MAHKEMESİ : Ankara 26.Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 22.07.2008NUMARASI : 2008/120 E-2008/330 K.Taraflar arasındaki “Tapu İptali ve Tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 26.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 06.06.2007 gün ve 2004/62 E-2007/178 K. sayılı kararın incelenmesi davacı, kayyım ve dahili davalı Maliye Hazinesi vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin 30.10.2007 gün ve 2007/5253-5894 sayılı ilamı ile; (…Davacı A. K.. vekili, 2010 ada 51 parselin 450 m2’lik kısmına vekil edeninin 1972 yılında ev yapıp zilyet olduğunu, tapu maliki E. oğlu B..’nın uzun süre önce öldüğünü, kim olduğunun bilinmediğini, mirasçılarına ulaşılamadığını ileri sürerek kısmen iptaliyle vekil edeni adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir. E.. oğlu B.. Kayyımı ve Hazine vekili, davanın reddine ve TMK.nun 713/6.maddesi uyarınca Hazine adına tesciline karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, uyuşmazlık konusu taşınmazın tapusunun imar uygulaması ile oluştuğu, idari işlem niteliğindeki bu uygulama iptal edilmedikçe eldeki davanın görülemeyeceği gerekçesiyle davacının davasının ve Hazinenin tescil isteğinin reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili ve Kayyım ile Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.Öncesi 2010 ada 51 parsel olan dava konusu taşınmaz, 19.2.1941 tarihinde kadastro yoluyla Emir oğlu Babadayı adına tescil edilmiş, 14.10.1997 tarihindeki ilk imar uygulaması ile 32304 ada 3 parsel, 2.4.2007 tarihli ikinci imar uygulaması ile de 90126 ada 7 parsel numarasını alarak aynı kişi adına tescil edilmiştir. Davacı yan, TMK.nun 713/2.maddesine dayanarak mülkiyetin aktarılmasına ilişkin iptal tescil isteğinde bulunmuş, mahkemece yazılı gerekçeyle reddine karar verilmiştir. Kural olarak, mülkiyetin tanınmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davası genel mahkemelerde açılır. İmar işleminin idari nitelikte bulunduğu hususunda kuşku bulunmamaktadır. Aynı ada içinde imar uygulaması sonucu oluşturulmuş bulunan parseller yer almakta olup, bu adaya ait imar uygulamasının iptali davada taraf durumunu almayan tüm parsel sahiplerinin durumunu etkileyeceği gibi imar bakımından da kargaşa yaratır. Bundan ayrı imar uygulamasına ilişkin işlemin kesinleştiği tarihten itibaren idari yargı yerinde dava açma süresi de geçmiş bulunmaktadır. İmar uygulamasının iptalinden sonra davanın açılması öngörüldüğü taktirde hak arama yolu kapanmış olacaktır. Tüm bu nedenlerden ötürü mülkiyete ilişkin bulunan uyuşmazlık, imar uygulaması iptal ettirilmeden yerel mahkemelerde görülebilmelidir. Açıklanan bu nedenlerle, iddia ve savunma çerçevesinde taraf delilleri toplanarak uyuşmazlığın esası hakkında olumlu-olumsuz karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi isabetli görülmemiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN : Davacı, kayyım ve dahili davalı Maliye Hazinesi vekilleriHUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Öncelikle, bozma ilamına karşı davacı vekilince bozmaya uyulmasının istenmesi, davalı Hazine vekilince, bozma ilamına müvekkili yönünden uyulmasının, davacı bakımından ise direnilmesinin istenmesi, diğer davalı belediye vekilinin ise takdiri mahkemeye bırakması karşısında mahkemece direnme kararı verilebilip verilemeyeceği hususu ön sorun olarak tartışılmıştır. Mahkemece, dava dinlenebilir olmadığından, diğer bir değimle hukuki yarar yokluğundan reddedilmiştir. Özel Daire ise, davacının bu davayı açmakta hukuki