteliği taşımadıklarından zirai bilirkişi raporuna itibar edilemeyeceği vs. gerekçelerle ikinci kez mahalli mahkemenin kararı bozulmuştur. Yerel mahkemece ikinci bozmaya karşı verdiği direnme kararı ise Yargıtay HGK.da özel dairenin bozma kararı gibi oyçokluğuyla bozulmuştur. Bu karar kapsamına göre bir ön sorun gündeme getirilmemiş yada getirilmiş ise de ret edilmiştir. Kararlarda istikrar önemlidir.Netice olarak, Dairece oyçokluğuyla verilen ikinci bozma kararına karşı direnilmesi nedeniyle HGK.ca ön sorun olduğundan bahisle azınlık görüşü ve direnme kararının benimsenmesine ilişkin HGK.nun oyçokluğuyla verdiği karara katılmam mümkün değildir. İş bu dosyada ön sorun yoktur. Öyle ise işin esasına girilerek iradi terk var mıdır, yok mudur. Dolayısıyla zilyetlik yoluyla kazanma mümkün müdür, değil midir, konularının tartışılarak dosyadaki uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, ön sorun varlığından bahisle yazılı olduğu üzere oyçokluğuyla verilen HGK.nun kararı usul ve yasaya, dosya kapsamına sunulan emsal karara aykırı olup, belirttiğim gerekçelerle katılmam mümkün değildir. Israr kararının bozulması gerektiği kanaatindeyim.
Bilmeniz halinde fark yaratacak kararlar
Şirket adına çek ciro etme yetkisinin sözlü verildiği iddiası ispatlanabilir ise sahtecilik suçunun oluşumunu engeller
Kararı
VerenYargıtay
Dairesi : 11. Ceza DairesiMahkemesi :
ANKARA 6. Ağır CezaGünü :
05.06.2007
Sayısı :
264-181
Davacı :
K.H.Sanık :
Orhan
Resmi
belgede sahtecilik suçundan sanık Orhan ’in lehe kabul edilen 765
sayılı TCK’nun 342/1 ve 59/2. maddeleri uyarınca
TESPİT DAVALARINDA GÖREVLİ MAHKEME
Taraflar arasındaki "oda kaydının silinmesine dair işlemin iptali, üyelik kaydının devam ettiğinin ve davacının taksi durağında hak sahibi olduğunun tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bandırma 1.Asliye Hukuk Mahkemesince mahkemenin görevsizliğine dair verilen 06.09.2012 gün ve E:2
TİCARİ DEFTERLERİN TALEP EDİLMESİNE RAĞMEN İBRAZ EDİLMEMESİ / ALEYHE YORUMLANAMAMASI
Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Yalova 2.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 21.09.2011 gün ve 2010/507 E.-2011/342 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 12.06.2012 gün ve 2012/4241 E- 2012/99
Yargıtay
Yargıtay Karar Arama
Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Arama
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları Arama
Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır ?
Yargıtay Daire Bilgileri İle Dosya Sorgulama
Yargıtay Yerel Mahkeme Bilgileri İle Dosya Sorgulama
Yargıtay Kanunu
Yargıtay İş Bölümü
Yargıtay Haberleri
Karar Arama
Yargıtay Kararları
Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları
BAM Kararları
Danıştay Kararları
Anayasa Mahkemesi Kararları
Uyuşmazlık MAhkemesi Kararları
Karar Arama Nasıl Yapılır?
Emsal Karar ve Emsal Karar Arama Nedir?
Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır?
BAM Karar Arama Nasıl Yapılır?
Danıştay Karar Arama Nasıl Yapılır?
Anayasa Mahkemesi Karar Arama Nasıl Yapılır?