Taraflar arasındaki “Tespite itiraz” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;Midyat Kadastro Mahkemesinin davanın reddine dair verilen 24.6.2009 gün ve 11-28 sayılı kararın incelenmesi davacı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 20.Hukuk Dairesinin 7.12.2010 gün ve 13416-15347 sayılı ilamı ile; (“...Kadastro sırasında davaya konu G. Köyü, 101ada 428, 429, 430, 431, 477, 479, 480, 481, 482, 483, 484 ve 485 parsel sayılı taşınmazlar belgesizden kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak S. VAKFI adına tespit edilmiştir.Davacı HAZİNE, davaya konu taşınmazların kıraç, (ekilip sürülmeyen yer) taşlık ve kayalık niteliğinde, tarım arazisi niteliği bulunmayan,devletin hüküm ve tasarrufu altında yerlerden olduğunu ileri sürerek hazine adına tescili istemiyle dava açmıştır. Davalı S. VAKFI vekili, çekişmeli taşınmazların bulunduğu yerlerin M.S.397 tarihinde manastır olarak kurulduğunu, Osmanlı Devleti zamanında vakıf statüsünü ve ardından da tüzel kişilik kazandığını, dava konusu parseller üzerinde davalı vakfın yüzlerce yıllık mülkiyet ve zilyetliğinin olduğunu ve tarım arazisi niteliğine uygun olarak kullanıldığını, taşınmaz malların davacı ya da üçüncü kişilerle bir ilgisinin olmadığını, 1936 yılında vakıf yönetimi tarafından Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne bildirildiğini, (böyle bir bildirim yapıldığına dair evrak ibraz edilmemiştir). Arazi Tahrir Kanunu hükümlerine göre 1937 yılından itibaren vergilerinin ödendiğini (dava konusu taşınmazlarla ilgili hiçbir vergi kaydı ibraz edilmemiştir), Lozan Anlaşması'nın 42/3 maddesi uyarınca Devletin kiliselere ve azınlıklara tam bir koruma yükümü altında olduğunu, Anayasanın 90/son maddesi uyarınca da “…milletlerarası anlaşma hükümlerinin esas alınması” gerektiğini bildirerek, davanın reddini istemiştir.Mahkemece davanın REDDİNE, dava konusu G. Köyü 101 ada 428, 429, 430, 431, 477, 479, 480, 481, 482, 483, 484 ve 485 sayılı parsellerin Vakıf yararına zilyetlik koşulları oluştuğu gerekçesiyle davalı Vakıf adına tespit gibi tesciline, karar verilmiş hüküm davacı HAZİNE vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dava kadastro tespitine itiraza ilişkindir.Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde orman kadastrosu 3402 sayılı yasanın 5304 Sayılı Yasa ile değişik 4. madde hükmüne göre yapılmış, çekişmeli parsel orman alanı dışında bırakılmıştır.Mahkemece, "davalı S. Vakfı’nın Türk Medeni Yasasının yürürlüğünden önce Süryaniler tarafından kurulan tüzelkişiliğine sahip bir azınlık vakfı olduğu, dava konusu 101 ada 428, 429, 430, 431, 477, 479, 480, 481, 482, 483, 484 ve 485 parsel sayılı taşınmazlara tarım arazisi vasfı ile eskiden beri malik sıfatıyla çekişmesiz-aralıksız zilyet olduğu, dava konusu taşınmazların Hazineyle, merayla, ormanla, üçüncü kişilerle bir ilgisinin olmadığı ve davalının dava konusu 12 adet taşınmazın mülkiyetini Kadastro Yasası 13 ve 14. Maddeleri gereğince zilyetlikle değil “yasa (Vakıflar Yasası) gereği” iktisap ettiğinden dolayı Kadastro Yasası'nda öngörülen kuru arazide 100 dönümlük edinme sınırına da tabi olmayacağı" gerekçesi ile HAZİNE’nin davasının reddine karar verilmiş ise de delillerin takdirinde hataya düşülmüştür.1- Dava konusu toplam yüzölçümü 244.265,44 m2 olan parsellerin tümüne herhangi bir tapu ve vergi kaydı uygulamadan belgesiz zilyetlikten bir kısım kişilerin zilyetliğinde olduğu ve onların da 1950-1953 yıllarında davalı vakfa bağışladığı belirtilerek davalı vakıf adına tespit tutanakları düzenlenmiştir. Davacı Hazine tarafından davalı Vakıf yararına 3402 Sayılı Yasanın 14. maddesinde yazılı kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği yoluyla taşınmaz edinme koşullarının oluşmadığı iddiasıyla dava açıldığı, çekişmeli parsellerin orta bölümünde bulunan manastır ve müştemilatı, cinsli 101 ada 478 sayılı parsele Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.12.1964 gün 1964/114-167 sayılı kesinleşmiş kararı ile oluşturulan Temmuz 1965 tarih 15, 17, 18 ve 19 numaralı tapu kayıtları revizyon gösterilerek 164471,25 m2 yüzölçümü ile davalı vakıf adına yapılan tespitinin 30.01.2009 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.2- S. Vakfı tarafından 10.01.1961 tarihinde, kilise binaları ile 21 parça tarlanın vakıf adına tescili istemiyle Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açtığı ve yapılan yargılama sonucu verilen 11/12/1964 gün ve 1964/114-167 sayılı kararının içeriğinden, vakıf tarafından tescil davasına konu taşınmazlardan 17 parça taşınmaz hakkındaki davadan vazgeçildiği ve sadece 5 parça taşınmazın davasının görüldüğü ve bunların da kilise binası ve müştemilatı ile etrafındaki 4 parça metruk bağ, bahçe ve tarla olduğu ve mahkemece de bu 5 parça taşınmaz hakkındaki davayı kabul ederek, fen bilirkişi Oral tarafından düzenlenen, manastır binası ve müştemilatını kenar uzunlukları ile gösterir sadece bina salon ve avluya ait olan ve fotogometri yöntemiyle düzenlenen haritada