Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 24.12.2009 gün ve 2009/147 E. 2009/502 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 02.03.2011 gün ve 2010/3340 E. 2011/2166 K. sayılı ilamı ile;(…Davacı, davalıların evinde temizlik işleri yaptığını, davalıların kendisi hakkında evlerinden hırsızlık yaptığı gerekçesi ile şikayette bulunduklarını, bu şikayet kapsamında evinde arama yapıldığını, ceza mahkemesinde yargılanıp beraet ettiğini belirterek, kişilik haklarına saldırıdan dolayı davalıların manevi tazminat ile sorumlu tutulmalarını istemiştir. Davalılar ise, evlerinden para ve bazı değerli eşyalarının kaybolduğunu anlayınca evlerinde temizlik yapan davacı hakkında şikayetçi olduklarını, davacının hırsızlık suçundan yargılanıp kanıt yetersizliği nedeniyle beraet ettiğini, yasal şikayet haklarını ileri sürerek, istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.Yerel mahkemece, davalıların evlerinden kaybolan eşyaları nedeni ile şüphelendikleri davacı hakkında anayasal şikayet haklarını kullandıkları gerekçesiyle istem reddedilmiş; karar, davacı tarafından temyiz olunmuştur.Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir.Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın “Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği” başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25.maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı açıklanmış, BK.nun 49. maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlemiştir.Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikayet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.Dava konusu olayda; kardeş olan davalıların 27.11.2008 günlü şikayet dilekçelerinde, evlerinden altın, para ve dolar alındığını, cumhuriyet altını, çeyrek altın, büyük altın, yüzük, küpe, kolye, hatırlayamadıkları altın takılar, erkek saati, kristal tabak ve küllük, resimli tabak ve süs eşyası, dantel örtülerinin kaybolduğunu, davacıdan şüphelendiklerini, bunlar dışında da maddi değeri olan eşya alındığını düşündüklerini, temizlik işleri yaparak ev alan davacının, daha iyi bir ev alacağını söylediğini, eşine çay ocağı aldığını, emekli olabilmek için her ay para yatırdığını, üniversitede okuyan bir oğlunun yurttan eve çıktığını, diğerini dershaneye gönderdiğini, geldiği ilk günlerde daha önce evinde çalıştığı kişinin kendisine altınlarını çaldığı yönünde iftira attığını söylediğini, altınlarını abisinin bekçilik yaptığı bir kuyumcuda sakladığını, kendileri ile de altın gününe girmek istediğini söylediğini, saçının güzel boyanmadığını bahane ederek saçını boyayıp kendisi banyo yaparken evden bir şeyler alabilmeyi planladığını, çok iyi temizlik yaptığı için akşam evine kadar götürdüklerini, çantasındaki abisine ait maaş vekalet belgesini dahi çalmış olduğunu belirttikleri; bu şikayet üzerine açılan soruşturma sırasında davacının evinde yapılan aramada hiçbir suç eşyasına rastlanmadığı ve davacının hakkında açılan ceza davasında da kanıt yetersizliği nedeniyle beraet ettiği anlaşılmaktadır.Kaybolması nedeni ile davacı tarafından çalındığı iddia edilen eşyanın, bir defada götürülemeyecek nitelik ve nicelikte olduğu, ortadan kaybolmaları halinde dikkat çekecek eşya oldukları görülmektedir. Oysaki davalılardan Ayşe, davacının yanında 10 aydır çalıştığını, memnuniyeti nedeni ile iyi iş yaptığını kardeşlerine de söylediğini ve onların evinde de çalışmaya başladığını bildirmiştir. Tarafların açıklamalarından da davalıların evlerinde onların gözetimi altında temizlik işi yapan davacının, evde yalnız kalmadığı sonucuna varılmaktadır.Yerel mahkemece açıklanan olgular ve şikayet dilekçesinde kaybolan eşyanın sayısı ve ne zaman kaybolduklarına ilişkin net bir bilgi veremeyen davalıların, başkaca hiçbir kanıt göstermeksizin sadece özel yaşantısına yönelik yorumlar yoluyla hırsızlık suçundan