Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 528 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 1027 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ : Kayseri 1. İş MahkemesiTARİHİ : 20/02/2013NUMARASI : 2012/349-2013/94Taraflar arasındaki “rücuan alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri 1.İş Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 14.12.2011 gün ve 2011/391 E., 2011/604 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 15.03.2012 gün ve 2012/5097 E., 2012/4994 K. sayılı ilamı ile; (…Mahkemece, iş kazası sonucu vefat eden sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelir nedeniyle uğranılan Kurum zararının tahsili istemine ilişkin davada, Mahkemece davalı İşverenin % 60 (bu kusurun % 10 'nun davalı Ş.. D.. na ait olduğu) davalı F.. E..'in % 1, sigortalının ise % 39 oranında kusurlu oldukları kabul edilerek davalıların toplam % 61 oranında sorumlu olduklarına karar verilmiş olup, Mahkemece Kurum lehine oluşan usulü kazanılmış hakkın gözetilmediği anlaşılmıştır.Bozma öncesi yapılan yargılamada; davalı işverenin % 60 kusurlu, diğer davalılar F.. E.. ve Ş.. D..'nun kusursuz, sigortalının ise % 40 kusurlu oldukları kabul edilmiş olup, bu kararı temyiz etmeyen davalı işveren yönünden % 60 kusurun kesinleşmiş olması karşısında, davalı işveren yönünden % 60 oranının altında bir kusur oranının benimsenmesi Kurum lehine oluşan usuli kazanılmış hakkın zedelenmesi sonucunu doğuracaktır. Öte yandan, Kurum lehine oluşan usulü kazanılmış hak gözetilirken, ikinci kararı temyiz etmeyen davalılar Ş.. D.. yönünden % 10, F.. E.. yönünden ise, % 1 kusur oranının kesinleşeceği de gözönünde bulundurulmalıdır.Bu nedenle, öncelikle konusunda ve iş güvenliği alanında uzman bilirkişilerden oluşa ve mevzuata uygun, Kurum lehine oluşan usuli kazanılmış hakları gözeten davalıların kusur oran ve sorumluluklarını belirleyen kusur raporu alınmalıdır.Mahkemece, açıklanan maddi ve hukuki esaslar gözetilmeden, yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O halde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...)gerekçesi ile oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, rücuan alacak istemine ilişkindir.Davacı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) vekili dava dilekçesinde özetle; Kurum sigortalısının iş kazası sonucu vefat etmesi nedeniyle haksahiplerine gelir bağlandığını, iş kazasının oluşumunda iş güvenliği ile ilgili tedbirleri almayan işverenin ve taşeronun sorumluluğu bulunduğunu, iş müfettişi raporu ile davalıların sorumluluğunun belirlendiğini ve ceza mahkemesince verilen mahkumiyet kararlarının kesinleştiğini, davalıların 506 sayılı Kanun’un 87 ve 26. maddeleri uyarınca müşterek ve müteselsilen sorumlu olduğunu belirterek, Kurum zararının %75 kusura tekabül eden kısmının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.Davalı Ş.. D.. vekili cevap dilekçesinde özetle; sigortalının uzun zamandır çalıştığı ve deneyimli olduğunu, olay günü fırtına olduğundan çalışma yapılmadığı ve ölenin de olay sırasında çalışmadığını, inşaatta kalanları ziyaret dönüşü arabasına binmek için inşaatın altından geçmek istediği sırada fırtına nedeniyle yukarıdan düşen kalasın başına isabet etmesi nedeniyle hayatını kaybettiğini, ceza dosyası bilirkişi raporunun olayın özellikleri dikkate alınmadan düzenlendiğini, işgüvenliği tüzüğü ile bu olayın aydınlanmasının mümkün olmadığını ve müterafik kusurun nazara alınmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.Davalılar .. İnşaat Turizm Kuyumculuk Otomobil San. Ve Tic. Ltd. Şti. ile F.. E..; davaya cevap