Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 423 - Karar Yıl 2016 / Esas No : 1661 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ : Yargıtay 13. Hukuk Dairesi (İlk Derece)Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 13. Hukuk Dairesince; “Davacı, dilekçesinde Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimi olan davalının haksız yere davasını red ettiğini bu nedenle maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek tahsilini istemiştir. Davalı, davanın reddini dilemiştir.Dava, davalı tarafından verilen karar sonucu zarara uğradığını iddia eden davacının talebinden ibarettir. Mahkemece esas hakkında yapılan inceleme sonunda davanın reddine karar verilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2010/11739 Esas 2011/13517 Karar sayılı ilamı ile adı geçen bu davanın Devlet aleyhine devam olunacağı hükmü nedeni ile Yerel Mahkeme tarafından dosya görev nedeni ile reddine karar verilmiş, bu karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 2013/13 Esas 2013/24 Karar sayılı ilamı ile Yargıtay 13. Hukuk Dairesi Başkanlığına gönderilmiştir.Eldeki davada davacı; 6100 sayılı HMK 46/(c) bendine aykırı karar veya hüküm verilmiş olduğunu ileri sürerek, davalı Hazine’den tazminat isteminde bulunduğuna göre, davanın dayanağı 6100 sayılı HMK’nun 46 ve 6110 sayılı Kanunla değişik 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa eklenen 93/A maddesi hükümleri olup bu durum öncelikle, davanın dayanağını oluşturan hâkimlerin sorumluluğuna ilişkin ötedenberi kabul gören ilkelerin açıklanması, ardından hâkimin sorumluluk sebeplerini düzenleyen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesi ile hakimlerin hukuki sorumluluğuna dair yeni genel düzenlemeler içeren 09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” hükümlerinin irdelenmesi gerekmiştir. Yargı yetkisinin özellikleri; hâkimlerin kişisel sorumluluğunda, özel bir sorumluluk düzeninin uygulanmasını zorunlu kılmıştır. Zira, yargı görevinin bağımsızlık ve tarafsızlık içinde, aksatılmadan yerine getirilmesi esastır. Gerçekten, hâkimlerin diğer Devlet Memurlarının tabi bulundukları sorumluluk esaslarına bağlanmaları, yaptıkları her işlemin aleyhlerine bir tazminat davasına yol açabileceğini düşünmelerine ve bunun sonucu olarak tereddüt içinde kalmalarına yol açabilir. Şu da belirtilmelidir ki; adaletin gerçekleşmesi, hâkim hakkında sorumsuzluk müessesesinin kabulünü gerektirmez. Ancak, hâkimin hukuki sorumluluk halleri benimsenirken, yargısal faaliyetten ibaret olan esas görevinin aksatılmamasına büyük özen gösterilmesi gerekir. Gelişigüzel bir sorumluluk sisteminin benimsenmesi, hâkimin bağımsızlığını ve tarafsızlığını tehlikeye düşürebilir.Bu düşünceden hareketle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, Hâkimin bağımsızlığı kadar tarafsızlığını da güvence altına almak amacıyla onun Hukuki sorumluluğunu sınırlı hallerde kabul etmiş ve aynı zamanda sorumluluğun tespitini özel bir usule tabi tutmuştur. Hâkimlerin sorumluluğunu doğuran haller; mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ila 576. maddelerinde düzenlenmişti.Burada dikkat edilmesi gereken husus, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun hâkimin sorumluluğundan kaynaklanan davalarda, dava sebepleri, görevli merciler ve yargılama usulüne dair 573 ve müteakip maddeleri, istisnai ve sınırlı bir alanla düzenlemede bulunduğundan kıyas yolu ile uygulama alanının genişletilmesi olanaklı değildir.Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 14.11.1970 gün ve 186/623 sayılı kararında da anılan usul hükümleri sıralanarak, "...Kanun bu gibi davalarda dava sebeplerini tahdit etmiş, görevli mercileri özel suretle belirtmiş, dava sabit olmadığı takdirde davacının para cezası ve tazminat ile sorumlu tutulmasını emretmiştir...” ifadeleriyle, hakimin hukuki sorumluluğunun sınırlı hallerde kabul edildiği ve sorumluluğun tespitinin özel bir usule tabi bulunduğu vurgulanmıştır. Açıklanan hükümler, hâkimin vicdani kanaatindeki bağımsızlığını, yargı erkinin herhangi bir etki altında kalmamasını ve adalete güven duygusunun sarsılmamasını temin amacıyla Yasa’ya konulmuştur.Bu amaçla, 14 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren, 09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla, hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri kararlar nedeniyle açılacak tazminat ve rücu davalarında yeni düzenlemeler getirmiş ve hâkimlerin hukuki sorumluluğu konusundaki davaların Devlet aleyhine açılacağı esası benimsenmiştir.6110 sayılı Kanunla getirilen sistemde, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573. maddesinde tahdidi olarak sıralanan sorumluluk sebepleri yönünden her hangi bir değişiklik cihetine gidilmemekle birlikte, hâkimin sorumluluğundan kaynaklanan davalarda, görevli merciler ile dava dilekçesinin düzeni ve eklenecek belgeler için özel bir yöntem öngören 575. maddesinde yer alan düzenlemeye yer verilmemiştir.Nihayet, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu ek ve değişiklikleri ile birlikte tümüyle yürürlükten kaldıran, 12.01.2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 01 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe girmiş ve “Hakimin Hukuki Sorumluluğu” başlığı altında yer verilen düzenlemeyle, 46 ila 49. maddelerinde sorumluluk sebepleri, yargılamada görevli merci, dava dilekçesine dair özel yöntem ve davanın reddi halinde verilecek cezaya dair özel hükümler getirilmiştir. Bu cümleden olarak, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesinde yer alan sorumluluk sebepleri, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573/7 maddesindeki: “Memuriyet vazifesini yapmakta ihmal ve terahi gösterilmesi veya kanuna göre verilen emirlerin makbul bir sebep olmaksızın yapılmaması” şeklinde yer alan düzenleme hariç, tahdidi olarak sayılan sorumluluk sebeplerine paraleldir. Madde gerekçesinde, “Hükümde, hâkimlerin sorumluluğunu gerektiren sebeplerin, genel olarak belirtilmediği, daha önce 1086 sayılı Kanunun 573. maddesinde olduğu gibi tahdidi olarak sayma yoluna gidildiği, böylece hâkimlerin daha ağır bir sorumluluk rejimiyle karşılaşmalarının engellenmek istenildiği” ifade edilmiştir.Görüldüğü üzere; hakimlerin sorumluluğundan kaynaklanan tazminat davası, normal bir eda davası görünümünde olmakla birlikte, az yukarıda açıklanan mülahazalarla taraflarına ve sorumluluk sebeplerine dair özel düzenlemelerin yanı sıra, görevli yargı mercii yönünden de özel yasal düzenlemelere tabi tutulmuştur. Dava tarihinden önce yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun, “Hakimin Sorumluğu”nu düzenleyen İkinci Ayırımın “Dava Dilekçesi ve Davanın İhbarı” başlığı altında düzenlenen 48. maddesinde; “Tazminat davası dilekçesinde hangi sorumluluk sebebine dayanıldığı ve delilleri açıkça belirtilir; varsa belgeler de eklenir” hükmüne yer verilmiştir. Yukarıda da vurgulandığı üzere, hâkimlerin hukuki sorumluluğunda yargı yetkisinin özellikleri, öteden beri özel bir yargılama düzeninin uygulanmasını zorunlu kılmıştır. Zira, yargı görevinin bağımsızlık ve tarafsızlık içinde aksatılmadan yerine getirilmesi esastır.Tüm bu açıklamalar çerçevesinde işin esasına bakıldığında Üsküdar 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2005/321 Esas 2006/345 Karar sayılı ilamının davacı tarafça süresinde temyiz edildiği ve bu kararın Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 2007/15496 Esas 2008/5034 Karar sayılı kararı ile 09.04.2008 tarihinde onadığı ve yine bu karara karşı davacı tarafça karar düzeltme yoluna başvurulduğu bunun üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 200/10070 Esas 2008/12374 Karar sayılı ilamı ile 27.10.2008 tarihinde karar düzeltme talebinin red edildiği görülmüştür. Bu nedenle ihbar edilen hakimin somut olaya özgü hususları değerlendirerek karar verdiği, bu durumda da hukuki bir değerlendirme söz konusu olduğu gözetildiğinde HMK’nun 46/c maddesinde ki sorumluluk halinin gerçekleştiğini kabul etmek mümkün değildir. Kaldı ki adı geçen ve tazminata konu Yerel Mahkeme kararı tüm Yargısal denetimlerden geçerek kesinleşmiştir. Bu nedenle olayımızda Hakimin hukuki sorumluluğunu gerektirecek hiçbir neden bulunmadığı açıktır.Durum böyle olunca 6100 sayılı HMK 46/(c) bendine dayalı olarak açılan sorumluluk davasının reddine karar verilmesi gerekmiştir.HÜKÜM: Yukarıda açıklanan gerekçelerle;1- Açılan davanın REDDİNE, 2-6100 sayılı HMK 333 maddesi uyarınca, hükmün kesinleşmesinden sonra yatırılan avanstan kullanılmayan kısmın davacıya iadesine,3-Davanın reddedildiği dikkate alındığında, alınması gereken 25,20.