yararı bulunduğu, bu nedenle, işin esasına girilmesi gerektiği gerekçesi ile kararı bozmuştur. Bilindiği üzere, hukuki yarar dava şartı olup, taraflarca ileri sürülmese bile mahkemelerce resen gözetilen, kamu düzenine ilişkin bir husus olduğundan, yerel mahkemece direnme kararı verilmesinde usule aykırılık görülmeyerek, oybirliği ile işin esasının incelenmesine geçilmiştir. Dava, Türk Medeni Kanunun 713/2. maddesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.Dava konusu taşınmazın, 8/8/1940 tarihinde düzenlenen kadastro tutanağında ..ili .. mahallesi 2010 Ada 51 Parsel olarak, senetsizden 6.780 m2 yüzölçümü ve bağ niteliği ile ölü B. E.. adına kayıt ve tescilli olduğu anlaşılmaktadır.Nüfus müdürlüğüne yazılan yazıya verilen cevapta; nüfus kayıtları üzerinde yapılan araştırmada E.oğlu B..’nın nüfus kaydına rastlanmadığı ancak, .. ili, .. ilçesi, .. köyü, ..Cilt, ..Hane, ..’de nüfusa kayıtlı M.. oğlu E..’dan olma .. ... (1327) doğumlu, B..Ö..’ın tespit edildiği ve bu kişinin 02.11.1966 tarihinde öldüğünün kayıtlı olduğu belirtilmekte olup, celp olunan nüfus kaydında ise eş ve çocuklarının bulunduğu görülmektedir. Ne var ki, davalı olarak yer alan ve 1941 yılında yapılan kadastro tespiti sırasında ölü olduğu tutanağa yazılı olan E.. oğlu B..’nın veraset ilamı ibraz edilmemiştir. Dolayısıyla, dosya kapsamına göre, 1966 yılında ölen M... oğlu E..’dan olma ....(1327) doğumlu, B.. Ö.. ile kadastro tutanağına göre 1941 yılından önce ölü olduğu anlaşılan E..oğlu B..nın aynı kişi olup olmadığının açık bir şekilde saptanmadığı görülmektedir. Öte yandan, Ankara 3.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2005/450 esas sayılı dosyası ile Ankara Defterdarı H..A... E. oğlu B..’nın mirasçılarına kayyım olarak atandığı anlaşılmaktadır.Dava konusu taşınmazın, 14/10/1997 tarihinde yapılan ilk imar uygulaması neticesinde bir çok parsele ayrıldığı, davacıya ait evin bulunduğu alanın, kısmen 32304 ada 3 parsel ve kısmen imar yolunda kaldığı saptanmıştır.Taşınmaz, 12 Mart 2004 tarihinde yürürlüğe giren 5104 sayılı Kuzey ..Girişi .. Projesi Kanunu kapsamına alınmıştır. Bu kapsamda yapılan ve 02/04/2007 tarihinde kesinleşerek tapuya kaydedilen ikinci imar uygulaması ile; kısmen Şenyuva mahallesi 90121 ada 5 parsel ve kısmen 90126 ada ve 7 parsel numaralı taşınmazlara hisseli olarak intikal görmüştür.Kural olarak, tapulu bir taşınmazın veya tapuda kayıtlı bir payın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün değildir. Ancak, kanunun açıkça izin verdiği ve düzenlediği ayrık durumlarda, tapulu bir yerin veya tapuda kayıtlı bir payın koşulları oluştuğu takdirde kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün olabilir. Kanunun açıkça izin verdiği hallerden biri de, TMK’nun 713/2. maddesindeki düzenlemedir. Anılan maddede, "… maliki tapu kütüğünden anlaşılmayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir" denilmiştir. Davanın, TMK 713/2.maddesinde yazılı olan üç halden tapu kütüğünde adı geçen malikin kim olduğunun anlaşılamaması nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davası olduğu anlaşıldığından, bu tür davaların hukuki değerini yitirdiği ileri sürülen taşınmazların kayıt maliklerine yada mirasçılarına karşı açılması gerekir.Kayıt malikinin mirasçılarının da hiç mirasçı bırakmadan ölmüş olmaları halinde ise, tereke TMK'nun 501.maddesi hükmü uyarınca Devlete kalacaktır. Yine, tapu kütüğünün düzenli olarak tutulmasından Hazine sorumlu bulunmaktadır. O halde, kayıt malikinin mirasçıları yanında davanın Hazineye yöneltilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. (Yusuf Uluç, Kazandırıcı Zamanaşımı Zilyetliğine Dayanılarak Taşınmaz Edinme ve Koşulları (TMK. 713/1-2), Yargıtay Dergisi, Cilt 34, Sayı 1-2, Ocak-Nisan 2008, sayfa 5 vd)Burada öncelikle, mahkemenin gerekçesinde yer alan imar parsellerini oluşturan idari kararın, idari yargı yerinde açılacak bir dava ile iptal edilerek ortadan kaldırılmadıkça, eldeki davanın dinlenmesinin mümkün olmadığı yönündeki düşüncenin yerinde olup olmadığı konusu üzerinde durulmasında yarar vardır.Hemen belirtelim ki, davacının idari yargıda dava açabilmesi için davaya konu çapta bir hakkı bulunması gerekir. İdari yargıda, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Hakkındaki Kanunun 2.maddesinde, “idarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından iptal davası açılabileceği” öngörülmüştür. Burada menfaati ihlal edilenler tanımına imar öncesi mevcut kadastral çapta hak sahibi olanlar girmektedir. Dolayısı ile, davacının kendisi yönünden imar uygulamasının iptali davası açabilmesi için imar öncesi kadastral çapta hak sahibi olması gerekir. Buna karşılık, eldeki davanın niteliği gereği davacının uzun süredir tasarrufu altında bulunan ve zilyet olduğu taşınmaza ait tapu kaydının hukuki değerini yitirdiğini iddia ettiğinden ve tapuda imar işleminin yapıldığı tarih itibariyle herhangi bir hak sahibi bulunmadığından idari yargıda dava açabilmesi ve sürdürebilmesi mümkün değildir. Öte yandan, somut olayda mahkemenin kabulünün aksine, imar uygulamasından kaynaklanan bir uyuşmazlık da söz konusu değildir. 3194 sayılı imar kanununun 1. maddesine göre imar; “yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla yapılacağı” açıklanmakla; imarın, toplu yerleşim alanlarının belirlenmesi, modern binaların yükselmesi, ana ve ara yollarının açılması, şehrin sağlık, kültür, sanat ve eğlence alanları ile insanların nefes alabilecekleri park ve bahçelerin düzenlenmesi, trafik sorunlarının çözümlenmesi, kamu hizmetlerinin toplu bir halde ve düzenli şekilde görülebilmesi, dolayısıyla şehir ve kasabaların her yönüyle güzelleşmesi ve çağdaş bir hale getirilmesi amacıyla yapılacağı vurgulanmıştır. Davacı tarafından imar işlemine konu encümen kararının iptali ve idari işlemin ortadan kaldırılması istenmediğine, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunduğuna göre, ortada mülkiyet uyuşmazlığı söz konusu olduğundan, uyuşmazlığın idari yargı yerinde değil adli yargı yerinde görülmesi zorunludur. Somut olayda, davacının davaya konu olan iddiası tamamen mülkiyet ihtilafı niteliğindedir. Böyle bir mülkiyet ihtilafının idari yargıda görülebilmesi mümkün değildir. İdari yargıda alınacak bir kararın beklenmesine de gerek bulunmamaktadır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/3/2009 gün ve 2009/8-59 E ve 2009/106 K sayılı ilamı) Kaldı ki, eldeki davada Hazine de TMK’nun 713/6. maddesine dayalı olarak dava konusu taşınmazın Hazine adına tescilini talep ettiğinden bu davanın da idari yargıda görülebilmesi mümkün değildir. Bu açıklamalar karşısında mahkemece işin esasına girerek yukarıda ve Daire bozmasında açıklanan şekilde, gerekli araştırma ve incelemeler yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken önceki karada direnilmesi hatalı olmuştur. Direnme kararı bozulmalıdır. S O N U Ç : Davacı, kayyım ve dahili davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında ve yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının davacıya geri verilmesine, 08.07.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.