şikayette bulunmalarının davacının kişilik haklarına saldırı oluşturacağı gözetilerek, davacı yararına uygun bir tutarda manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle istemin tümden reddedilmiş olması, usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN: Davacı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.Davacı vekili, davalıların şikayeti nedeniyle evinde arama yapıldığı ve hakkında ceza davası açıldığını, ceza davası sonunda beraat ettiğini ancak davalıların haksız suçlaması nedeniyle kendisi ve ailesinin namus ve şerefinin zarar gördüğünü ileri sürerek doğan zarara karşılık 50.000 TL manevi tazminatın davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalılar vekili, davacının yaklaşık on aydır davalıların evlerine temizliğe geldiğini, davalılardan Ayşe’nin evinden bazı eşyaların kaybolduğunu fark etmesi ve kardeşi olan diğer davalıları uyarması üzerine diğer davalıların da evlerinde yaptıkları kontrollerde kayıp eşyaları olduğunu tespit ettiklerini, her üçünün de evine fazla yabancı gelmemesi nedeniyle davacıdan şüphelendikleri ve hak arama özgürlüğünün yasal sınırları içinde şikayet ettikleri davacı hakkında iddialarının ciddi bulunarak ceza davası açıldığını, beraat kararının delil yetersizliğine dayalı olduğunu ayrıca hukuk hakiminin ceza mahkemesi kararı ile bağlı olmadığını, davacıya hakaret kastı ile hareket etmediklerini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Yerel Mahkemece, davalıların Anayasal hakları olan şikayet haklarını özel kasıtla, ortada şüphe doğuracak bir durum olmadan kullanmalarının sözkonusu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece, davalıların her üçünün de evine temizliğe gelen davacıdan, durum değerlendirmesi yaptıktan sonra şikayetçi olmaları ve evlerine davacı dışında gelen olmaması nedeniyle haklı olarak şüphelendikleri gerekçesiyle önceki gerekçe genişletilmek suretiyle ilk kararda direnilmesine karar verilmiştir.Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmektedir.Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, şikayet hakkının davalılar tarafından yasal sınırlar içinde kullanılıp kullanılmadığı, şikayet için yeterli emarenin olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile korunan kişilik haklarına yapılan saldırı nedeniyle 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesine dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.Hukuk Genel Kurulunun 09.04.1982 tarih ve 1981/4-56 E. 1982/348 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, kişilik hakları, kişinin kendi hür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağlayan, herkese karşı ileri sürülebilen ve kaynağını Anayasa’dan alan; yani Anayasa’nın teminatı altında bulunan mutlak bir haktır. Ne var ki, bunun yanında yine kaynağını Anayasa'dan alan başka hak ve özgürlükler de vardır. Anayasa'nın 36. maddesinde “Hak arama hürriyeti” olarak tanımlanan ve “yargı mercileri önünde hak arama, ihbar ve şikayet ve dava açma” özgürlüklerini de kapsayan haklar buna örnek olarak gösterilebilir. Hiç kuşku etmemek gerekir ki, sözü edilen bütün bu hak ve özgürlükler asla sınırsız değildir. Diğer bir anlatımla toplumda sulh ve huzurun gerçekleşmesi, adil bir dengenin kurulabilmesi için, bu Anayasal hakların gösterdikleri özellikler itibariyle başkalarının hak ve çıkarlarıyla olan ilişkilerine göre daraltılması ve genişletilmesi gerekir. Bu da, bütün haklarda olduğu gibi kişiliğin korunmasının sınırsız olmadığını gösterir. B.K.'nun 49. maddesinde açıkça ifade edilmemiş olmakla birlikte, hukuka aykırılık burada da sorumluluğun vazgeçilmez bir ögesidir.Hukuka aykırılık bir değer yargısıdır. Eylemin hukuka aykırılığı, davranış kurallarının çiğnenmesi ile ortaya çıkar. Burada değer yargısının belirlenebilmesinin ölçüsü olarak, hukuk kuralı gözönünde tutulur (Selim Kaneti, Haksız