da 478 parsel üzerinde açıkça görülmekte olan;a- Doğusu manastıra ait tarla, batısı manastıra ait bahçe, kuzeyi manastıra ait bahçe, güneyi yol ile çevrili kilise binası.b- Doğusu kıraç, batısı hususi yol ve müteakiben kıraç, kuzeyi yol ve müteakiben 150 metre sonra ve şimalde kilise bahçesi duvarı ve kilise, güneyi kıraç müteakiben 250 metre sonra dere ile çevrili 11400 m2 yüzölçümlü susuz tarla.c- Doğusu yol ve müteakiben deyirömer kilise bahçe ve duvar, batısı kıraç, kuzeyi yol, güneyi yol ile çevrili 14484 m2 yüzölçümlü susuz tarla.d- Doğusu kıraç, batısı narlık ve müteakiben yol, kuzeyi kıraç, güneyi kilise binası ve yol ile çevrili 23.000 m2 yüzölçümlü susuz tarlae- Doğusu hırba habis ve yol ve batısı kıraç, kuzeyi diyari killike kıracı, güneyi guharra habis kıracı ile çevrili 9216 m2 yüzölçümlü susuz tarlanın davalı vakıf adına tesciline karar verildiği ve bu kararın temyiz edilmeden kesinleşmesi üzerine vakıf adına Temmuz 1967 tarih 15, 16, 17, 18 ve 19 numaralarda tescil edildiği ve bu 5 adet tapudan kilise binası hariç diğer 4 adet tapu kaydının toplam yüzölçümünün 60.100 m2 olduğu halde, Temmuz 1965 tarih 16 numaralı 11400 m2 yüzölçümlü tapu hariç diğer Temmuz 1965 tarih15, 17, 18 ve 19 numaralı kayıtların toplam yüzölçümünün 48700 m2 olduğu ve sınırlarının kıraç okuması ve zeminde orman sınırının bulunması nedeniyle değişir sınırlı olduğu ve tapuların dayanağı kenar uzunluklarının krokilerinde yazılı bulunduğu halde, 3402 Sayılı Yasanın 20/A madde hükmüne göre krokileri yerine uygulanıp kapsamları belirlenmeden 164.471, 25 m2 yüzölçümlü 478 numaralı parsele uyduğu kabul edilerek bu parselin vakıf adına tespit ve tescili yapıldığı ve 1965 tarihli eski tapu kayıtlarının yüzölçümünden 100.000 m2 fazla yerin 478 numaralı parselde davalı Vakıf adına tespit ve tescilinin yapıldığı ve Hazine tarafından 478 numaralı parselin tespitine itiraz edilmediği ve dava açılmadığı anlaşılmıştır.3- Dosyadaki tespit tutanaklarına göre davalı vakıf adına aynı köyde 101 ada 9, 22, 271, 278, 279, 460, 487, 489, 491, 492 numaralı toplam yüzölçümü 127158 m2 olan 10 parça taşınmazın belgesiz zilyetlik nedeniyle tespit edildiği ve tutanaklarının kesinleşmesi ile tapuya tescillerinin yapıldığı, 3402 Sayılı Yasanın 14. Maddesi özel ve tüzel kişi ayırımı yapmadan bir çalışma alanında susuz toprakta en fazla 100.000 m2 taşınmazın tespit ve tescili yapılması gerekirken bu 10 parça taşınmazın hiç birisine eski herhangi belge uygulanmayarak yasa hükmünün ihlal edildiği, davalı vakıf adına tespit ve tescil edilen 267 numaralı parsele 11.400 m2 yüzölçümlü Temmuz 1965 tarih 16 numaralı tapu kaydının uygulandığı, 267 numaralı parselin yüzölçümünün ise 49302 m2 olduğu ,tespit dayanağı tapu kaydı 478 numaralı parsel üzerindeki kilise binasına sınır olduğu halde, 267 sayılı parselin kilise binasının uzağında olduğu ve Hazine tarafından itiraz edilmediği görülmüştür.4- 3402 Sayılı Yasanın 14. maddesine göre “tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan bir veya birden fazla taşınmaz, çekişmesiz ve aralıksız en az 20 yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunanlar, belgelerle veya bilirkişi veya tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir” Yasanın bu hükmünde belgesiz zilyetliğe dayalı olarak aynı çalışma alanında bir kişi adına tespit ve tescil edilecek taşınmaz miktarı sulu toprakta 40, susuz toprakta 100 dönüm olduğu, bu kısıtlamada özel ve tüzel kişi yada vakıf tüzelkişiliği ayrımı yapılmadığı gibi aynı Yasanın 33. maddesi 14. maddesinin kadastro uygulaması yapılmayan yerlerde genel hüküm olarak uygulanacağını öngördüğü anlaşılmaktadır.Davalı Vakıf bağış yoluyla devraldığını iddia ettiği taşınmazlar yönünden, bağışlayan kişiler yada miras bırakanları adına 3402 Sayılı Yasanın 14. maddesinde belirtilen herhangi bir belgenin bulunduğunu iddia etmemiş ve böyle bir belgede ibraz etmediği gibi, Vakfıların kullandığı ve malik olduğu taşınmazların Türkiye genelinde Vakıflar Genel Müdürlüğüne 1936 yılında beyannamesi verildiği halde, davalı Vakıflar tarafından taşınmazlar hakkında hiçbir beyanname ibraz edilmemiş, ibraz edilenlerinde dava konusu taşınmazlarla ilgisinin olmadığı anlaşılmıştır.Şu hale göre, davalı vakıf adına belgesiz zilyetliğe dayalı olarak tespit ve tescil edilen toplam 127.158 m2 yüzölçümlü 10 parça taşınmaz, keza 478 numaralı parseldeki 100.000 m2 fazlalık, keza 49302 m2 yüzölçümlü 267 numaralı parsel göz önünde bulundurulduğunda, 478 numaralı parsele uygulanan Temmuz 1965 tarih 17, 18 ve 19 numaralı tapu kayıtlarının sınırını çekişmeli parsellerin bulunduğu yönünü KIRAÇ olarak sınır okuduğundan ve dava konusu parsellerin etrafının da Anayasa'nın 169 ve Kadastro Yasasının 17 ve 18. Maddeleri gereğince zilyetlikle kazanılamayacak 101 ada 1 numaralı orman parseli ile çevrili bulunduğu, davalı Vakıf 1964 yılında 21 adet taşınmaz hakkında açtığı davada 16 adedinden vazgeçtiği ve davalı vakıf bir taraftan taşınmazları 1950-1953 yıllarında üçüncü kişilerden