Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 387 - Karar Yıl 2011 / Esas No : 353 - Esas Yıl 2011





MAHKEMESİ : Malatya 2.Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 09.11.2010NUMARASI : 2010/387 E-2010/553 K.Taraflar arasındaki “Aidiyetin Tespiti ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Malatya 2.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.03.2009 gün ve 2008/57 E., 2009/117 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 7.Hukuk Dairesinin 09.10.2009 gün ve 2009/3513-4242 sayılı ilamı ile;("…Hükmüne uyulan Yargıtay bozma kararında "dava konusu muhdesatların bulunduğu taşınmaz başında keşif yapılması, taraf tanıklarının yeniden ayrı ayrı dinlenilmesi, beyanları arasındaki aykırılıkların duraksamasız giderilmesi" gereğine değinilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda davacı tarafından verilen kesin süreye rağmen keşif gideri mahkeme veznesine depo edilmediğinden ve davanın ispatına yönelik deliller toplanmadığından davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı vekilinin hazır olduğu 03.02.2009 günlü oturumda 02.03.2009 tarihinde yapılacak keşif için 600 TL. bilirkişi ücreti, 61,75 TL. Mahkeme heyeti yolluğu ve 20 TL. vasıta ücreti yatırmak üzere davacı tarafa 20 günlük kesin süre verildiği, verilen kesin süreye rağmen keşif gideri ödenmedeğinden keşfin yapılamadığına dair tutunak düzenlendiği dosya içeriğinden anlaşılmıştır.Ne var ki, davacıya verilen kesin süre yöntemine uygun değildir. Gerçekten ilgiliye verilen süre makul olmadığı gibi kesin süre içerisinde keşif giderleri mahkeme veznesine depo edilmediği takdirde sonuçları yöntemine uygun şekilde davacı tarafa hatırlatılmamıştır. Mahkemece bu olgular göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir...") gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN : Davacı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, aidiyetin tespiti istemine ilişkindir.Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; mahkemece davacı tarafa verilen kesin sürenin usulüne uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.Öncelikle konuya ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır: 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 414.maddesinde; “İki taraftan her biri istimaını talep eylediği şahit ve ehlihibrenin veya talebine mebni icra kılınacak keşif ve sair muamelenin masrafını tediyeye ve buna kifayet edecek meblağı mahkeme veznesine tevdie mecburdur. Hakim tarafından tayin olunan müddet içinde masrafı vermeyen taraf talebinden sarfınazar etmiş addolunur.”; Aynı Kanunun 163.maddesinde ise;“Kanunun tayin ettiği müddetler katidir. Bu müddetlerde yapılması lazım olan muamele yapılmazsa o hak sakıt olur. Hakim tayin ettiği müddetin kati olduğuna da karar verebilir. Aksi takdirde tayin olunan müddeti geçirmiş olan taraf yenisini istiyebilir. Bu suretle verilecek müddet katidir. Bir daha verilemez.” hükmü yer almaktadır. Bu yasal düzenlemeler göstermektedir ki, taraflar; dinlenmesini istedikleri tanık ve bilirkişinin veya yapılmasını istedikleri keşif ve sair işlemlerin masraflarını, mahkeme veznesine yatırmaya mecbur olup; hakim tarafından verilen sürede gerekli masrafı vermeyen tarafın talebinden sarfınazar ettiği kabul edilir.Hakimin, bu masrafların yatırılması konusunda verdiği sürenin kesin olduğunu usulünce karara bağladığı hallerde, kesin süreye uymayan tarafın bu delile dayanma olanağı kalmaz. Kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde, gereğinin hakim tarafından hemen yerine getirilmesi gerekir. Eş söyleyişle; ister kanun, ister hakim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine olanak yoktur. Böylelikle kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, bazen davanın kaybedilmesine neden olmaktadır.Bu durumda geciken adaletin, adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun bu amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır.Önemle vurgulanmalıdır ki, mahkemelerin gerek maddi hukuka ve gerekse usul hukukuna ilişkin hak düşürücü ara kararlarının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık olması ve sonuçlarının sıfatı ne olursa olsun ilgilisine bildirilmesi zorunludur (Hukuk Genel Kurulu’nun 22.11.1972 gün ve E: 8/832, K:935; 26.02.1975 gün ve 1972/1-1273 E. 1975/258 K;18.02.1983 gün ve 1980/1-1284 E. 1983/141 K; 30.12.1992 gün ve 1992/16-666 E, 1992/769 K.; 01.05.2002 gün ve 2002/20-393 E., 2002/337 K.; 12.06.2002 gün ve 2002/ 2- 473 E. 2002/ 483 K; 07.05.2003 gün ve 2003/11-319 E., 2003/335 K.; 06.10.2004 gün ve 2004/9-512 E. 2004/464 K. sayılı ilamları).Hal böyle olunca, kesin süreye ilişkin ara kararında, yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her bir iş için ne miktar ücret yatırılacağının belirtilmesi, bilhassa tanınan sürenin yeterli ve elverişli olması, tanınan süre içinde yapılması istenen işlerin ne olduğunun hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması, kesin