vermemiştir.Mahkemece; “sigortalının %40 müterafik kusuru oranında indirim ile Kurum zararının davalı.. Ltd. Şirketinden tahsili gerektiği, diğer davalıların olayın meydana gelmesinde kusurları bulunmadığı” gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne dair verilen ilk karar, davacı SGK vekili tarafından temyizi üzerine Özel Daire tarafından; “ceza davasında kusurlu bulunarak mahkum olanlar yönünden yeniden kusur raporu alınması” gerektiğinden bahisle bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyulmasına karar verilerek alınan kusur raporu uyarınca “%10'u Ş. D.'a ait olmak üzere davalı... şirketinin % 60, davalı F.. E..'in % 1 ve sigortalının %39 oranında kusurlu” olduğu gerekçesiyle %39 oranında müterafik kusur indirimi ile belirlenen Kurum zararının davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsiline dair davanın kısmen kabulüne dair verilen ikinci karar, davacı SGK vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle oyçokluğuyla bozulmuş, mahkemece karşı oy gerekçelerine de atıf yapılarak, usulü kazanılmış hakkın ihlal edilmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.Direnme kararı, davacı SGK vekili tarafından temyiz edilmiştir.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, direnme kararının davalı ... Ltd. Şirketine usulüne uygun olarak tebliğ edilip edilmediği, taraf teşkilinin yöntemine uygun şekilde sağlanıp sağlanmadığı ve taraf teşkili sağlanmadan direnme kararı verilmesinin mümkün olup olmadığı hususu ön sorun olarak incelenmiştir.Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle “tebligat”, “taraf teşkili”, “adil yargılanma” ve “hukuki dinlenilme hakkı” kavramları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır: Bilindiği üzere, çekişmeli yargıda kural olarak, duruşma yapılması zorunludur. Buna göre, hakim iddia ve savunma haklarını kullanabilmeleri için tarafları duruşmaya çağırmak zorundadır. Kanunun gösterdiği istisnalar dışında hakim tarafları dinlemeden veya iddia ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez. Taraflar duruşmaya çağrılmadan, eş anlatımla; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C. Anayasası’nın 36. maddesi ile 1086 sayılı öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt II, s.1876 vd).01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hukuki Dinlenilme Hakkı” başlıklı 27. maddesi (Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 73. maddesi) uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak, yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir. Buna göre mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Anayasamızın 36. maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukukî dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nde de hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 27. maddesi hükmüne göre: "(I) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.(2) Bu hak;a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,b) Açıklama ve ispat hakkını,c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini,içerir".Hukukî dinlenilme hakkı olarak maddede ifade edilen ve uluslararası metinlerde de yer bulan bu hak, çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Ancak, her yargılama süjesi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.Bu hakkın ikinci unsuru, açıklama ve ispat hakkıdır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir.Bu hakkın üçüncü unsuru, tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin de, kararların gerekçesinde yapılması gerekir (bkz. 6100 sayılı HMK.nun Hükümet Gerekçesi madde 32).Hukukî dinlenilme