devraldığını iddia ettiği halde bu konuda herhangi bir yazılı belge vermediği gibi, 10.01.1961 tarihinde dava konusu taşınmazların bitişiğindeki 478 sayılı parsel hakkında tescil davası açtığı ve dava konusu taşınmazları kıraç (sürülmeyen-ekilmeyen, Hazineye ait yer) olarak sınır gösterdiğine göre 1961 yılında dahi bu yerlerin zilyeti olmadığının açık kanıtı olduğu, şayet 1961 yılında dava konusu taşınmazlar Vakfa ait olsa idi, bu yerleri de dava konusu etmesi gerektiği, zilyet olduğu halde o tarihte bu taşınmazları dava konusu etmemiş olmasının hayatın olağan akışına ve yaşam kurallarına uygun olamayacağı dahi göz önünde bulundurulduğunda çekişmeli parsellerin 3402 Sayılı Yasanın 14. madde hükmüne göre davalı vakıf adına tescil edilme olanağı bulunmamaktadır. Hal böyle olunca, davacı Hazinenin davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken, aksi düşünce ile yazılı olduğu gibi hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır....”)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN: Davacı Hazine vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, kadastro tespitine itiraza ilişkindir.Davacı Hazine vekili, M. ilçesi G. Köyü’nde bulunan davalı Vakıf adına kadastro sırasında tespit edilen 101 ada 428,429,430,431, 477,479, 480,481, 482,483,484 ve 485 parsel sayılı taşınmazların Devletin hüküm ve tasarrufu altında özel mülkiyete konu olmayan taşlık,kayalık tarıma elverişsiz kıraç arazi vasfında taşınmazlar olduğunu ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile Hazine adına tescilini istemiştir.Davalı Vakıf vekili, çekişmeli taşınmazların 1936 yılında vakıf yönetimi tarafından Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne bildirildiğini, Arazi Tahrir Kanunu hükümlerine göre 1937’den beri vergilerinin ödendiğini, taşınmazların Kadastro Yasası'nın 14. maddedeki sınırlamanın dışında kaldığını bildirerek,davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davalı Vakfın Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğünden önce Süryaniler tarafından kurulan tüzel kişiliğe sahip bir vakıf olduğu , Vakıflar Yasası’nın 44. maddesi mucibince 22 adet taşınmazı 1935 yılında vakfiyesi yerine geçmek üzere beyanname ile Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bildirdiği ve bu taşınmazlar arasında dava konusu edilen 12 adet taşınmazın da bulunduğu ve davalının anılan taşınmazları yasa gereği iktisap ettiği, dava konusu taşınmazların vergilerini davalı Manastır Vakfı’nın 1937 yılından bu yana ödediği, dava konusu taşınmazlara tarım arazisi vasfı ile kadimden beri malik sıfatıyla nizasız fasılasız zilyet olduğu, dava konusu taşınmazların Hazineyle, merayla, ormanla, üçüncü kişilerle kaçak ve yitik kişilerle bir ilgisinin bulunmadığı, dava konusu taşınmazların ormandan kıraçtan Hazine’den kazanılma yerler olmadığı, davalı Manastırın kuruluş tarihinin ise M.S.397 olduğu davalının Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne verdiği 17/07/1935 tarihli beyanname, davalının 1937 tarihli dava konusu taşınmazların vergisini ödediğini gösteren vergi kayıtları gözönünde bulundurularak,davanın reddine, taşınmazların tespit gibi davalı Vakıf adına tesciline karar verilmiştir.Davacı Hazine vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece karar,yukarıya metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.Hükmü temyize davacı Hazine vekili getirmiştir.Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, çekişme konusu taşınmazların davalı Vakıf adına edinim koşullarının oluşup oluşmadığı;buna göre davacı Hazinenin davasının kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.4721 sayılı Türk Medenî Kanunu'nun 101 inci maddesinde tanımlandığı gibi,vakıflar, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır. Bu tanımdan anlaşılacağı üzere vakıflar, sosyal ve siyasal yaşam içinde bir sivil toplum örgütü olarak öngörülmüştür.Cemaat Vakıfları ise,tümü padişah fermanı(buyruğu) ile diğer bir deyişle emri mahsusa ile kurulmuş olup,vakfiyeleri bulunmamaktadır.Bu fermanlar genel bir içerik taşımamış belli ve muayyen yer ya da yerlere hasredilmiştir.Söz konusu irade cemaatlerin kuruluş zamanı itibariyle dini ve hayri işlevlerini özgürce yerine getirmelerine olanak tanıma şeklinde anlaşılmıştır.Esasen Osmanlı Hukukunda şirket ve derneklere önceleri tüzelkişilik tanınmamış,18 Ramazan 1286(1879) tarihinde şirketlere tüzelkişilik tanınmış;16 Şubat 1328(1912) Tarihli Eşhası Hükmiyenin Gayrimenkullere Tasarrufuna Mahsus Kanunu'nun geçici fıkrasında ; “ Osmanlı Cemaati ve Müessesatı Hayriyesi tarafından şimdiye kadar nam-ı müstear ile ...tasarruf olunagelen gayrimenkullerin bu kanunun neşir ve ilamından itibaren 6 ay zarfında müracaatları halinde müesseseler namına kaydının tashih olunacağı...” hükmü kabul edilmiştir.13.6.1935 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 2762 sayılı Vakıflar Yasası'nın kabul edilmesiyle mülhak vakıf olarak, ayrı birer tüzelkişilik kazanmıştır (2762 s.yasa 6.madde). 