Fiilde Hukuka Aykırılık Unsuru, Kazancı, 1. Bası, İstanbul 2007, s. 34, 92-93).Kişilik haklarının ihlali kural olarak hukuka aykırı sayılır. Ne var ki, tecavüz edenin, zarar görenin kişilik haklarına müdahalede bulunmak hususunda bir hakkı mevcut olduğu takdirde, ihlâlin hukuka aykırılığı ortadan kalkacaktır. İşte bu şekilde hak ve çıkarların karşı karşıya gelmesi, yani hukuki çıkarların (yararların) çatışması halinde çatışan çıkarlar arasındaki sınırın M.K. 1. maddesindeki ana kural uyarınca Hâkim tarafından büyük bir özenle çizilmesi gerekir (S. Kaneti, a.g.e., s. 231, 263).Hakim, çatışan çıkarlar arasındaki bu sınırı M.K.nın anılan maddesi uyarınca hukuk yaratarak belirlerken, Adalete uygun bir sonuca varması için öğretide ve uygulamada kabul edilmiş ve genelleşmiş olan kıstaslardan da yararlanmalıdır. Kabul olunan bu genel kıstaslara göre; kişilik haklarına vaki saldırının hukuka uygun sayılması için (özellikle hak arama özgürlüğü sözkonusu olan hallerde); herşeyden önce kişinin hukukça korunan bir üstün hak ve çıkarının bulunması gerekir. Bir başka söyleyişle, kişilik haklarının ihlali görünümünü taşıyan açıklamalar, başkalarının ya da kamunun üstün çıkarlarını korumak amacıyla yapılmışsa, doğru amaca yönelik olduklarından hukuka aykırı sayılamaz. Bu açıdan zabıtaya ya da suçları kovuşturmaya yetkili makamlara yapılan ceza şikayetleri, ihbarlar, kişisel ceza davaları, yetkili merciler nezdinde yapılan icra kovuşturmaları, açılan hukuk davaları kural olarak hukuka aykırı değildir. Zira, hukukça korunan haklı bir çıkarın elde edilmesi için hareket edildiği sırada bir başkasının kişilik hakkı saldırıya uğramış ise, artık kişilik hakkı üzerindeki hukuki himaye, başkalarının hak ve özgürlüğü yararına ortadan kalkmalıdır. Hiç kuşku yok ki, hukuken korunan varlıklar olarak haysiyet, şeref ve hak arama özgürlüğü soyut kavramlar olarak ele alındığında birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Ancak, somut olaydaki nisbi kıymeti nazara alındığında sırf bu tecavüz bakımından kişinin davranış özgürlüğü, saldırıya uğrayan kişilik hakkından üstün olabilir (Haluk Tandoğan, Şahsiyetin Akit Dışı İhlallere Karşı Korunması, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt XX, 1963, Sayı: 4, Sayfa:1-36).Ancak, bu sonuca ulaşabilmek, böyle bir değer yargısına varabilmek ve dolayısıyla tecavüzün hukuka uygun olduğunu kabul edebilmek için, hukukça korunan üstün hak ve çıkarın varolması asla yeterli değildir; aynı zamanda bu hak ve çıkarın kötüye kullanılmamış olması da gerekir.Bu genel açıklamalardan sonra belirtilmelidir ki, 2709 sayılı T. C. Anayasası ve yasalarında kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.Bunun yanında kaynağını yine Anayasa’dan alan şikayet hakkı, diğer bir ifade ile hak arama özgürlüğü; 2709 sayılı T. C. Anayasası’nın hakların korunması ile ilgili hükümler başlığı altındaki 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şeklinde yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir. İşte bundan dolayıdır ki, kişi gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hakkına sahiptir.Anayasa’nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de, herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtilmekte olup, 17. maddesinde ise herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır.Konuya ilişkin olarak;4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 24. maddesinde;“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar yada kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 49. maddesinde ise;“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”hükümleri yer almaktadır.Görüldüğü üzere 4721 sayılı TMK’nun 24. maddesinde; hukuka aykırı olarak kişilik haklarına saldırı karşısında, saldırılan kimseye hukuki koruma sağlanacağı, kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırının hukuka aykırı olduğu, Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ise, şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişinin, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebileceği hükme bağlanmıştır.TMK’nun 24. maddesi ile BK’nun 49. maddesinin incelenmesinde diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlı oldukları görülmektedir.TMK 24’de düzenlenmiş olan şahsiyet hakları da genel olarak korunmuş haklar arasındadır. TMK 24/II gereğince şahsiyet haklarının çiğnenmesinden ötürü, maddi ya da manevi tazminat “ancak kanunun tayin ettiği halde ikame olunur”. BK 49, TMK 24/II’nin şahsiyet haklarının çiğnenmesinden ötürü tazminat talebine koyduğu sınırı büsbütün kaldırmış, maddi tazminat talebini BK 41’deki genel şartlara bağlamıştır. Manevi tazminat talebi için ise, genel bir hüküm koymuş olmakla birlikte, ayrıca ihlalin ve kusurun özel ağırlığını da aramıştır. Bu duruma göre şahsiyet haklarının çiğnenmesi BK 41 anlamında hukuka aykırılıktır ve bu hükümdeki şartların gerçekleşmesi halinde, maddi tazminat talebine yer verir. Hakim hangi şahsiyet haklarının korumadan yararlanacaklarını, bu varlıklarının sınırının ne olduğunu, kişinin şahsiyet hakları ile diğer insanların faaliyet hürriyetinin çatışması halinde, hangi menfaatin ağır basacağını, genel hukuk ilkelerine, hayat gereklerine, adalet düşüncesine ve çatışan menfaatlarin değerine göre tespit edecektir (S. Kaneti, a.g.e., s. 203-204).Diğer bir ifade ile, hukuksal alanda, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir.Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur.Hiç kuşkusuz bütün bu hak ve özgürlükler sınırsız değildir, Anayasal hakların gösterdikleri özellikler itibariyle; başkalarının haklarıyla olan ilişkilerine göre daraltılması veya genişletilmesi gerekir. Bu kapsamda konu değerlendirildiğinde çatışma durumunda her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.Kişilik haklarına yapılan saldırının hukuka uygun sayılması için her şeyden önce kişinin hukukça korunan bir üstün hak ve çıkarının bulunması gerekir. Kişilik haklarının ihlali görünümünü taşıyan eylem ve açıklamalar başkalarının veya kamunun üstün çıkarını korumak için yapılmışsa, doğru amaca yönelik olduklarından hukuka aykırı sayılamaz. Bu nedenle zabıtaya ya da suçları kovuşturmakla yetkili makamlara yapılan ceza şikayetleri, ihbarlar, kişisel ceza davaları, yetkili mercilerde yapılan icra takipleri, açılan hukuk davaları hukuka aykırı değildir.Ancak tecavüzün hukuka uygun olduğunu kabul edebilmek için, hukukça korunan üstün hak ve çıkarın olması yeterli değildir; aynı zamanda bu hak ve çıkarın kötüye kullanılmamış olması da gerekir.Hak arama özgürlüğünün kullanım şekillerinden biri olan şikayet, yanlışları tartışmanın ve bunlara olası çözümler bulabilmenin bir yolu olduğuna göre serbestçe dile getirilebilmelidir. Hak arama özgürlüğü bağlamında ele alınacak olan şikayet hakkı, meşru bir amaç için kullanılırken, içeriğine konu bilgi (olgular) ile kanaatler (değer yargıları) açısından bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Olgular kanıtlanabilir; oysa değer yargılarının doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konamaz. Kanaatler, bir olay ya da durum konusunda bir bakış açısını veya kişisel bir değerlendirmeyi dile getirir; bunların doğru ya da yanlış olduklarının kanıtlanması olanaksızdır. Fakat kanaatin temelini oluşturan olguların doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkündür.Şikayet, kullanılması bir hak olmasının yanında, kişiye sorumluluk da yüklemektedir. Şikayet hakkının kötüye kullanılmış olup olmadığının tespitinde bakılacak unsur şikayet hakkının amaca uygun olarak kullanılmış olmasıdır. Amaca uygunluk öz çıkarın korunması ile mümkündür. İlgili makamlara yapılan şikayet ve ihbar, açılan ceza davaları, bu hakkın koruduğu çıkarı elde etmek için yapılmışsa amaca uygun bir davranış olarak hukuka da uygundur. Ancak bu hak öz çıkarın korunması yerine başkasını zarara uğratmak için kullanılmışsa artık hukuka uygunluktan sözedilemeyecektir. Başkasını zarara uğratmak için bir hakkın kullanımı iyiniyet kurallarına aykırıdır.