MAHKEMESİ : Bakırköy 9. İş MahkemesiTARİHİ : 29/04/2010NUMARASI : 2010/149-2010/276Taraflar arasındaki işe iade davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 9.İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 16.02.2009 gün ve 2008/1024-2009/58 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 21.12.2009 gün ve 2009/13538-36415 sayılı ilamı ile ; (....Davacı vekili, davacının iş sözleşmesinin, geçerli neden olmadan, davalı işveren tarafından feshedildiğini belirterek, feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili, işe iade davası açıldıktan sonra davacının işe çağrıldığını ancak davacının başlamadığını, ayrıca yapılan feshin de geçerli nedenlerle yapıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, “Davacının dava açıldıktan sonra davalı tarafça işe davet edildiği, ve davacı tarafından da işe davet yazısında aynı şartlardan neyin kastedildiğinin açık olmadığı, 22.09.2008 tarihinde cevaben yazılan ihtarnamede, iş akdinin feshedildiği anda maaş ve diğer haklarla ilgili birtakım açıklamalarda bulunulduktan sonra davacının eksik yatırılan primlerinin de ödenerek uğradığı zararın giderilmesi ve SSK primlerinin 03.07.2006 tarihinden itibaren hesaplanarak düzeltilmesi ve yatırılması gerektiği şart olarak ileri sürülmek sureti ile kabul edilmesi halinde davacının işe başlayacağı işverene bildirilmiştir. Davalı işveren tarafından dava açıldıktan sonra davacı işe davet edilmiş olmakla feshin geçersiz olduğu kabul edilmiştir. Davacı kendisine yapılan işe davet üzerine verilen süre içinde işe başlayıp da iş akdinin fesihten önce yararlandığı haklardan faydalandırılmaması halinde iş akdini haklı nedenlerle fesih yoluna gidebilecek veya bu konuda yasal yollara başvurması halinde işveren tarafından iş akdinin sona erdirilmesi durumunda iş güvencesinden faydalanma hakkı bulunabilecektir. Davacıya davalı şirket tarafından sağlandığı iddia edilen parasal yardımlar ve davacı tarafça gerçek miktar olduğu ileri sürülen ücret miktarının doğruluğu kabul edilse bile davacı işe başlamak için iş akdinin sona erdiği andaki şartlardan daha fazlasını işverenden istemektedir. Nitekim Yasal sonuçlarına işverenin katlanma yükümlülüğü olmakla birlikte davacının SGK primleri iş akdinin feshedildiği anda zaten davacı tarafından bildirilen miktarlar üzerinden yatırılmamaktadır. Dolayısıyla davacının işe davet edilmesi üzerine davacının işe başlaması ancak iş akdinin feshedildiği tarihteki şartların uygulanmadığının anlaşılması halinde bu hususu kanıtlamak sureti ile iş akdini haklı olarak feshetmesi veya yine bu hususu ispatlamak sureti ile iş akdinin feshedildiği andaki şartların uygulanmasının sağlanması amacı ile yasal yollara başvurmasının gerektiği anlaşılmakla iş güvencesi kurallarının konuluş amacına aykırı olarak davacının kendisi için haklı fesih sebeplerini ileri sürmek sureti ile işe başlamaması nedeni ile feshin geçerli hale geldiği” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir. 4857 sayılı İş Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca işçinin iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilmesi işçinin işletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili ve yardımcıları veya işyerinin bütününü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekili konumunda bulunmaması gerekir. İş güvencesinden yararlanamayacak işveren vekilleri herşeyden önce, işletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekilleri ile yardımcıları olduğuna göre, işletmenin tümünü yöneten genel müdürler ile yardımcıları iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacaktır. Ancak belirtelim ki, işyerinde genel müdür veya genel müdür yardımcısı unvanının kullanılması tek başına iş güvencesi kapsamı dışında bulunma sonucunu doğurmaz. Önemli olan, kendisine temsil yetkisi verilip verilmediği ve işletmenin bütününü yönetip yönetmediğidir; bu hususta görev tanımı ve konumuna bakmak gerekir. İş güvencesinden yararlanamayacak işveren vekillerinin ikinci gru¬bunu, işletmenin değil de işyerinin bütününü yöneten ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleridir. Buna göre, işletmenin bütününü sevk ve idare edenler, başka bir şart aranmaksızın işveren vekili sayılırken; işletmenin değil de işyerinin bütününü sevk ve idare edenlerin 18’nci madde anlamında işveren vekili sayılabilmesi için ilave olarak, işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisini haiz olması şartı aranır. İşyerinin tümünü sevk ve idare ile işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi katlanmış olarak, birlikte aranır. Bu işyeri işletmeye bağlı bir işyeri de olabilir. Dolayısıyla bir banka şubesi müdürü ile fabrika müdürü, işyerini sevk ve idare etmekle beraber, özgür iradesi ile işçi alma ve işten çıkarma yetkisi yoksa İş Kanunu’nun 18’nci maddesi anlamında işveren vekili sayılmaz. İş güvencesinden yararlanır. Aynı şekilde, işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan insan kaynakları müdürü ile personel müdürü, işyerinin tümünü yönetmediğinden iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilecektir. Ancak işletmeye bağlı bir işyerinde, bu işyerinin tümünü sevk ve idare eden, ayrıca işe alma