Taraflar arasındaki “tapu iptal ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Tokat 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 09.06.2011 gün ve 2008/146 E., 2011/226 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin 01.03.2012 gün ve 2011/4782 E., 2012/1398 K. sayılı ilamı ile;(... Davacı vekili dava dilekçesinde; çalılık ve dikenlik iken davacı tarafından imar-ihya edilen ve 1974 yılından beri davacının zilyetliğinde bulunan bir parça taşınmazın kadastro çalışmaları sonucunda 1448 parsel numarası ile davalı Hazine adına tespit ve tescil edildiğini açıklayarak Hazine üzerindeki tapu kaydının iptali ile vekil edeni adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalı Hazine vekili 09.06.2011 tarihli yargılama oturumunda davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.Mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de; mahkemenin bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır. 1448 parsel 21.11.2002 tarihinde Hazine adına hali arazi vasfı ile tespit edilmiş, tutanağın itirazsız olarak 03.01.2003 tarihinde kesinleşmesi üzerine 02.05.2008 tarihinde tapuya tescil edilmiştir. Taşınmaza ait tutanağın edinme sütununun incelenmesinde, taşınmazın 1965 yılında yapılan kadastro tespitlerinde Yeşilırmak yatağı olarak tespit harici bırakıldığı, Almus Barajı'nın yapımı ile kendiliğinden kontrol altına girdiği ve 2002 yılında Tokat Defterdarlığının talebi üzerine yapılan kadastro çalışmalarında ileride tarım alanına dönüştürülmesi mümkün yerlerden olduğu gerekçesi ile Hazine adına hali arazi vasfı ile tespit edildiği saptanmıştır. Bu saptama ışığında taşınmazın öncesinin dere yatağı olduğunun kabulü gerekmektedir. Kural olarak, dere yatakları Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerdendir. Aktif dere yatakları ile derenin etki alanında kalan yerlerin kazanılması mümkün bulunmamaktadır. Ancak, aktif dere yatağında ve etki alanında kalmayan bir yer, koşulları mevcut olduğu takdirde, niteliğine göre zilyetlik ve imar-ihya yoluyla kazanılabilir. Keşif mahallinde dinlenen yerel bilirkişi ve tanıklar, dava konusu taşınmazın Almus Barajının inşaasından önce Yeşilırmak yatağı olduğunu, ancak barajın inşaasından sonra Yeşilırmak'ın debisinin düşmesi ve rejiminin düzene girmesiyle ırmak yatağı olmaktan çıktığını ve davacının 1978 yılında taşınmazın imar-ihyasına başlayıp 2 yıl içinde taşınmazı tarım arazisi haline getirdiğini bildirmişlerdir. Buna karşılık aynı keşifte teknik bilgisine başvurulan jeoloji mühendisi bilirkişi 18.05.2011 tarihli raporunda “1965 yılına kadar Yeşilırmağın debisinin oldukça fazla ve düzensiz olduğunu, bu tarihte baraj inaşaatının tamamlanması ile debisinin düştüğünü, bu tarihten sonra taşınmazın kuzeyinden düzensiz ve yay gibi kavisli şekilde menderesli olarak akarken ıslah projesi kapsamında yapılan sedde çalışmaları ile taşınmazın bugünkü halini aldığını,” bildirmiş, DSİ 7. Bölge Müdürlüğü 72. Şube Müdürlüğü 12.11.2010 tarih ve 242257 sayılı cevabi yazısında taşınmazın bulunduğu yerde ıslah çalışması kapsamında Seddenin 2007 yılında inşa edildiğini bildirmiştir. DSİ Müdürlüğünün yazısı ve jeolog bilirkişinin raporu karşısında taşınmazın seddenin yapım tarihi olan 2007 yılına kadar Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden olduğunun kabulü gerekmektedir. Resmi kurum yazısı ve bilimsel içerikli bilirkişi raporunun esas alınarak davanın reddi yerine takdiri delil niteliğinde olan mahalli bilirkişi ve tanıkların beyanlarına üstünlük tanınarak kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir... )gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, imar-ihya ve zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.Mahkemece, davanın kabulüne dair verilen karar davalı vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire'ce yukarıda başlık bölümünde yer alan nedenlerle bozulmuştur. Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü davalı vekili temyiz etmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazın imar-ihya suretiyle iktisap koşullarının somut olayda davacı yararına gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.Uyuşmazlığın çözümü açısından, öncelikle, imar ve ihya ile taşınmaz kazanma koşullarının irdelenmesinde yarar vardır.Kural olarak Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerin olağanüstü zamanaşımı veya başka bir yoldan kazanılması ve tapu siciline tescil edilmeleri mümkün değildir. Ancak Devletin hüküm ve tassarrufu altındaki yerlerle ilgili düzenlemeye yer veren Türk Medeni Kanunu(TMK)'nun 715. maddesinin son fıkrasında, sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılmasının özel kanun hükümlerine tabi olduğu açıklanmıştır. Nitekim; 10.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadasro Kanunu(KK)'nun 17. maddesinde imar ve ihya kurumuna yer verilmiş ve bu yoldan taşınmaz kazanılması imkanı getirilmiştir. 3402 sayılı Kanunun "ihya edilen taşınmaz mallar" başlığını taşıyan 17. maddesi:"Orman sayılmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek tarıma elverişli hale getirilen taşınmaz mallar 14 üncü maddedeki şartlar mevcut ise imar ve ihya edenler veya halefleri adına, aksi takdirde hazine adına tespit edilir.İl, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan taşınmaz mallarda bu hüküm uygulanmaz."Hükmünü içermektedir. Anılan madde gereğince, orman sayılmayan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerin, aynı Kanunun 14. maddesinde yazılı koşulların gerçekleşmesi halinde imar ve ihya yoluyla kazanılması mümkün bulunmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki; 3402 sayılı Kanun'un 17. maddesi aynı Kanunun 33/3 maddesi gereğince genel hüküm niteliğinde olup Kadastro Kanunu'nun uygulandığı yerler dışında bulunan taşınmazlar hakkında da uygulanır.Bir yerin imar-ihya ile kazanılabilmesi için öncelikle taşınmazın orman sayılmayan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan arazilerden olması gerekir. Kamu hizmetine tahsis, hukuken olabileceği gibi fiilen de olabilir. Kamu hizmetine tahsis edilmeyen, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşlık, orman sayılmayan çalılık, makilik ve fundalık gibi topraklar imar ve ihyaya müsait olan yerlerdir. Makilik ve fundalık yerler orman toprağı ise imar ve ihya ile kazanılması mümkün değildir. Zira kanun koyucu Anayasa'nın 169 ve 170. maddelerini gözeterek ormanların imar ve ihya ile kazanılmasını yasaklamıştır.Aynı ilkenin bir sonucu olarak, 3402 sayılı Kanunun 16/A maddesinde belirtilen hizmet malları, 16/B maddesinde belirtilen orta malları, yollar, meydanlar ile 16/C ve 16/D maddelerinde belirtilen taşınmazların imar ve ihya ile kazanılması mümkün değildir. Nitekim, nehir ve çay gibi akarsuların eski(terk edilmiş, metruk) yatakları, kural olarak Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerdendir. Ancak bu yerlerin koşulları oluştuğu takdirde imar ve ihya ile kazanılması mümkündür. Buna karşılık aktif nehir, çay yatakları etki alanında bulunan yerlerin imar ve ihya ile kazanılması mümkün değildir(HGK'nun 02.10.1996 gün ve 1996/20-429 E., 1996/643 K.; HGK'nun 18.02.1998 gün ve 1998/4-122 E., 1998/138 K. sayılı ilamları).