Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 393 - Karar Yıl 2009 / Esas No : 288 - Esas Yıl 2009





MAHKEMESİ : Bakırköy 12. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 17/03/2009NUMARASI : 2009/44-2009/50Taraflar arasındaki “Yargılamanın yenilenmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 12.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 27.3.2008 Tarih, 484-87 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 21.11.2008 Tarih ve 7241-12190 sayılı ilamı ile hüküm; (…Dava, yargılamanın yenilenmesi isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu 4 parsel sayılı taşınmazdaki 5 ve 6 nolu bağımsız bölümlerle ilgili olarak eldeki davanın davalısı A. A..tarafından yolsuz tescile dayalı olarak Zeytinburnu 1.Asliye Hukuk Mahkemesinde açılıp görülen tapu iptali ve tescili davasının, mahkemenin 12.4.1999 tarih, 1996/786 esas, 1999/240 sayılı kararı ile kabulle sonuçlandığı, derecattan geçmek suretiyle kesinleştiği anlaşılmaktadır.Yukarıda değinilen davanın davalısı olan kayıt maliki C. K..'ün, kesinleşen hükme esas alınan tanık beyanlarının yalan ve gerçeğe aykırı bulunduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açtığı görülmektedir.Dava dilekçesinin içeriğine ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre; davanın, HUMK.'nun 445/4.maddesine dayalı olarak açıldığı sabit olup, mahkemece, tanıklar hakkındaki ceza kovuşturması sonucu sanık olarak gösterilen kişiler hakkında isnat edilen fiil nedeniyle zamanaşımının dolduğundan bahisle "kamu adına takibata mahal olmadığına" karar verildiği, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 8.2.2008 tarih 2008/1943 soruşturma, 2008/5131 karar nolu kararının kesinleştiği ve böylece tanıklar hakkında ceza mahkumiyeti ile sonuçlanmış bir kararın bulunmadığı gerekçesiyle eldeki davanın reddine karar verildiği görülmektedir.Gerçekten de; 1086 sayılı HUMK.'nun 445.maddesine 16.7.1981 tarih 2494 Sayılı Yasa ile eklenen düzenlemede aynen "Birinci fıkranın 4, 5 ve 6. bentlerindeki hallerde yargılamanın iadesinin istenebilmesi, bu sebeplerin kesinleşmiş bir ceza mahkumiyet kararı ile belirlenmiş olması şartına bağlıdır" hükmünü öngörmüş iken,devam eden düzenleme ile "Delil yokluğundan başka bir sebeple ceza kovuşturmasına başlanmamış veya karar verilmemiş ise, ceza mahkemesi kararı aranmaz. Bu takdirde yargılamanın iadesi sebeplerinin varlığının, yargılamanın iadesi davasında öncelikle ispat edilmesi gerekir" hükmüne yer verilmiştir.Somut olayda; tanıklar ile ilgili Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma tahkikatı sonucunda zamanaşımı sebebiyle takipsizlik kararı verildiğine göre yukarıda değinilen düzenleme karşısında daha önceden kurulan hükme dayanak yapılan tanıkların beyanlarının gerçek dışı ve yalan şehadet niteliğinde olup, olmadığının yargılamanın yenilenmesi isteği ile ilgili eldeki dava içerisinde değerlendirilmesi sonucu elde edilecek verilere göre niteceye gidilmesi gerekeceği tartışmasızdır.Oysa, mahkemece yukarıda değinildiği şekilde bir soruşturma yapılmadan tanıklar hakkında bir ceza mahkumiyet kararı bulunmadığı gerekçesiyle, yazılı olduğu şekilde hüküm kurulmuştur.O halde, eksik tahkikatla yetinilerek yazılı olduğu şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.Davacının, temyiz itirazı yerindedir…” gerekçesi ile BOZULMASINA oybirliğiyle karar verilip, dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN : Davacı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARHukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, yargılamanın yenilenmesi istemine ilişkindir.Davacı C. K.. vekili; yargılamanın yenilenmesi istemine konu olan ve davalı A. A.. tarafından müvekkili aleyhine açılan tapu iptal ve tescil davasında, Zeytinburnu Asliye 1. Hukuk Mahkemesinin 12.04.1999 gün ve 1996/786 Esas 1999/240 karar sayılı kararı ile, gerçek dışı ve yalan şehadet niteliğindeki tanık beyanlarına dayanılarak, müvekkili üzerine kayıtlı bulunan 5 ve 6 numaralı bağımsız bölümlerin yolsuz tescil nedeniyle tapu kayıtlarının iptaliyle A..A.. adına tesciline karar verildiğini ve bu hükmün onanarak kesinleştiğini; o davanın davacısı ve vekilinin tanıklar ve beyanları konusunda hile yaptıklarını ileri sürerek, yeni vâkıf olunan delillere göre H.U.M.K’nun 445/7 fıkrası uyarınca yargılamanın yenilenmesini, tanıkların bizzat duruşmada ve davalının hazır olduğu oturumda beyanlarının alınmasını istemiştir. Mahkemenin; “Taraflar arasında görülüp kesinleşmiş bulunan, yargılamanın iadesine konu davada, tanıkların yalan beyanda bulunduklarına dair verilmiş ceza hükmü olmadığı gibi, davanın tanık beyanlarına değil, yolsuz tescile dayalı işlemlere dayanılarak sonuçlandırıldığının anlaşıldığı” gerekçesiyle “yargılamanın yenilenmesi talebinin reddine” dair verilen karar; Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece önceki kararda direnilmekle, hükmü davacı vekili temyiz etmiştir. Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında; 17.03.2009 tarihli direnme kararının, temyiz eden davacı vekiline tebliğinin usulüne uygun olup olmadığı; buna bağlı olarak, temyiz başvurusunun 15 günlük yasal sürede yapılıp yapılmadığı , ön sorun olarak tartışılmış ve şu sonuca varılmıştır:7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 17. maddesinde, “Belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde tebliğ aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine… yapılır.” hükmü öngörülmüştür.Somut olayda; 17.03.2009 tarihli direnme kararı, hükmü temyiz eden davacı C.. K.. vekili Av. S. A.. tarafından dava dilekçesinde bildirilen “... Caddesi. .. Sokak. No:.. .../İstanbul” adresine tebliğe çıkarılmış ve tebliğ belgesine, “Aynı adreste çalışan işçisi T. A.. imzasına tebliğ edildiği” şeklinde 07.04.2009 tarihli şerh düşülmüştür. Davacı vekili tarafından ibraz edilen 15.05.2009 harç tarihli temyiz dilekçesi ile tebligatı alan T. A..’ın aynı adreste işçisi olmadığını, ve bir alt katta kendisine ait işyerinde kuaförlük yaptığını, dolayısıyla temyiz süresinin usulsüz tebliğ tarihinden değil, 11.05.2009 öğrenme tarihinden başlayacağını ileri sürerek, direnme kararını temyiz etmiştir.Gerçekten, dosyada bulunan vergi levhası, kuaför işyerine ait fiş ve kira sözleşmesine göre, tebliğ belgesini alan T.. A..’ın aynı adreste ve fakat 1/2 numaralı kendine ait işyerinde çalıştığı, davacı vekili ile aynı adreste çalışmadığı anlaşılmaktadır.O halde, direnme kararı tebliğ edilen T. A..’ın, davacı vekilinin memur ve müstahdemi olmadığı gibi, aynı yerde dahi çalışmadığı anlaşıldığından, direnme kararının usulüne uygun tebliğ edildiğinden söz edilmesi olanaklı değildir.Diğer taraftan, adı geçen vekile daha önce çıkarılan tebligatların bir bölümünün de aynı şekilde T. A..imzasına yapılmış olmasına karşın, herhangi bir itirazda bulunulmamış olması bu tebligatları hukuken geçerli hale getirmeyeceği gibi; direnme kararının usulsüz tebliğini geçerli kılacak bir neden olarak da kabul edilemez. Bu durum karşısında, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi hükmünce, davacı vekilinin usulsüz tebliği öğrenmiş olduğunu beyan ettiği 11.05.2009 tarihi, direnme kararının tebliğ tarihi addolunarak, bu tarih itibariyle 15 günlük yasal sürede temyiz isteminde bulunulduğu sonucuna varılmış ve işin esasının incelenmesine geçilmiştir.İşin esasına gelince; Eldeki dava ile yargılamanın yenilenmesi istemine konu edilen ve davalı A.A.. tarafından davacı C..K.. aleyhine açılan, tapu iptal ve tescil davasında Mahkemece, “Dava konusu bağımsız bölümlerin mülkiyetinin, cebri icra yolu ile yapılan ihale sonucu A. A..’a geçtiği, ancak ihale sonucuna göre tapuda tescil işlemi yapılmadan önce borçlu/taşınmaz malikinin ihale alıcısını zarara uğratmak maksadıyla taşınmazları C. K..’e tapuda devrettiği” gerekçesine dayalı olarak, yolsuz tescil nedeniyle tapu iptal ve tescil kararı verilmiş ve hüküm onanmıştır. Direnme kararında da vurgulandığı gibi, yargılamanın yenilenmesi istemine konu olan davada verilen hükmün, o davada dinlenilen ve eldeki davada tedarik edilmiş oldukları ileri sürülen tanık beyanlarına dayanılarak oluşturulmadığı; bunun yanında, cebri icra borçlusu tarafından o davanın davalısı davalı C. K..’e 15.04.1996 tarihinde yapılan ilk satışta, davalının satışa arz şerhi ile birlikte, ilk el olarak taşınmazın 6 numaralı bölümünü satın aldığı ve akabinde aynı binadaki 5 numaralı bölümü de ara malik A.D..’den satış suretiyle tapuda devraldığı anlaşıldığından, taşınmazların ihale ile satıldığını bilen ve bilmesi gereken kişi konumunda olup; artık tanık beyanlarına göre iyi niyet veya kötüniyet durumunun belirlenmesine gerek bulunmadığı belirgindir. Şu da eklenmelidir ki, eldeki davada yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak, tanıklar hakkında öne sürülen tüm bu hususların, yargılamanın iadesine konu davada mahkemece verilen kararın temyizinde de ileri sürülüp tartışıldığı kuşkusuzdur. Hal böyle olunca; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 445. maddesi hükmünün uygulanma olanağı bulunmayan davada, Yerel Mahkemece haklı ve yerinde görülmeyen yargılamanın iadesi isteminin reddine dair verilen direnme kararı usul ve yasaya uygundur. Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır. SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, 15.7.2009 günü oybirliğiyle karar verildi.