ve işten çıkarma yetkisi olan işçi, iş güvencesi hükümlerinden yararlanamaz. Dairemizin uygulaması da bu yöndedir. (26.05.2008 gün ve 2007/35929 Esas, 2008/12484 Karar sayılı ilamımız). Mahkemece, yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmişse de, yapılan inceleme hüküm kurulması için yeterli değildir. Dosya içeriğinden, davalı tarafın davacıyı işe davet ettiği, davacının ise davetin samimi olmadığını belirterek buna uymadığı anlaşılmaktadır. Davacıya ödenen ücret miktarı bu davanın konusu değilse de, işverence yapılan davetin samimi olup olmadığının tespiti yönünden, ücretin miktarının ne olduğu ve bordroya yansıtılıp yansıtılmadığı, taraf tanıkları yeniden dinlenip kendi durumları da sorulduktan sonra sonuca gidilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır. Öte yandan, dosya içeriğinden, davacının işçi alıp çıkarma konusunda bir takım işlemler yaptığına dair davalı tarafça yazılı belge ibraz edilmiş olmakla, davacının bu konuda yetkisinin olup olmadığı, varsa fesih tarihi itibari ile devam edip etmediği, bu yetkinin davacı tarafça tek başına kullanılıp kullanılmadığı konuları da açıklığa kavuşturulmalıdır....)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN: Davacı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin haksız ve geçersiz nedenle feshedildiği iddiası ile feshin geçersizliğine, işe iadeye hükmedilmesi istemiyle dava açmıştır.Davalı vekili, işe iade davası açıldıktan sonra davacının işe çağrıldığını, ancak davacının kabul etmediğini, feshin de geçerli nedenlerle yapıldığını, ifadeyle davanın reddini savunmuştur.Yerel mahkeme, davanın reddine karar vermiştir.Hüküm, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıya aynen alınan gerekçeyle bozulmuş, Yerel mahkemece direnme kararı verilmiştir. Hükmü temyize davacı vekili getirmektedir.Hukuk Genel Kurulu’nda görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce, 4857 sayılı İş Kanununun 20/3.maddesinde yer alan “mahkemece verilen kararın temyizi halinde Yargıtay ilgili Dairesinin vereceği kararın kesin olduğu” hükmü karşısında, Yargıtay Özel Daire kararının direnmeye konu edilip edilemeyeceği, yerel mahkemece önceki hükümde direnme kararı verilip verilemeyeceği, ön sorun olarak tartışılmıştır.Sorunun çözümü 4857 sayılı İş Kanununun 20.maddesinin incelenip irdelenmesini zorunlu kılmaktadır. Şöyle ki; 4857 Sayılı yeni İş Kanununun 20.maddesi:“İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gözetilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. Toplu iş sözleşmesinde hüküm varsa veya taraflar anlaşırlarsa, uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür. Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır, mahkemece verilen kararın temyizi halinde Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir. Özel hakemin oluşumu çalışma esas ve usulleri bu yönetmelikle belirlenir.”Hükmünü getirmiştir.Madde ile iş aktinin feshinin geçersizliğine ilişkin açılacak bir davanın seri yargılama usulüne göre kısa süre içerisinde sonuçlandırılması düşüncesi, işçinin emek gelirinden olanaklar ölçüsünde çok kısa bir süre yoksun kalması ilkesinden kaynaklanmış ve bu nedenle de Yargıtay Özel Dairesince verilecek kararın kesin olması amaçlanmıştır.Benzer nitelikteki düzenlemelere; 2821 sayılı Sendikalar Yasasının 4.maddesi, 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun 3, 12, 15 ve 60. maddelerinde de yer verilirken iş hukukuna yön veren temel ilke ve düşüncelerden hareket edildiği, Hukuk Genel Kurulu’nun 13.03.1985 gün 1984/9–834 Esas ve 1985/201 Karar sayılı kararında da, benzer bir konunun ele alındığı görülmüş ve 2822 sayılı Kanunun 15. maddesinde yer verilen “Yargıtay’ca... kesin karara bağlanır.” hükmü ile yasa koyucunun burada bozma kararına karşı direnme yolunu kapamayı amaçladığının vurgulandığına işaret edilmiştir.Açıklanan nedenlerle, (kesin karar verme) hususunun Yargıtay Özel Daire kararının kesin olduğunu amaçladığı, bunun için de direnmeye konu edilemeyeceğini kabul etmek gerekir. Yasa koyucu burada açıkça, “Yargıtay’ca kesin olarak karara bağlanır” demek suretiyle, bozma kararına karşı direnme yolunu kapamış bulunmaktadır.Nitekim aynı ilke, Hukuk Genel Kurulu’nun 20.10.2004 gün ve 2004/9-510 E.,2004/557 K.; 08.12.2004 gün ve 2004/9-654 E.,2004/664 K.; 21.09.2005 gün ve 2005/9-474 E.,2005/510 K.; 23.11.2005 gün ve 2005/9-579 E.,2005/648 K.; 12.04.2006 gün ve 2006/9-211 E., 2006/195 K.; 18.10.2006 gün ve 2006/9-621 E.,2006/673 K.; 03.12.2008 gün ve 2008/9-716 E.,2008/726 K.; 27.01.2010 gün ve 2009/9-592 E., 2010/35 K.; 24.02.2010 gün ve 2010/9-33 E. 2010/105 K sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, Özel Daire bozma kararının kesin olduğu ve direnme yolunun kapalı bulunduğu gözetilerek, bozma ilamına bu nedenle uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Mahkemece yapılacak iş; yasa gereği kesin olan daire kararına uyularak karar vermek olmalıdır. Direnme kararı belirtilen değişik nedenle bozulmalıdır.SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının yukarıda açıklanan değişik nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 13.10.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.