İmar ve ihya ile edinilebilecek taşınmazın niteliği yanında, tapu sicilinde kayıtlı olmaması da gerekmektedir. Tapuda Hazine yada gerçek ve tüzel kişiler adına kayıtlı taşınmazların imar ve ihya ile kazanılması mümkün değildir. Ayrıca il, ilçe ve kasabaların imar planının kapsadığı alanlarda kalan taşınmazlar da imar ve ihya ile kazanılamazlar. Bir yerin imar ve ihya ile kazanılması için taşınmazın emek ve para sarfedilerek tarım arazisi haline getirilmesi gerekir. Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki bir taşınmazın tarım arazisi haline getirilmesi halinde imar ve ihyadan söz edilebilir. Ekime, dikime ve ürün yetiştirmeye müsait olmayan yerler ihya edilecek taşınmazlardır.Emek ve masraf gerektirmeyen, zilyetliğin sürdürülmesi seviyesindeki, taşınmazın daha verimli hale getirilmesi gibi çalışmalar imar ve ihya sayılmaz. Bu tür yerlerin imar-ihyaya gerek olmaksızın, TMK.'nun 713/1 ve KK.'nun 14. maddeleri gereğince kazanılmaları mümkündür.Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki bir yerin emek ve para sarf edilerek tarım toprağı haline getirdikten sonra güçlendimek amacıyla yapılan işlemler ihya olgusu içinde kabul edilmelidir.Taşınmaza tarım arazisi niteliği kazandırmayan uğraşlar, meydana getirilen eserler KK.'nun 17. maddesi kapsamında imar ve ihya olarak kabul edilemez.Maddi olgu olan imar ve ihya, her türlü delil ile kanıtlanabilir. Her somut olayın özelliğine göre, yerel bilirkişi, tanık beyanları, teknik bilirkişi raporları gibi deliller imar ve ihyanın kanıtlanmasında kullanılabilir.İmar ve ihya tek başına taşınmazın mülkiyetinin kazanılması için yeterli bir olgu değildir. 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 17. maddesindeki yollama gereğince aynı Kanun'un 14. maddesinde belirtilen zilyetliğin nizasız fasılasız ve malik sıfatıyla 20 yıldan fazla sürmesi gerekmektedir. 20 yıllık süre imar ve ihyanın tamamlandığı tarihten itibaren hesaplanır.Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:Davacı, imar-ihya ve zilyetliğe dayanarak eldeki davayı açmıştır. Dava konusu 1448 parsel sayılı taşınmaz 2002 yılında yapılan tesis kadastrosu ile 9.132,24 m² miktarlı ve hali arazi vasfı ile 02.05.2003 tarihinde tapuya tescil edilmiş olup, dosya içerisinde bulunan 18.05.2011 tarihli jeoloji bilirkişi raporunda taşınmazın kuzey sınırında bulunan Yeşilırmak'ın düzensiz ve yay gibi kavisli bir şekilde menderesli akarken, ıslah projesi kapsamında yapılan sedde çalışmalarıyla bugünkü halini aldığı belirtilmiştir. DSİ tarafından gönderilen 12.11.2010 tarihli yazı ile seddenin 2007 yılında yapıldığı bildirilmiş olup, dava konusu taşınmazın 2007 yılına kadar aktif dere yatağının etkisi altında bulunduğu dolayısıyla Devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle, Yerel mahkemenin dava konusu taşınmazın Almus Barajının yapıldığı 1965 tarihinden sonra ırmak metrukatı haline geldiği yönündeki gerekçesi yerinde değildir. Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; dava konusu taşınmazın imar-ihya suretiyle iktisap koşullarının davacı yararına gerçekleşmiş olduğu, DSİ seddesinin 2007 yılında yapılmasının kazanma şartlarının oluşmasına engel olmadığı ileri sürülmüşse de bu görüş Hukuk Genel Kurulu'nun çoğunluğunca yukarıda açıklanan nedenlerle yerinde görülmemiştir.Hal böyle olunca; yerel mahkemece, aynı hususa işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.S O N U Ç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının bozma ilamında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca uyarınca 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20.03.2013 gününde yapılan ikinci görüşmede oybirliğiyle karar verildi.