Öte yandan şikayet hakkı amaca uygun olmak yanında uygun araçlarla da kullanılmalı, hakkın kullanılmasında gerçek olaylara dayanılmalı ve aşırı davranılmamalıdır. Salt kötü düşünce ile yapılan ve temelindeki olaylar gerçek olmayan şikayet veya ihbar hukuka aykırı davranış niteliğindedir.Şikayet hakkının kötüye kullanıldığından sözedebilmek için ihbar veya şikayetin karşı tarafın suçsuzluğunu bilerek zararlandırmak veya küçük düşürmek amacıyla yapılması yahut şikayet konusu hakkında delil ve emare olmadığı halde şikayetin yapılmış olması gerekir.Bu nedenle ihbar veya şikayetin temelini oluşturan maddi olguların ciddi ve inandırıcı kanıtlarla desteklenmesi gereklidir. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir.Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği, diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır.Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, kişi hakkında açılan ceza davası sonucunda beraat kararı verilmesi olgusu ise tamamen yargı görevinin yasalara göre takdir hakkı kullanılmak suretiyle yerine getirilmesine ilişkindir ve çatışan hakların sınırının belirlenmesinde davacı lehine değerlendirilecek nitelikte bir delil teşkil etmez. Beraat kararı hiçbir zaman şikayet hakkının kişilik haklarına zarar verecek şekilde hukuka aykırı kullanıldığının ölçüsü olamaz. Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulamaları da bu doğrultudadır. Kişinin gerçek bir olguya dayanan iddiasını kısmen ya da tamamen doğrulayacak kanıtlara dayanarak (bu kanıtlar dava açılması ve mahkûmiyet için yeterli olmasa dahi) resmi mercilere başvurması ya da ceza davası açması uygulama ve doktrinde hukuka uygun bir davranış olarak kabul edilmektedir. Aksi görüşü kabul etmek, yani her ihbar ve şikayetin yapılabilmesini ve ceza davası açılabilmesini her halükarda mahkumiyet için yeterli delil ikamesine bağlı tutmak; özellikle delillerin takdiri sonucu beraat halinde de şikayetçi ya da davacıyı manevi tazminat tehdidi altında bırakmak, hak arama özgürlüğünü sınırlamak ve kişilik hakları karşısında bu özgürlüğü yok etmek olur. Böyle bir yorum, Anayasa ve Medeni Kanun’un kişilik hak ve özgürlükleriyle güttüğü amaca ters düşer. Kişinin Anayasa ile sağlanması amaçlanan özgürlük ortamında yaşaması, gelişme ve faaliyet göstermesi, ona verilmiş görevleri yerine getirebilmesi için gerekli olan özgürlükler, yasal yollardan kullanıldığı ölçüde kısıtlanamaz ve kimse bu özgürlüğü kullandığı için tazminatla sorumlu tutulamaz.O halde, bazı delil ve emarelere dayanılarak gerçekleşen bir şikayet ya da açılan ceza davası sonunda verilen beraat kararı, soyut olarak o şikayet veya davanın hukuka aykırı olduğunun delili sayılamaz.Haksız şikayet ya da haksız ceza davası açıldığı hukuksal sebebine dayanan manevi tazminat davalarında, şikayet ya da dava hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığı, bir başka ifade ile şikayetin veya davanın hukuka aykırı olup olmadığı sorunu ancak, şikayetçinin veya davacının şikayetine dayanak yaptığı kanıtların hukuk hakimi tarafından değerlendirilmesi ile çözümlenmelidir.Ceza hakiminin beraat kararı verirken delilleri takdir konusundaki kanaati, hukuk davasına etkili değildir. Hukuk hakimi hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının sınırlarını belirlerken dayanılan kanıtların iddiayı kanıtlayacak güçte olmasını aramayacaktır. Çünkü hukuk hakimi iddiayı değil, hak arama özgürlüğünün hukuka uygun olarak kullanılıp kullanılmadığını araştırma ödevi altındadır. Bu nedenle şikayet