hakkı, sadece belli bir yargılama için ya da yargılamanın belli bir aşaması için geçerli olan bir ilke değildir. Tüm yargılamalar için ve yargılamanın her aşamasında uyulması gereken bir ilkedir. Bu çerçevede gerek çekişmeli ve çekişmesiz yargı işlerinde gerekse bu yargılamalarla bağlantılı geçici hukukî korumalarda, icra takiplerinde, tahkim yargılamasında, hatta hukukî uyuşmazlıklarla ilgili yargılama dışında ortaya çıkan çözüm yollarında, her bir yargılama, çözüm yolu ve uyuşmazlığın niteliğiyle bağlantılı şekilde hukukî dinlenilme hakkına uygun davranılmalıdır.Hukukî dinlenilme hakkına aykırılık -bir istinaf gerekçesi ve- temyizde de bozma sebebidir. Hakkın ihlâlinin niteliğine göre, yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilebilir. Ayrıca adil yargılanma ihlâli çerçevesinde de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurulabilir.Kanunda da açıkça belirtildiği gibi, hukukî dinlenilme hakkının temel üç unsuru bulunmaktadır (6100 sayılı HMK madde 27/2).Bunlardan ilki “Bilgilenme Hakkı” dır.Buna göre, hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Bilgilenme hakkı, gerek karşı taraf gerekse yargı organlarının işlemleri ve dosya kapsamına girip yargılamayı etkileyen her şeyi kapsar. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukukî dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçekten sağlanmaya çalışılmalıdır. Özellikle tebligat ve davetiye kurallarının uygulanmasında özen gösterilmelidir. Usûlüne uygun tebligat yapılmadan, davetiye çıkarılmadan, tefhimi mümkünse tefhim gerçekleşmeden yapılan işlemler taraflar bakımından sonuç doğurmaz. Taraflardan gizli yargılama yapılamayacağı için, yargılamaya dâhil olan her işlem bakımından taraflar, dosyanın korunması ve yargılamanın sağlıklı yürütülmesi dışında bir sınırlamaya tabî olmadan tam olarak bilgilenme hakkını kullanabilirler. Bu sınırlamalar da bilgilenme hakkını ortadan kaldırıcı nitelikte olmayıp sadece kullanılmasını yargılamanın sağlıklı işlemesi için belirli kurallara bağlamak şeklinde olabilir. Tarafların bilgisine açık olmayan hiçbir husus hükme esas alınamaz.Hakkaniyete uygun bir yargılanmanın gerçekleşmesini sağlayacak en önemli ilke ise silâhların eşitliği ilkesidir. AİHM’nin 6. maddesinin 1. bendinin ilk cümlesinde yer alan silâhların eşitliği ilkesi, yine, AİHM’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silâhların eşitliği ilkesi, dâvanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dahil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makûl bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usûlde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.Savunma hakkının yeterince kullanılamadığı bir yargılamanın doğru sonuçlar vermesi beklenemez. Adil yargılamayı gerçekleştirmeye yönelik her hukuk kuralı savunma hakkının varlığına işaret edecektir. Hak arama özgürlüğü ve bunun somut unsurlarından biri olan savunmanın yapılabilmesinin ilk koşulu ise tebligattır. Bir yargılama sırasında taraflar, yargılama hakkındaki ilk bilgilere ve bunun sonucunda iddia ve savunma yapabilme haklarına ancak usulüne uygun tebligat ile kavuşabilecek ve bu şekilde savunma yapılabilecektir. Bunun tersi olarak geçerli ve usulüne uygun bir tebligat olmaksızın yargılama yapılması ise, savunma hakkının dolayısıyla, en temel insan haklarından birinin ihlâli anlamına gelecektir (Mehmet Ruşen Gültekin, Adil Yargılanma Hakkının Gerçekleşmesini Sağlayan Araçlardan Milletlerarası Tebligat ve İstinabe, Ankara 2006, s. 17 vd.).Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilmesi, 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Yönetmelikte açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir (HGK’nun 04.03.2009 gün ve 2009/9-52 E. 2009/105 K.; 14.04.2010 gün ve 2010/21-200 E. 2010/216 K.; 20.04.2011 gün ve 2011/5-175 E. 2011/202 K. sayılı ilamları).Yetkili makamlar tarafından bir takım hukukî işlemlerin, bunların hukukî sonuçlarından etkilenmeleri amaçlanan kimselere kanuna uygun şekilde bildirimi ve bu bildirimin de usulüne uygun şekilde yapıldığının belgelenmesi olarak tanımlanan tebligat, Anayasa ile güvence altına alınan iddia ve savunma hakkının, daha da özelde hukukî dinlenilme hakkının tam olarak kullanılması ve bu suretle adil bir yargılamanın yapılmasını sağlayan çok önemli bir araçtır. Bir davada davalının, davacının açmış olduğu davadan haberdar olması, davaya cevap vermesi ve hatta cevap süresinin işlemeye başlaması için dava dilekçesinin tebliğ edilmesi gerekir. Aksi durumun, ilgilinin hak arama hürriyetini kısıtlayacağına şüphe yoktur. Aslında hemen her hukuksal işlemin tebligat ile sonuç doğuracağını söylemek mümkündür.Bir davada tarafların teşkil edilebilmesi, bu sayede davada karşılıklılık, çelişikliğin sağlanabilmesi ve iddia ve savunmalarda bulunulabilmesi için taraflarla, taraflar dışındaki tanık ve bilirkişi gibi üçüncü kişilere usulüne uygun tebligat yapılması gereklidir. Tebligat sayesinde, ilgililer duruşmaya davet olunur ve kendilerine, yargılama hakkındaki ilk bilgiler, tebliğ konusu dilekçeler verilir. Tebligat, yargılamanın makûl sürede yapılıp sonuçlandırılması, hak ve adaletin gecikmeden yerine getirilmesi açısından önemli bir usûli işlemdir (Mehmet Ruşen Gültekin, a.g.e., s. 16, 17).Bu bakımdan, davetiyenin ve tebliğ tutanaklı zarfın, davadaki ve takipteki önemi büyüktür. Tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemi olduğundan tebligat ile ilgili olarak 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan yönetmelik hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve yönetmeliğin amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve yönetmelikte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir.Tebligat Kanunu ile Yönetmeliğinde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz. Şu hale göre; yazılı tebligat, bir davaya ilişkin işlemleri o davayla ilgili kişilere bildirmek için, mahkemelerce Kanuna uygun biçimde yapılan bir belgelendirme işlemidir. Dolayısıyla, kanun ve yönetmelik hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve Yönetmeliğin belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.Yukarıdaki açıklamaların ışığında kısaca belirtmek gerekirse, çekişmeli yargıda kural olarak, duruşma yapılması zorunludur. Buna göre, hakim iddia ve savunma haklarını kullanabilmeleri için tarafları duruşmaya çağırmak zorundadır. Kanunun gösterdiği istisnalar dışında hakim tarafları dinlemeden veya iddia ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez. Buna göre, taraf teşkili dava şartı olup, davanın her aşamasında mahkemece re’sen nazara alınması gereken bir olgudur ve mahkemenin, duruşma gününü, kararını, bozma ilamını, bozma sonrası duruşma günü ve direnme kararını taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması, usulün amir hükmü gereğidir.Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi; bozma sonrası yargılamanın devamı, uyup uymama yönündeki kararın verilebilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden usulünce haberdar edilmesi ve böylece taraf teşkilinin sağlanması ile mümkündür. Bu yolla kişi, hangi yargı merciinde duruşması bulunduğuna, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğuna, yargılamanın safahatına, bozma ilamının içeriğine, bozma sonrası duruşmanın hangi tarihte yapılacağına, verilen kararın ne olduğuna, 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Yönetmeliğinde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile vakıf olabilecektir.Görüldüğü üzere, taraf teşkili sadece davanın açılması aşamasında değil, yargılamanın diğer aşamalarında da önem taşımaktadır. Mahkemenin, bozma ilamına uyma ya da direnme konusunu karara bağlamadan önce de, bozma ilamını ve duruşma gününü taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması, 6217 sayılı Kanun’un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)'nun 429. maddesinin amir hükmü gereği, zorunludur. Nitekim, bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 1086 sayılı HUMK’nun 429/2. maddesinde, “…Mahkeme, temyiz edenden 434'ncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.” hükmü öngörülmüştür.Bu açık hüküm karşısında mahkeme, bozma ilamını taraflara tebliğ edip; kendiliğinden tarafları duruşmaya davet etmekle yükümlüdür. Belirtilen usulü işlemler tamamlanmadan ve bozma sonrası taraf teşkili sağlanmadan, mahkemece direnme ya da uyma kararı verilmesi olanaklı değildir.Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.12.2012 gün ve 2012/11-1065 E 2012/1438 K.; 14.12.2011 gün ve 2011/21-866 E. 2011/752 K.; 23.11.2011 gün ve 2011/11-554 E. 2011/684 K.; 20.04.2011 gün ve 2011/5-175 E. 2011/202 K.; 14.04.2010 gün ve 2010/21-200 E. 2010/216 K.; 26.09.2007 gün ve 2007/11-652 E. 2007/624 K ile 02.07.2003 gün ve 2003/2-408 E. 2003/467 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.Yukarıda açıklanan mevzuat hükümleri ve konuya ilişkin ilkeler gözetilerek, somut olay değerlendirildiğinde :Mahkemece; davalı ... İnşaat Turizm Kuyumculuk Otomobil San. Ve Tic. Ltd. Şirketine yargılama sırasında yapılan tebligatların incelenmesinde;Davalı şirketin dava dilekçesinde bildirilen “.. Mah. ....Cd ... İş Merkezi No:12/46 Kayseri” adresine çıkarılan tebligatın, “Gösterilen adres boş ve kapalı, Muhatap adresten taşınmıştır-İade-14.05.2003” açıklaması ile bila tebliğ iadesi üzerine, ticaret sicil memurluğunca bildirilen “Yenidoğan Mah. Kömürciler Sit. . Sk No:. . Kayseri” adresine gönderilen tebligat; “Adreste bulunan B.S. imzasına tebliğ edildi-25.06.2008” açıklaması ile tebliğ edilmiş, mahkemenin 05.06.2009 tarihli ilk kararı şirkete “Muhatap firma yetkilisi B. S. imzasına tebliğ edildi-24.09.2009” açıklaması ile, Özel Daire'nin 04.04.2011 tarihli ilk bozma kararı, “Aynı çatı altında reşit olan yetkili M. S. imzasına tebliğ edildi-25.01.2012”tebliğ edilmiştir. Yine Özel Dairenin 15.03.2012 tarihli ve ticaret sicil memurluğunca bildirilen adresine çıkarılan ikinci bozma kararını içeren tebligat bu kez, “Dağıtım esnasında tüzel kişilikte yetkili kişilerin çarşıda olduğunu ve kendisinin şirketin daimi çalışanı olduğunu beyan eden M. S. imzasına tebliğ edildi-21.06.2012” açıklaması ile tebliğ edilmiş ise de, direnme kararı “Aynı çatı altında reşit olan kendisi B. S.imzasına tebliğ edildi-21.03.2013” açıklaması ile tebliğ edilmiştir.Belirtilmelidir ki, davalı şirket yargılama aşamasında yazılı veya sözlü beyanda bulunmadığı gibi, dosya içinde davalı şirkete ait imza sirküleri de yer almamaktadır.Bilindiği üzere, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun konuya ilişkin ve “Hükmi Şahıslara ve Ticarethanelere Tebligat” başlıklı 12. maddesinde: “Hükmi şahıslara tebliğ, salahiyetli mümessillerine, bunlar birden ziyade ise, yalnız birine yapılır.Bir ticarethanenin muamelelerinden doğan ihtilaflarda, ticari mümessiline yapılan tebliğ muteberdir.”