2762 sayılı Vakıflar Yasası'nın 1.maddesine istinaden çıkartılan ve 24.1.2003 tarih 25003 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri,Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları ve Tasarrufları Altında Bulunan Taşınmaz Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkında Yönetmelik'in ekindeki listenin 151.sırasında faaliyette bulunan cemaat vakıfları arasında davalı vakfın tüzelkişiliği olan,mülhak bir cemaat vakfı olduğu tartışmasızdır.Dosya içerisindeki belgelerin incelenmesi sonucunda;çekişme konusu 101 ada 428,429,430,431, 477,479, 480,481, 482,483,484 ve 485 parsel sayılı taşınmazların 2008 yılında Güngören Köyü'nde yapılan kadastro çalışmaları sırasında,davalı Vakıf adına senetsiz ve belgesizden tespit edildiği; kadastro tutanağının edinim kısmında taşınmazların dava dışı şahısların 20 yılı aşkın zilyetliği altında iken yaklaşık 1950-1953 yıllarında hayrat olarak davalı S. Vakfına bağışladıkları, o tarihten beri de adı geçen vakıf tarafından,vakfın ihtiyaçlarını gidermek amacıyla malik sıfatıyla kullanıldığı,yapılan inceleme,muhtar ve bilirkişilerin müşterek beyanlarından anlaşıldığı gerekçesi ile davalı Vakıf adına,senetsizden 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14.maddesi uyarınca toplam 244.265,44 m2 olarak kayıt oluşturulduğu görülmektedir.Midyat Kadastro Müdürlüğü’nün 21.12.2009 havale tarihli yazılarından ve uygulanamayan kayıtlar başlıklı tutanakta da belirtildiği üzere Güngören Köyü’ne ait 376 adet vergi kaydının mevkii ve hudutları muhtar ve bilirkişilere defalarca okunmasına rağmen bu kayıtların nerelere ait olduklarını tam ve kesin olarak tespit edemediklerinden kadastro çalışmaları sırasında uygulanamadığı anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, davalı Vakıf adına G. Köyü’nde bulunan başkaca toplam 127.163,14 m2 yüzölçümündeki taşınmazlardan; 101 ada 492 nolu parselin tarla vasfı ile 52526,94 m2; 101 ada 491 nolu parselin 38386,07 m2, tarla vasfı ile ;101 ada 489 parselin 11.178,68 m2 ,tarla vasfı ile; 101 ada 9 nolu parselin 12301,66 m2,bağ vasfında,Diyara Beyara mevkiinde kadastro ile 30.1.2009 da ;101 ada 460 nolu parselin; 2373,56 m2 ibadethane vasfı ile senetsizden ;101 ada 487 nolu parselin havuz vasfı ile 753,38 m2,senetsizden ;101 ada 271 nolu parselin 2585,83 m2 tarla vasfı ile 101 ada 277 nolu parselin de tarla vasfı ile senetsizden 5811,84 m2;114 ada 22 nolu parselin ise 1245,18 m2 olarak ibadethane vasfı ile senetsizden,davalı vakıf adına aynı kadastro çalışmaları sonucu tespit ve tescil edildiği tutanak ve çap kayıtlarından tespit edilmektedir.Davalı Vakıf tarafından 10.1.1961 tarihinde açılan dava sonucunda verilen Midyat Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.12.1961 Tarih,1961/11 Esas;256 Karar sayılı ilamı incelendiğinde; davacı Midyat Süryani Kadim Cemaati mütevelli heyeti başkanı tarafından, hazineye izafeten mal müdürlüğü ve Keferbi Köyü muhtarlığı aleyhine tescil davası açıldığı, orman idaresinin de davaya müdahil olarak katıldığı;Davacı yanın,dava dilekçesine ekli olduğunu belirttiği listesinde sınırı,mevkisi vs.si yazılı bir adet kilise,kiliseye ait binalar ve 20 parça taşınmazın 500 seneden beri nizasız fasılasız malik sıfatıyla vakfın zilyetliğinde bulunduğundan bahisle MK 639.md.uyarınca tescilinin istendiği; Mahkemece;davacının cemaati temsil ettiğini ileri sürdüğü,mevzuat dairesinde şahsiyet iktisap etmemiş olan cemaatin iktisap yetkisinin bulunmadığı;kaldı ki,kilisenin ve cemaatin zilyetlikle taşınmaz edinmesine vakıf hükümleri,bizatihi Vakıf fikri ve müessesesinin müsait olmadığı gerekçesi ile tescil talebinin reddine karar verildiği, karara kesinleşme şerhi düşülmediği, dosyasının da SEKA'ya gönderildiği için temin edilemediği belirtilmiştir.Diğer yandan,davalı Vakıf tarafından 10.1.1961 tarihli dava dilekçesi ile açılan başka bir dava sonucunda da, Midyat Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 11.12.1964 tarih,114-167 sayılı ilam ile; davacı S. Kadim Cemaati Mütevelli Heyeti başkanı tarafından davalıları Midyat Mal Müdürlüğü ve Keferbi Köyü hükmi şahsiyetine izafeten Köy Muhtarlığı,müdahil Orman İşletmesi Müdürlüğü olan tescil davasında, mevkii,hudut ve evsafı yazılı kilise ve binaları ve 21 parça susuz tarlanın mülkiyeti Süryani Kadim Cemaati Deyirömer Kilisesi Vakfı'na ait olduğunu ve 500 seneden beri vakıf idaresi tarafından bu gayrimenkullerin nizasız ve fasılasız olarak hüsnüniyetle tasarrufta bulunduğunu,bu nedenle Deyirömer Kilisesi Vakfı adına tesciline karar verilmesini istediği;Müdahil Orman İdaresinin, tescili istenen yerlerin orman olduğu iddiası ile müdahalenin men'ini istediği; Mahkemece; Ziraat Bakanlığı'na yazılan müzekkereye verilen 3.10.1959 tarih ve 5877/1 sayılı cevabi yazıda Deyrömer Kilisesi adına tescili talep olunan 13 parça taşınmazın mahallen yapılan tetkikatında 6831 sayılı Orman Kanunu uyarınca kilise binası ve etrafındaki 50 dekarlık metruk bağ bahçe hariç diğer sahaların tamamen orman sayılan yerlerden olduğu; Ziraat