-TL maktu karar ve ilam harcından peşin alınan 135,00.-TL harçtan mahsup edilerek, bakiye 109,80.-TL'nin harcın isteği halinde davacıya iadesine, 4-6100 sayılı HMK 49. maddesi gereğince 600,00.-TL disiplin para cezasının davacıdan tahsiline, 5-A.A.Ü.T gereğince takdiren 1.500,00.-TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,”Dair oybirliği ile verilen 25.02.2014 gün ve 2013/E 2014/2K. sayılı kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARIDavacı tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü: Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46.maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir. Davacı ... vekili 17.09.2009 harç tarihli dava dilekçesiyle; “ihbar edilen hakim kabili tevil ve izah olmayacak derecede vazıh ve sarahati katiyei kanuniyeye –tevhidi içtihat kararına mugayir olarak haklı davamı reddetti. Mahkemenin verdiği kararla 16.11.1948 gün ve 1942/5 Esas ve 1948/8 karar sayılı İBK aykırı davrandığını, İBK aykırı karar verilmesi nedeni ile zararın oluştuğunu, İBK kararı gereğince avukat olmayan müvekkilime vekil sıfatı ile yapmış olduğu hizmet ve masrafları vekil edenlerin kendisine vermesi gerektiğini, bunun aksine hüküm kuran mahkeme hakiminin İBK kararına aykırı davrandığını iddia ederek 12602 TL maddi ve 3215 TL manevi tazminatın davalıdan tahsil edilmesine karar verilmesini” talep ve dava etmiştir. Davalı ... Hazinesi vekili ise HMK'nun 46. maddesindeki koşullar oluşmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.Mahkemece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir. Kararı davacı vekili temyiz etmiş; incelemenin duruşmalı yapılmasını istemiştir.İlkin, davacı vekilinin temyiz incelemesinin duruşmalı yapılması istemi ön sorun olarak görüşülüp oylanmış, ardından temyiz dilekçesi içeriğinin değerlendirilmesine geçilmiştir. Hukuk Genel Kurulu’nun çalışma düzeni gereği ağırlıklı işini oluşturan direnme kararlarının temyizinin duruşmalı yapılması önceleri olanaklı iken, Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438/2 maddesinde 16.07.1981 gün ve 2494 Sayılı Kanunun 30. maddesi ile değişiklik yapılarak en az 47 kişi ile toplanabilen ve karar verebilen Kurulun çalışma düzenine duruşmanın uygun olmaması ve işlerin sürüncemede kalmaması amacıyla, direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı hükmü getirilmiştir. Hakimlerin sorumluluğunu düzenleyen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46 ve devamı maddeleri gereği dairelerin ilk derece mahkemesi sıfatıyla karar verdiği ve temyiz incelemesini Hukuk Genel Kurulunun yaptığı bu işlerde duruşma yapılabileceği konusunda açık bir düzenleme yer almamaktadır. İlgili bölümünde temyiz incelemelerinin duruşmalı yapılacağı konusunda bir düzenleme yer almadığı gibi Yargıtay Kanunu’nda da bu işlerin duruşmalı yapılacağı konusunda açık bir hükme yer verilmemiştir. Şu durumda, Hukuk Genel Kurulunun ağırlıklı işini oluşturan direnme kararlarının dahi temyiz incelemelerinin açıklanan nedenlerle duruşmalı yapılamayacağı öngörülmüşken, diğer işlerinin duruşmalı yapılacağını kabule olanak verecek yasal bir düzenleme ve gereklilik bulunmadığı açıktır. Bu nedenle Hukuk Genel Kurulunun incelemesine tabi işlerde ayrık ve açık bir düzenleme olmadığı sürece duruşmalı inceleme yapılması olanaklı görülmemektedir. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 24.01.2007 gün ve 2007/9-22, 2007/18 sayılı kararında da benimsenmiştir.Bu nedenle davacı tarafın duruşma isteğinin reddine oybirliğiyle karar verildi.