“Hükmi Şahısların Memur Ve Müstahdemlerine Tebligat” başlıklı 13. maddesinde: “Hükmi şahıslar namına kendilerine tebliğ yapılacak kimseler her hangi bir sebeple mûtat iş saatlerinde iş yerinde bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamayacak bir halde oldukları takdirde tebliğ, orada hazır bulunan memur veya müstahdemlerinden birine yapılır.” hükümleri yer almaktadır.25.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren Tebligat Kanunu'nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik öncesi dönemde yürürlükte bulunan Tebligat Tüzüğü’nün: “Hükmi Şahıslara Ve Ticarethanelere Tebligat” başlıklı 17. maddesinde; “Hükmi şahıslara tebliğ salahiyetli mümessillerine, bunlar birden ziyade ise yalnız birine yapılır.Vekaletlerin ve bunların teşkilatının, mülhak ve hususi bütçeli idarelerle belediyelerin, köylerin ve hususi kanunlarına müsteniden kurulmuş olan teşekküllerle, şirketlerin ve cemiyetlerin salahiyetli oldukları mümessilleri tabi kanunlara ve statülerine göre tayin edilir.Hükmi ve hakiki şahsa ait bir ticarethanenin muamelelerinden doğan ihtilaflarda, ticarethanenin o muamelede salahiyetli ticari mümessiline yapılan tebliğ muteberdir.” “Hükmi Şahısların Memur Ve Müstahdemlerine Tebligat” başlıklı 18. maddesinde: “Yukarıki madde mucibince tebliğ yapılacak kimseler herhangi bir sebeple mütat iş saatlerinde işyerinde bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamıyacak bir halde oldukları takdirde tebliğ, hükmi şahsın o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine yapılır.Şu kadar ki, kendisine tebliğ yapılacak memur veya müstahdemin, hükmi şahsın yerdeki teşkilatı veya personeli içinde vazife itibariyle tebligatın muhatabı olan hükmi şahsın mümessilinden sonra gelen bir kimse veya evrak müdürü gibi esasen bu kabil işlerle tavzif edilmiş bir şahıs olması lazımdır.Bunların da bulunmadığı tebliğ mazbatasında tesbit edildiği takdirde tebligat, o yerdeki diğer bir memur veya müstahdeme yapılır.” düzenlemelerine yer verilmiştir. Yine, yargılama sırasında, 25.01.2012 tarihinde yürürlüğe giren Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin; “Tüzel kişilere ve ticari işletmelere tebligat” başlıklı 20. maddesinde,“(1) Tüzel kişilere tebliğ yetkili temsilcilerine, bunlar birden çok ise yalnız birine yapılır.(2) Bakanlıkların ve bunların teşkilatının, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri, (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idareler, (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlar, (IV) sayılı cetvelde yer alan sosyal güvenlik kurumları ile il özel idarelerinin, belediyelerin, köylerin ve özel kanunlarına dayanılarak kurulmuş bulunan teşekküllerle, şirketlerin, derneklerin ve vakıfların yetkili temsilcileri, bağlı bulundukları kanunlara ve statülerine göre tayin edilir.(3)Gerçek ve tüzel kişilere ait ticari işletmelerin işlemlerinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda, ticari işletmenin o işlemde yetkili ticari temsilcisine yapılan tebliğ geçerlidir.”“Tüzel kişilerin memur ve müstahdemlerine tebligat” başlıklı 21. maddesinde,“(1) Tüzel kişiler adına tebligatı almaya yetkili kişiler, herhangi bir sebeple mutat iş saatlerinde işyerinde bulunmamaları veya o sırada evrakı bizzat alamayacak bir halde olmaları durumunda tebliğ, tüzel kişinin o yerdeki sürekli çalışan memur veya müstahdemlerinden birine yapılır.(2) Ancak, kendisine tebliğ yapılacak memur veya müstahdemin, tüzel kişinin o yerdeki teşkilatı veya personeli içinde görev itibariyle tebligatın muhatabı olan tüzel kişinin temsilcisinden sonra gelen bir kimse veya evrak müdürü gibi esasen bu tür işlerle görevlendirilmiş bir kişi olması gereklidir.