Bakanlığının yazıları gereğince 7.6.1963'te yapılan keşifte tescili talep olunan yerlerin tahkik ve tespitinin yapıldığı,keşifte 5 parça taşınmazın kilise etrafında mevcut metruk bağ ve bahçe ve tarla olduğu,davacının zilyet şahitlerinin beyanları ile tescili talep olunan taşınmazların D. kilisesi mensupları tarafından şahitler kendilerini bildiklerinden beri nizasız ve fasılasız malik sıfatıyla bağlardan ve bahçelerinden meyvelerini almak tarlaları da ekip biçmek suretiyle tasarruf ettiklerini bildirdiklerini,Vakıflar Genel Müdürlüğünce verilen cevabi 31.5.1963 tarihli yazıda Türkiye’de birçok gayrimüslüm vakıflarının mevcut olduğu,vakfiyeleri olmadığı halde hukuki varlıkları fermanlar ve şeriye ilamları ile tanınmış olduğu,bunların namına zilyet bulundukları taşınmazları TMK 633-639.maddeleri uyarınca talep etmeye hakları olduğunun bildirildiği,kararın 3.sayfasında da “XI- davacı cemaat vekilinin 7.6.1963 tarihli keşifte, keşfi yapılan beş parça taşınmazın haricinde kalan taşınmazların tescillerinden sarfınazar etmiştir.” denilmekte olduğu; keşifte tespit edilen 5 parça taşınmazın 20 yılı aşkın nizasız fasılasız vakıf tarafından tasarruf edildiğinin bildirildiği anlaşılmaktadır.Dosyaya sadece ilamın fotokopisi sunulmuş olup, dosyasının SEKA’ya gönderildiği bildirildiğinden söz konusu dosya ile içerisindeki belgeler,keşif zaptı vs. incelenememiştir.Bu şekilde hükmen oluşan üç adet tapu kaydına dayalı olarak tespit edilen 101 ada 478 parsel sayılı taşınmazın yüzölçümünün 164.471,25 m2, manastır ve müştemilatı vasfında olduğu görülmektedir. 478 nolu parselin tesciline dayanak tapu kayıtlarına bakıldığında; 28.7.1965 tarih,19 nolu tapu kaydının 9216 m2 ; 18 nolu tapu kaydının 23.000 m2; 17 nolu tapunun 14.484 m2;15 nolu tapu kaydının ise kilise binası(6 avlu,8 su kuyusu,fevkani 7 oda,tahtani 10 oda,4 ibadethane salonu müştemil) vasfı ile yüzölçümü belirtilmemiş olarak davalı Vakıf adına tescil edilmiş,ancak ilamın eki olarak çizilen basit krokilerde her bir taşınmazın kenar uzunlukları gösterilmek suretiyle miktarları yazılmıştır.28.7.1965 Tarih 15,17 ve 18 nolu tapu kayıtlarının 15 nolu tapu kaydı (yüzölçümü belirtilmediğinden ) hariç,toplam 60.100 m2 olmasına rağmen 2008 yılında yapılan kadastro sırasında 164.471,25 m2 olarak tescil edilmiştir. 16 nolu tapu kaydı da 11400 m2 miktarlı olmasına rağmen kadastro sırasında 49302,18 m2 olarak Güngören Köyü 267 parsel sayılı taşınmaza revizyon görmüş, davalı Vakıf adına tescil edilmiştir.Haritasına bakıldığında dava konusu edilen 12 parça taşınmazın ortasında bulunan 478 nolu parseldeki kilise binası ve müştemilatları açıkça görülmektedir. 478 nolu parsele uygulanan tapu kayıtlarının sınırları ise; 15 nolu tapunun “şarkan(doğu) manastıra ait tarla,şimalen(kuzey) ve garben(batı) manastıra ait bahçe,cenuben(Güney) yol ile mahdut olduğu; 17 nolu tapunun;şarkı yol ve müteakiben deyrömer kilisesi bahçe ve duvarı,garben kıraç,şimalen yol,cenuben yol ile çevrili; 18 nolu tapunun şarkı kıraç,garbı narlık ve müteakiben yol,şimalen kıraç,cenuben kilise binası ve yol ile çevrili;19 nolu tapunun ise ,şarkı hırbe habis ve yol,garben kıraç,şimalen diyari killike kıracı,cenuben guhara habisi kıracı ile çevrilidir. Görüldüğü üzere dayanak tapu kayıtlarının sınırlarında “kıraç” bulunduğu;dosyaya davacı Hazine tarafından sunulan ve idari tahkikat sırasında çektirilen bir kısım taşınmazlara ait fotoğraflar incelendiğinde taşlık kayalık vasıfta taşınmazlar olduğu da gözlenmiştir.Kadastro sırasında yine davalı Vakıf adına tespit ve tescil edilen dava konusu taşınmaz dışındaki diğer taşınmazların da(101 ada 9,460,487,489,491 ,492,271,277, 278 nolu parseller ile 114 ada 22 nolu parsel) toplam 340.936,57 m2 yüzölçümünde olduğu görülmektedir.Dava konusu taşınmazlara bitişik olan 101 ada 1 nolu parsel ile 7 nolu parselin ORMAN vasfı ile Hazine adına tespit edildiği,7 nolu parselin tutanağının kesinleştiği, 101 ada 486 ve 488 nolu parsellerin hali arazi vasfı ile Hazine adına tespit ve tescil edildiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır.Bu tespitlerden sonra açıklanması geren iki husus bulunmaktadır:Bunlardan ilki cemaat vakıflarının zilyetlikle taşınmaz edinip edinemeyeceği meselesidir.Davalı Vakıf tarafından çekişme konusu taşınmazların vergilerinin 1937 yılından beri ödendiği savunularak dayanılan vergi kayıtları dosyaya konulmuş ve keşifte de uygulatılmıştır. Davalı Vakıf listenin 1'den 22.sırasına kadar olan kayıtların çekişmeli taşınmazlara ait olduğunu iddia etmiştir. Bu kayıtların toplam miktarı 4615 ar'dır. Dosya içerisindeki belgelerden de anlaşıldığı üzere, kadastro yapılan G.Köyü'nde 376 adet vergi kaydının, mevki ve hudutları muhtar ve bilirkişilere defalarca okunmasına rağmen bu kayıtların nerelere ait olduklarını tam ve kesin olarak tespit edemediklerinden kadastro çalışmaları sırasında uygulanamadığı,bu nedenle uygulanamayan kayıtlar listesine alındığı bellidir.Yapılan keşif sırasında gerek yerel bilirkişiler gerekse dinlenen