Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 398 - Karar Yıl 2012 / Esas No : 169 - Esas Yıl 2012





Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;Kestel Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabul ve kısmen reddine dair verilen 18.06.2009 gün ve 2001/535-2009/153 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 26.05.2010 gün ve 2009/10280-2010/6255 sayılı ilamı ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN:Davalılar C. A. ve OTV Turkey Arıtma San. ve Tic. A.Ş.(Eski ünvanı:H. A. İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş.) vekilleri. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, haksız eylemden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.Yargılamanın 07.07.2011 tarihli son oturumunda mahkemece direnme yönünde oluşturulan kısa kararda aynen; “Mahkememizce daha önce verilen 18.06.2009 tarihli kararda zikredildiği gibi davanın kısmen kabulüne kısmen reddine, ayrıntılarının gerekçeli kararda gösterilmesine”Gerekçeli direnme kararının hüküm fıkrasında ise aynen;“2-Mahkememizce daha önce verilen 18.06.2009 tarihli kararda zikredildiği gibi davanın kısmen kabulüne kısmen reddine,3-Mahkememizin bu dosya ile birleştirilen 2006/90 Esas sayılı dosyasının kısmen kabulü ile 31.934,33 TL. tazminatın davacı Huriye için, 4.963,81 TL. tazminatın davacı Büşra için kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte … Sigorta A.Ş. dışındaki diğer davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacılara verilmesine, fazla talebin reddine,4-Davacı Ufuk için maddi zarar karşılandığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına,5-Davacılar ve davalı … Sigorta A.Ş. Protokol düzenleyip ibralaştıklarından 2002/228 Esas sayılı dava dosyası yönünden karar verilmesine yer olmadığına,6-2001/535 esas sayılı davasındaki manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile davacı Huriye için 2.500 TL. davacılar Büşra ve Ufuk için ayrı ayrı 1.500'er TL. manevi tazminatın davalı … Sigorta dışındaki diğer davalılardan müştereken ve müteselsilen kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte alınarak davacılara verilmesine, fazla talebin reddine,7-Mahkememizin 2001/535 esas sayılı davasındaki hasar bedeli olarak istenilen 4.000 TL. ile ilgili olarak sigorta ile anlaşma yapılıp talep konusuz kaldığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına…”Şeklinde hüküm oluşturulmuştur.Hukuk Genel Kurulu’nda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, yukarıda aynen içeriklerine yer verilen önceki kararda direnilmesine ilişkin mahkemece oluşturulan kısa ve gerekçeli kararların usulüne uygun olup olmadığı; kendi aralarında çelişki içerip içermedikleri;usulü sorunlar olarak öncelikle incelenip değerlendirilmiştir.Durum bu olunca konuya ilişkin şu genel açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür:Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu(HUMK)'nun 388.maddesinde (HMK. 297/2) belirtilmiştir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.Aynı kural HUMK'nun 389.maddesinde tekrarlanmış; keza yine aynı Kanunun 381.maddesinde “kararın tefhimi en az 388.maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur” hükmüne yer verilmiştir.Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Ayrıca bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisi yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği gibi bozma kararı karşısında uyulup uyulmama yönünden varılacak sonucun ortaya konulması dolayısıyla direnme ve uymaya yönelik hüküm fıkralarının da aynı unsurları taşıması gerektiği aşikardır.Diğer taraftan, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar;kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması, zorunludur.Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3.maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388.maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle ve kısa karar ile gerekçeli karar arasında tereddüte yol açacak çelişkiler taşımaması ile mümkündür.Önemle vurgulanmalıdır ki, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yapacağı inceleme ve değerlendirme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarakta kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında, Özel Daire bozma ilamına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, varsa hükmedilen miktarların doğru ve çelişki oluşturmayacak biçimde ortaya konulması;kararın gerekçe bölümünde de bunların nedenlerinin ne olduğu ve bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşullardır.Nihayet, direnme kararları, yapıları gereği, Yasa’nın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorunda olduğu gibi, direnilen ve uyulan kısımları da kalem kalem net ve birbirine uygun bir biçimde içermelidir.Nitekim, aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 19.3.2008 gün ve E:2008/15-278, K:2008/254;21.10.2009 gün ve E:2009/9-397, K:2009/453 sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında:Mahkemece yukarıya aynen alınan kısa kararda bozma sonucu hayatiyetini yitiren önceki hükme atıf yapılarak davanın kısmen kabulü ile kısmen reddinekarar verilmişken direnmeye ilişkin gerekçeli kararda ise hüküm altına alınan miktarlar açık ve net olarak gösterilip karar verilerek birbiriyle çelişik kararlar verildiği anlaşılmaktadır. Aslolan kısa karar ve burada ortaya konulan hüküm fıkrası olduğu gibi, direnme kararının kapsamını belirleyen kısa kararının da yasanın amacı doğrultusunda çelişki ve tereddüde meydan vermeyecek şekilde açık ve anlaşılır olması dolayısıyla da gerekçeli karara etkisi göz ardı edilmemeli; bu kararlar birbiriyle çelişik olmamalıdır. Mahkemenin, çelişki içeren ve bununla olduğu kadar birbiriyle de uyum içinde olmayan kısa ve gerekçeli hüküm fıkraları, usul ve yasaya uygun bulunmamıştır.Yerel mahkeme kararının işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin salt bu usulü eksikliğe dayalı olarak bozulması gerekmiştir.SONUÇ: Direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle 6217 Sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esasına yönelik temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, HUMK.nun 440/I.maddesi uyarınca tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,15.06.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.