(3) Bu kişilerin de bulunmaması halinde, bu husus tebliğ mazbatasında belirtilir ve tebliğ, o yerdeki diğer bir memur veya müstahdeme yapılır.” düzenlemelerine yer verilmiştir.Türk Ticaret Kanunu hükümleri uyarınca, ticaret şirketleri hükmi şahsiyeti haiz olup, üçüncü şahıslar ile olan ilişkilerinde ortaklardan oluşan mümessil-organ veya dışarıdan tayin edilen sair mümessiller tarafından temsil olunduklarından, ticaret şirketlerinde tebligatın şirketlerin “salâhiyetli mümessillerine (yetkili temsilcilerine)” yapılması icap eder. Salâhiyetli mümessiller ibaresiyle evvela şirketleri kanunen temsile yetkili organlar ve bu organlar adına hareket edenler kastedilmiştir. Görülmektedir ki, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 12. ve 13. maddelerinde tüzel kişilere tebligatın yapılma usulü açıklanmış; tebligatın, bunların tabi oldukları kanunlara ve statülerine göre belirlenecek yetkili temsilcilerine, eğer tüzel kişinin yetkili temsilcisi yoksa veya evrakı bizzat alamayacak bir halde ise; görev itibariyle temsilciden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi bu işle görevlendirilmiş bir kişiye, o da yoksa tüzel kişinin o yerdeki memur veya müstahdemlerinden birine, yapılacağı öngörülmüştür. Eğer, tebligat tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapılmamış ve sıralı kişilere yapılmışsa, bunun nedenlerinin açıkça ve ayrıntılı olarak tebligat mazbatasına yazılması gereğine de işaret edilmiştir. Hukuk Genel Kurulu’nun 04.04.2007 gün ve 2007/12-200 E. 2007/187 K., 30.12.2009 gün ve 2009/12-563 E. 2009/600 K. ile 13.05.2009 gün ve 2009/12-184 E. 2009/187 K. sayılı ilamlarında da aynı husus vurgulanmıştır.Yukarıda açıklandığı üzere, hükmi şahıslara tebliğ, salahiyetli mümessillerine (yetkili temsilcilerine), bunlar birden ziyade ise, yalnız birine yapılır. Eğer hükmi şahıslar namına kendilerine tebliğ yapılacak kimseler her hangi bir sebeple mutat iş saatlerinde iş yerinde bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamayacak bir halde oldukları takdirde tebliğin, orada hazır bulunan memur veya müstahdemlerinden birine yapılması gerekmekte olup, davalılardan Yöre Şirketine yapılan tebligatların, tüzel kişinin yetkili temsilcisine yapıldığına ilişkin belge bulunmadığı gibi, davalıya yapılan tebligatların hiçbiri Tebligat Kanunu'nun 12 ve 13. maddelerinin aradığı sıralı kişilere yapılma nedenlerine dair şerhleri içermediğinden, davalı şirkete yapılan tebligatların usulüne uygun olduğundan sözetmek mümkün bulunmamaktadır.Şu durumda, mahkemece, bozma ilamı ve bozma sonrası duruşma günü davalıya usulünce tebliğ edilmeden, taraf teşkili sağlanmadan, duruşma açılarak; davalının yokluğunda ve onun savunma hakkını kısıtlar biçimde yargılamanın yapılıp direnme kararı verilmesi, usul ve yasaya aykırıdır.Mahkemece yapılacak iş; dava dilekçesi, Özel Daire bozma ilamı ile duruşma günü ve direnme kararının 7201 sayılı Kanun hükümlerine uygun olarak davalıya yöntemince tebliği ile taraf teşkili sağlanması ve ancak bu usulü gerek tamamlandıktan sonra bir karar vermek olmalıdır. Bu nedenle ön sorunun açıklanan nedenlerle kabulü ile direnme kararının diğer hususlar incelenmeksizin bu değişik ve usule ilişkin nedenlerle bozulması gerekmiştir. S O N U Ç: Davacı SGK vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususlara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8/3. fıkrası uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 16.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.