tanıklar dava konusu taşınmazlardan 477 nolu parselin vergi kayıtlarının 11.sırasında; 479,480,481,482,483,484 ve 485 nolu parsellerin 9.sırasında ve 428,429,430,431 nolu parsellerin de 2.sırasında yer aldığını bildirmişlerdir.Ne var ki,aynı yerel bilirkişi(A.Demir) kadastro sırasında bu vergi kayıtlarını uygulayamamıştır.Zaten eldeki davada yapılan keşif sırasında da vergi kayıtlarının sınırları,mevkii tek tek okunarak,her bir sınır belirlenmek suretiyle yerel bilirkişi ve tanıklara uygulatılmış ve sınırlar saptanmış değildir.Tanık ve yerel bilirkişi beyanları soyut kalmıştır. Öte yandan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 713/1 maddesi (Mülga 743 sayılı TKM madde 639/1) ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14.maddelerinde kazandırıcı zamanaşımı ile taşınmaz mal edinme koşulları düzenlenmiş olup, tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malın, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edileceği anılan maddelerde düzenlenmiştir.Vakıflar, belli bir amaca özgülenen ve o amacın gerçekleşmesi için yeterli mal topluluklarıdır.3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 13/B-c ve 14.maddelerinde kazandırıcı zamanaşımı ile edinme için temel koşul “malik” sıfatıyla zilyetliktir.Zilyetlikle mal edinme başkasına ait bir taşınmazın belli bir zaman dilimi içerisinde eylemli olarak malik olma niyetiyle ele geçirilmesi işlemidir.Taşınmazın Devlete(md.14) veya özel kişilere(md.13/B.c) ait olması sonuca etkili değildir.Zilyetlikle kazanmada zilyedin iyi niyetli olması da gerekmemektedir.Başkasına ait olan bir malın ele geçirilerek bu şekilde kullanılması vakfın amacı ve vakıf fikri ile bağdaşmaz. Yöneticilerin de vakfa ait olmayan bir taşınmazı vakıf adına kullanmaları vakfa malik sıfatıyla zilyetlik ve kazanma sağlamaz. Yöneticiler vakfedilen malları yönetmekle yükümlü olup, onlar tarafından vakfeden kişi veya kişilerin gerçek arzularına aykırı şekilde işlem yapılması,bundan vakıf yararına sonuç çıkarılması vakıf düşüncesi ve ilkesi ile çelişir. Yürürlükteki mevzuatta cemaat vakıflarının zilyetlikle mal edinebileceklerine ilişkin açık ve kapalı bir hüküm olmadığı gibi, vakfiyelerinde de bu konuda bir düzenleme bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle cemaat vakıflarının 1936 beyannamelerinde belirtilen ve ayrıca vasiyet,bağış,satın alma yolu ile elde edilen taşınmazlar dışında yukarıda değinilen yasal düzenlemeler gereğince zilyetlikle taşınmaz edinmesi olanaklı değildir. Bu husus Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 8.5.2002 Tarih,2002/16-159 Esas;2002/355 Karar sayılı ilamında da açıkça belirtilmiştir.Bunun yanı sıra cemaat vakıflarının kendilerine ait taşınmazları adlarına tescil ettirme yöntemi ilk olarak mülga 2762 sayılı Vakıflar Yasası’nın 44.maddesi ve Geçici 1-A maddesinde düzenlenmiştir.2762 sayılı kanun'un 44.maddesine göre;kanunun neşri tarihinden en az on beş yıl evvelinden beri vakıf olarak tasarruf edildikleri vergi kayıtları icar kontratları ve eşhası hükmiyenin gayrimenkule tasarruflarına dair olan 16 Şubat 1328 tarihli kanunun neşrinden sonra tapuya verilmiş defterler ve müesseselerin hesap defterleri ve buna benzer vesikalarla anlaşılacak olan yerler o suretle vakıf kütüğüne kaydolunurlar.Bu kayıt vakıflar idaresinin istemesi üzerine tapuca o gayrimenkullerin kayıtlarına işaret ve keyfiyet münasip vasıtalarla ilan olunur.İlan tarihinden itibaren iki yıl içinde dava yolu ile bir güna itiraz olunmadığı takdirde o malların vakıf olarak kati tescilleri yapılır ve tapuları verilir.Geçici 1-A maddesinde ise ; “Şimdiye kadar vakıflar idaresine hesap vermemiş olan bütün mütevelliler veya mütevelli heyetleri bu kanunun hükümleri yürümeğe başladığı günden itibaren üç ay içinde idare ettikleri vakıfların mahiyetlerini, varidat menbalarını ve bunların sarf ve tahsis mahallerini, geçmiş son senenin varidat ve masraflarının miktar ve nevilerinin ve mütevelliliği hangi selahiyetli merciin intihap veya kararına müsteniden ve hangi tarihtenberi yaptıklarını gösterir bir beyanname tanzimine ve mensup oldukları vakıflar dairesine vermeğe mecburdurlar....D-Beyannameler muhteviyatının vesika ve teamüllere müstenit olması ve bu vesika veya taamüllerin bu kanunun neşrinden evvel mevcut ve mer'i bulunması şarttır.” hükümlerini içermektedir.Gerek Vakıflar Genel Müdürlüğü uygulamasına göre, gerekse Yargıtay içtihatlarında cemaat vakıflarının vakfiyeleri olmadığından,bunların verdiği 1936 beyannameleri vakfiye olarak (yani vakfiye yerine geçen belge) kabul edilmekte ve 2762 sayılı Vakıflar Yasası'nın 44.maddesindeki belli koşulların varlığı halinde vakıf mallarının vakıf kütüğüne kaydedilmesi ve tescilleri yapılarak tapu verilmesi mümkün bulunmaktadır. Ancak, bu hükmün işlerlik kazanması için beyanname verilmesi gerekmektedir. Cemaat Vakıflarının beyanname verme yükümlülüğü yukarıda bahsedilen 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun Geçici 1.maddesindeki özel hükümden