hakkını haklı gösterecek kesin kanıtlar olmasa bile bir takım güçsüz kanıtların (emarelerin) bulunması yeterli olacaktır. Kesin kanıtların aranması şeklindeki bir kabul halinde ise hak arama özgürlüğünün kullanılması kısıtlanmış olacaktır.Açıklanan ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 11.04.2001 gün 2001/4-340 E. 2001/354 K.; 24.11.2004 gün 2004/4-604 E. 2004/608 K.; 10.10.2001 gün 2001/4-602 E. 2001/680 K.; 09.02.2005 gün 2005/4-13 E. 2005/37 K.; 21.09.2005 gün 2005/4-468 E 2005/514 K; 22.03.2006 gün 2006/4-66 E 2006/99 K. ve 04.06.2008 gün 2008/4-421 E. 2008/422 K. sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.Yukarıdaki açıklamaların ışığında somut olayın incelenmesinde; davalıların her üçünün evinden de bazı eşyaların eksilmesi üzerine yaptıkları değerlendirme sonucunda, güvenliği iyi olan sitelerde oturmaları; evlerine fazla yabancı kişilerin gelmemesi, davacının her üç davalının evine de temizliğe gitmesi nedeniyle yaptıkları değerlendirme sonucunda kendisinden şüphelenip şikayette bulundukları, Cumhuriyet Savcısının, şikayet üzerine dava açmış bulunması, davalıların, davacının suçsuz olduğunu bildikleri halde davacıyı zararlandırmak amacıyla şikayet ettikleri sabit olmadığı gibi, sonrasında ceza mahkemesince verilen beraat kararının da delil yetersizliğine dayalı olduğundan, davalıların şikayet hakkını şikayeti haklı gösteren emarelere dayalı olarak kullandıkları sonucuna varılmış ve manevi tazminatla sorumlu tutulmaları doğru görülmemiştir.O halde, Yerel Mahkemece, yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun değerlendirme yapılarak davanın reddine karar verilmesi ve bu kararda direnilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.Yukarıda açıklanan nedenlerle, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, HUMK’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.5.2012 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Bilmeniz halinde fark yaratacak kararlar
SAHTE ÇEK KULLANMAK SURETİYLE NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK
Mahkemesi : OLTU Ağır Ceza Günü : 12.03.2009 Sayısı : 62-17
Sanık P.. C..’in resmi belgede sahtecilik suçundan 5237 sayılı TCK’nun
204/1 ve 53. maddeleri uyarınca 3 yıl hapis; bankanın araç olarak
kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık
su
TİCARİ DEFTERLERİN TALEP EDİLMESİNE RAĞMEN İBRAZ EDİLMEMESİ / ALEYHE YORUMLANAMAMASI
Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Yalova 2.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 21.09.2011 gün ve 2010/507 E.-2011/342 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 12.06.2012 gün ve 2012/4241 E- 2012/99
Avukatın takip kesinleştiği halde alacağın tahsili için gereken diğer işlemleri yapmaması görevi kötüye kullanma suçunu oluşturur
İlk derece mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:Suç tarihinde Ankara Barosuna bağlı avukat olarak çalışan sanığın, 13/10/2008 tarihli vekaletname ile katılanın K.. ve T.. Köyü tüzel kişiliklerinden olan alacağının tahsili amacıyla vekilliğini üstlendiği, Po
Yargıtay
Yargıtay Karar Arama
Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Arama
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları Arama
Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır ?
Yargıtay Daire Bilgileri İle Dosya Sorgulama
Yargıtay Yerel Mahkeme Bilgileri İle Dosya Sorgulama
Yargıtay Kanunu
Yargıtay İş Bölümü
Yargıtay Haberleri
Karar Arama
Yargıtay Kararları
Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları
BAM Kararları
Danıştay Kararları
Anayasa Mahkemesi Kararları
Uyuşmazlık MAhkemesi Kararları
Karar Arama Nasıl Yapılır?
Emsal Karar ve Emsal Karar Arama Nedir?
Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır?
BAM Karar Arama Nasıl Yapılır?
Danıştay Karar Arama Nasıl Yapılır?
Anayasa Mahkemesi Karar Arama Nasıl Yapılır?