süreye uymamanın doğuracağı sonucun açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedilebileceğinin yine açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması, gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır.Diğer taraftan, mahkemeler hükmüne uydukları bozma ilamının gereklerini eksiksiz olarak yerine getirmek zorundadır. Somut olay açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde:Yerel Mahkemenin davanın reddine ilişkin verdiği 14.12.2006 tarihli ilk kararı, Özel Dairece tanıkların muhtesatların üzerinde bulunduğu taşınmaz başında dinlenmediğinden bahisle, bozulmuştur.Yerel Mahkeme bu bozma ilamına uymuş; 26.03.2009 tarihli ikinci kararında; verilen kesin süreye rağmen davacı tarafından keşif giderinin mahkeme veznesine depo edilmediği ve davanın ispatına yönelik deliller toplanmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar vermiştir. Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda başlık bölümüne aynen alınan gerekçelerle karar bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. hükmü temyize davacı vekili getirmiştir. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, yukarıda açıklanan ilkeler göz önüne alınarak, kesin sürenin usulüne uygun verilmesinin, ne anlama geldiği; mahkemece verilen kesin süreye ilişkin ara kararının açıklanan ilkelere uygun olup olmadığı tartışılmıştır. Az yukarıda da açıklandığı üzere mahkemenin ilk kararı, Özel Dairece özellikle; “muhdesatın bulunduğu taşınmaz başında keşif yapılıp, taraf tanıklarının da taşınmaz başında ayrı ayrı dinlenmesi” gereğine işaretle bozulmuş ve bu bozmaya uyulmuş olmakla; mahkemenin hükmüne uyduğu bozma gereklerini eksiksiz yerine getirmesi gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır. Ne var ki, yerel mahkemece kesin süreye ilişkin 03.02.2009 tarihli ara kararında; mahallinde 02.03.2009 günü saat 10.00 dan itibaren inşaat mühendisi, ziraat mühendisi, kadastrocu ve hukukçu bilirkişi marifetiyle keşif yapılmasına, bilirkişilere ayrı ayrı 150,00 TL ücret takdirine, 600,00 TL bilirkişi ücreti, 61,75 TL mahkeme heyeti keşif yolluğunun ve 20,00 TL vasıta ücretinin yatırılması için davacı tarafa 20 günlük kesin süre verilmesine karar verilmiş ve kesin mehlin sonuçlarının hatırlatıldığı açıklanmış; yargılama 26.03.2009 gününe bırakılmış ise de mahallinde dinlenecek taraf tanıklarının keşif mahallinde hazır olmalarını sağlamaya yönelik herhangi bir karar verilmemiştir. Bu haliyle ara kararının, yer verilen unsurlar açısından usulüne uygun olduğu kural olarak düşünülebilir ise de; hükmüne uyulan ve taraf tanıklarının keşif sırasında taşınmaz başında dinlenmeleri gereğine işaret eden bozma ilamına uygun olup olmadığının da ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Hükmüne uyulan bozma ilamında asıl amaç taraf tanıklarının taşınmaz başında dinlenmesi suretiyle keşfin yeniden icra edilmesidir. Yukarıya aynen alınan ara kararında ise sadece keşfin icrasına yönelik kararlar alınmışsa da, tarafların tanıklarına ücret tayin edilmediği gibi, tanıkların keşif mahallinde hazır olmalarını sağlamak üzere keşif gününün bildirilmesi için gerekli tebligat giderleri de gösterilmemiş, davacı yana bu işlemleri yapması konusunda uygun bir süre de verilmemiştir.Kaldı ki, davacı tarafa verilen 20 günlük kesin süre ile keşif tarihi arasındaki süre yapılması gereken işlemlere uygun da değildir. Bir an için, verilen bu sürede ara kararında yer almamasına karşın tarafların tanık ücreti ile tebligat giderlerini yatırdıkları kabul edilse dahi tebliğin alacağı süre gözetildiğinde keşif için tayin edilen tarihin de bu işlemin yapılmasına olanak sağlayacak yeterlilikte olmadığı belirgindir. Kesin sürenin yukarıda ayrıntısıyla açıklanan amacı ve sonuçları düşünüldüğünde mahkemenin kesin süreye ilişkin ara kararının gerek içerik gerek tanınan süre yönünden; hükmüne uyulan bozma ilamında öngörülen işlemlerin yapılmasına olanak sağlayacak nitelikte olmadığı ve davacı aleyhine sonuç doğurmayacağı, her türlü duraksamadan uzaktır. Sonuçta; mahkemece verilen kesin sürenin sonuç doğurabilmesi için, ara kararında daha önce yer verilen hususlara ek olarak tanıkların keşif mahallinde dinlenebilmelerini sağlamak üzere; tanıklara ödenecek ücretler ile tebligat giderlerinin açıkça gösterilmesi ve tanıkların keşifte hazır bulunmaları için yapılacak tebligatın alacağı süre de nazara alınarak uygun bir süre tayin edilmesi, bu işlemlerin verilen kesin süre içinde yapılmaması halinde sonuçlarının ne olacağının açıkça bildirilmesi ve böylece uyulan bozma gereklerinin yerine getirilmesi gerekirken, usulüne uygun olmayan önele dayanılarak yazılı biçimde davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle; direnme kararı, açıklanan değişik gerekçelerle bozulmalıdır.S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçelerle HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 08.06.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.