kaynaklanmaktadır.Beyanname tek taraflı irade açıklaması olup, Vakıfların taşınmazlarını beyannamede bildirmiş olmaları yasal bir zorunluluktur. Süresinde verilen beyannameler vakfın, vakfiye yerine geçen belgesi olarak kabul edilmiş olup,bu taşınmazların ilgili vakıf tüzelkişiliği adına kanun hükmü uyarınca tescil olunacağı ihtilafsızdır. Bu hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 8.5.1974 Tarih,1971/2-820 Esas,1974/505 Karar sayılı ilamında da değinilmiştir.Anayasa Mahkemesi'nin 17.6.2010 Tarih,2008/22 Esas;2010/82 Karar sayılı 5737 sayılı Vakıflar Yasası'nın 12.maddesi vs maddelerin iptali için açılan dava sonucunda verilen ilamının gerekçesinde de belirtildiği gibi,cemaat vakıflarından beyanname istenmesinin temel gerekçesinin bu vakıfların Devlet tarafından denetlenmesini sağlamak ve denetlemenin yapılabilmesi için de söz konusu vakıfların o ana kadar fiilen tasarrufu altında tuttukları ancak muvazaa ya da gizli bir takım işlemlerle kayıt altında bulunmayan tüm mal varlıklarının bir envanterinin ortaya çıkarılması amacına yöneliktir.Dolayısıyla bu beyannamenin cemaat vakıflarının taşınmaz edinmesinin önüne geçilmesi amacıyla istendiği de düşünülemez.Öyle olsa 2762 sayılı yasaya bu konuda açıkça hüküm konulurdu.Yargısal uygulamada da uzun süre söz konusu beyannamelerin bulunup bulunmadığı ve varsa içeriği gözetilmek suretiyle cemaat vakfının mal edinip edinemeyeceği geçici 1.madde hükmü gözetilerek sonuca bağlanmakta iken,Avrupa Birliğine uyum süreci içerisinde yapılan çalışmalarla 4771,4778 ve 4928 sayılı yasalarla bir takım düzenlemeler getirilerek anılan beyannamelerde yer almayan malların da edinilebilmesi yolu açılarak ,bu olanak bazı kurallara ve koşullara bağlanmıştır. 2762 sayılı Vakıflar Yasası'nın 1.maddesinde 03/08/2002 tarihinde 4771 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle; bu vakıfların dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere, her ne suretle olursa olsun, tasarrufları altında bulunduğu, vergi kayıtları, kira sözleşmeleri ve diğer belgelerle belirlenen taşınmaz mallar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde başvurulması halinde vakıf adına tescil olunur. Cemaat vakıfları adına bağışlanan veya vasiyet olunan taşınmaz mallar da bu madde hükümlerine tabi olacağı ve yine 02/01/2003 tarihinde 4778 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle de; Cemaat vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın, Vakıflar Genel Müdürlüğünün izniyle dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler hükümleri eklenmiştir.2762 sayılı Vakıflar Kanunu'nun değişik 1.maddesi kapsamında hazırlanan 24.1.2003 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri,Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları ve Tasarrufları Altında Bulunan Taşınmaz Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkında Yönetmelik'in edinilebilecek taşınmaz malların kapsamını düzenleyen 4.maddesinde ise, cemaat vakıflarının Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün izni ile dini,hayri,sosyal,eğitsel ,sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere satın alma,vasiyet,hibe vs.yollarla mal edinebileceği düzenlenmiştir.Ancak 2762 sayılı Vakıflar Yasası'nın yürürlükten kaldırılmasından sonra 27.2.2008 tarihinde 5737 sayılı Vakıflar Yasası yürürlüğe girmiştir.5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 3.maddesinde ayrı ayrı tanımlar yapılarak, cemaat vakıflarını mülhak vakıf statüsünden çıkartarak müstakil vakıf olarak değerlendirmiştir. Buna göre; Cemaat vakfı,Vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye'deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfları ifade ettiği; Vakfiye tanımının da, mazbut, mülhak ve cemaat vakıflarının malvarlığını, vakıf şartlarını ve vakfedenin isteklerini içeren belgeleri belirttiği; 1936 beyannamesinin tanımının ise cemaat vakıflarının 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince verdikleri beyannameyi ifade ettiği açıkça düzenlenmiştir.5737 sayılı yasanın 12. maddesinde vakıfların mal edinebilecekleri, malları üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilecekleri belirtilmiştir.12.maddenin gerekçesinde de vakfın devamlılığının sağlanması açısından mülhak,cemaat ve yeni vakıflara başlangıçta özgülenen mal ve hakların değiştirilebilmesi imkanı sağlandığı,vakıfların sonradan edindikleri malları izin almaksızın yönetim organlarının kararıyla değiştirebileceklerine ilişkin hüküm getirildiği belirtilmiştir.Anılan yasanın Geçici 7.maddesinde ise; “ Cemaat vakıflarının;a) 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, halen tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar,b) 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlar tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde müracaat edilmesi halinde Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescilleri yapılır.” hükmü ile yeni düzenlemeler getirilmiştir.Bundan başka 5737 sayılı yasaya 22.8.2011 Tarih 651 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 17.maddesi ile eklenen Geçici 11.maddesinde ise; “ Cemaat vakıflarının a) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup malik hanesi açık olan taşınmazları,b) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı taşınmazları,c) 1936 Beyannamesinde kayıtlı olup kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmeleri,tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren oniki ay içinde müracaat edilmesi halinde, Meclisin olumlu kararından sonra, ilgili tapu sicil müdürlüklerince cemaat vakıfları adına tescil edilir.Cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değeri Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenir.Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.” hükümleri de düzenlenmiştir.Elbette özel hukuk tüzelkişisi olan vakıfların mal edinmeleri sınırsız bir hak olmayıp,ancak bünyelerine ve amaçlarına uygun olmaları koşulu ile mümkündür.Başka bir deyişle,vakıfların mal edinmeleri konusunda vakfın kendi bünyesi ve amacından kaynaklanan doğal ve zorunlu sınırlar söz konusudur (Anayasa Mahkemesi'nin 17.6.2010 Tarih,2008/22 Esas;2010/82 Karar sayılı ilamı).Somut olayda davalı Vakıf tarafından 17.7.1935 tarihinde beyanname verildiği, burada 20 parça susuz tarla, 2 bağ, 10 su kuyusu ve manastırın bina müştemilatı ile (manastır etrafında) tapuya bağlanmamış arazisini bildirdiği görülmüştür.Beyannamede taşınmazların yüzölçümleri, yeri ve de sınırları açıkça belirtilmemiştir.Bu durumda, dava konusu edilen 12 parça taşınmazın davalı Vakıf tarafından verilen beyannamede yazılı olan taşınmazlardan olduğu duraksamaya yer bırakmayacak şekilde kanıtlanmalıdır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6.maddesi uyarınca kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.Öyle ise davalı Vakıf tarafından çekişmeli taşınmazların beyannamede bildirilen taşınmazlardan olduğunun kanıtlanması gerekir.Yerel Mahkemece taşınmazların başında 6.6.2009 tarihinde keşif yapılmış; keşif sırasında kadastro sırasında da çekişmeli taşınmazlarla ilgili olarak dinlenilen yerel bilirkişi A.Demir, çekişme konusu taşınmazların davalı vakıf tarafından verilen beyannamede gösterilen taşınmazlardan olduğunu bildirmiştir.Diğer yerel bilirkişi de benzer beyanda bulunmuştur.Bilirkişilerden A.Demir 1960 doğumlu, diğer yerel bilirkişi ise 1950 doğumludur. 1935 yılında verilen beyannamede sınırı,miktarı,yeri bildirilmediği halde, çekişme konusu taşınmazların beyannamede yer alan taşınmazlardan olduğunu bilmeleri hayatın olağan akışına uygun düşmemektedir.Yine tanık beyanları için de aynı belirleme geçerlidir. Ayrıca 2762 sayılı yasanın Geçici 1/D maddesinde beyannamelerin muhteviyatının vesika ve teamüllere müstenit olması ve bu vesika veya taamüllerin bu kanunun neşrinden evvel mevcut ve mer'i bulunması şarttır denildiğine göre, tanık ve yerel bilirkişilerin sadece soyut beyanlarına değer verilemez.Çekişme konusu taşınmazlara ait kadastro tutanaklarının edinim kısmında taşınmazların şahısların zilyetliğinde iken 1950-1953 yıllarında davalı Vakfa bağışlandığı yazılı ise de,yargılama sırasında gerek tutanak mümzisi,gerekse yerel bilirkişi ve tanıklar bu hususun sehven söylendiğini beyan ederek, taşınmazların davalı Vakıf tarafından uzun yıllar tasarruf edildiğini bildirmişler, davalı Vakıf vekili de bu hususu doğrulamıştır.O halde eldeki davada, davalı Vakfa bağış yolu ile geçen taşınmazlardan da söz edilemeyecektir. Keşif sırasında yerel bilirkişi ve tanıklar aksini söylese de, çekişme konusu taşınmazların davalı Vakfın kuruluşundan beri tasarrufunda bulunan ve beyannamede bildirilen mallardan olsa idi ,davalı Vakıf tarafından 1961 yılında açılan davalarda veya akabinde bunların da tescilinin talep edilmesi gerekirdi. Taşınmazların kadastrosu 2008 yılında yapılmış olup, o tarihe kadar davalı Vakıf tarafından çekişme konusu taşınmazlarla ilgili bir başvuru olduğu da ileri sürülmemiştir.Bu durum karşısında; davalı vakıf tarafından 1935 tarihinde bildirilen beyannamede taşınmazların miktarı, mevkii ve sınırlarının yazılı olmaması nedeniyle bu taşınmazların bahsi geçen beyanname kapsamındaki taşınmazlardan olduğunun Türk Medeni Kanunu'nun 6.maddesi uyarınca davalı Vakıf tarafından kanıtlanamamış bulunması,ayrıca dava konusu taşınmazların vakfa bağış yolu ile geçtiğine ilişkin kadastro tutanağının edinim kısmındaki beyanların, tutanak mümzisi olarak da duruşmada dinlenilen yerel bilirkişi ve tanıklar tarafından doğru olmadığının bildirilmesi ve davalı Vakıf tarafından da bu hususun kabul görmesi karşısında, Yerel Mahkemece davacı Hazine'nin davasının kabulüne karar verilmesi gereğine değinen Özel Daire bozma ilamına açıklanan bu gerekçelerle uyulması gerekir.O halde direnme kararı, açıklanan değişik gerekçeyle bozulmalıdır.S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 440.maddesi uyarınca hükmün tebliği tarihinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,13.06.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.