Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 268 - Karar Yıl 2011 / Esas No : 23 - Esas Yıl 2011





Taraflar arasındaki "sigortalılık süresinin tespiti" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Aydın 1. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 20.05.2008 gün ve 2007/357 E., 2008/271 K. sayılı kararın incelenmesi davalı SGK vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nin 21.12.2009 gün ve 2009/15477 E., 2009/16702 K. sayılı ilamı ile; (……1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalıların aşağı bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2-Dava, davacının 31.12.1996-29.7.2002 tarihleri arasında 1479 sayılı Yasa'ya tabi, 1.9.2002 tarihinden itibaren de SSK isteğe bağlı sigortalı olduğunun tespitiyle SSK'na yaptığı tahsis talebinin kabulü ile birikmiş aylıkların ödenmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulü ile; davacının 31.12.1996 tarihinden beri 1479 sayılı Yasa'ya tabi isteğe bağlı, 1.9.2002 tarihinden itibaren mevcut SSK isteğe bağlı sigortalılığının geçerli olduğunun ve 31.8.2006 itibariyle yaşlık aylığını hak kazandığının tespitine karar verilmiştir. Dosyadaki kayıt ve belgelerden davacının 13.12.1996-31.12.1998, 15.6.1999-29.7.2002 tarihleri arasında ve 31.3.2003 tarihinden beri devam eden vergi kayıtlarının bulunduğu, 12.1.1999 da beri oda, 16.12.1996 tarihinden beri de sicil kaydının devam ettiği, 8.1.1997 tarihli giriş bildirgesiyle 12.12.1996 tarihinde Bağ Kur sigortalısı olarak kayıt ve tescilinin yapıldığı, davacının Ağustos 2002 tarihinde Kuruma verdiği dilekçe de vergi kaydının sona erdiği 29.7.2002 tarihinde işi terk ettiğini beyan ettiği, davalı Kurumca 29.7.2002 tarihinde terkin edilerek 1.5.2003 tarihinde sigortalılığın yeniden başlatıldığı ve halen sigortalılığının devam ettiği, davacı vekilinin mahkemeye sunduğu 11.9.2007 tarihli dilekçesinde 1479 sayılı Yasa'nın Ek 19 maddesine göre 30.7.2002 tarihindeki son pirim ödemesinden sonraki sürenin sigortalılık süresinden sayılmamasını istediği, Dairemiz geri çevirme kararı uyarınca gönderilen 2.11.2009 tarihli hesap ekstresinde davacının 31.12.1996-31.7.2002 tarihleri arasında Bağ Kur sigortalısı kabul edilmesi durumunda 27.1.1997-30.7.2002 arasındaki pirim ödemelerine göre 15,74 TL fazla ödemesinin bulunduğunun görüldüğü, davacının 15.7.1975-6.1.1994 tarihleri arasında başka işyerlerinde aralıklı geçen toplam 2181 gün zorunlu ve 1.9.2002-30.4.2003, 1.11.2003-1.8.2006 tarihleri arasında ise 1260 gün isteğe bağlı SSK sigortalısı olduğu, 1.1.1995-1.1.1997 tarihleri arasında da 2925 sayılı Yasa'ya tabi 360 gün sigortalılığının bulunduğu, 31.8.2006 tarihli SSK'na verilen tahsis talebi üzerine Kurumca yapılan bir işleme henüz rastlanmadığı anlaşılmaktadır. Sosyal güvenlik sistemimizde çifte sigortalılığa yer verilmemiş olması nedeniyle "çakışan sigortalılık" olarak adlandırılan, bir sigortalının aynı anda birden fazla sosyal güvenlik kurumuna tabi olması hali, zorunlu sigortalılıkların çakışması halinde yasalarda yer alan düzenlemelerle önceden başlayan sigortalılığa geçerlilik tanınarak isteğe bağlı sigortalılık ile zorunlu sigortalılığın çakışması halinde ise zorunlu sigortalılığa değer verilerek "çakışan sigortalılık" sorunu çözüme kavuşturulmalıdır. Somut olayda SSK tabi 1.11.2003-1.8.2006 tarihleri arasındaki isteğe bağlı sigortalılık süreleri açısından önceden başlayan Bağ Kur sigortalılığı olduğuna göre davalı Bağ Kur'un bu dönemde davacıyı 1479 sayılı Yasa'ya tabi sigortalı kabul etmesi doğru ise 1479 sayılı Yasa'nın 22.2.2006 gün ve 5458 sayılı Yasa'nın 13. maddesi ile değişik 1.3.2006 tarihinde yürürlüğe giren Ek 19.maddesine göre davacının pirimi ödenmiş 31.12.1996-31.7.2002 tarihleri arasındaki sigortalılık sürelerine göre 15,74 TL cüzi fazla ödemesinin bulunduğu, 31.7.2002 tarihinden davacının anılan yasanın Ek-19 maddesinden yararlanmak istemesine ilişkin verdiği dilekçesinin 11.9.2007 tarihine kadar 5 yıldan fazla pirim borcu olan sigortalılık süresi bulunduğundan mahkemece davacının Bağ Kur sigortalılığının 31.7.2002 de son bulduğunu kabul eden bilirkişi raporuna dayanılması yerinde ise de kararda Bağ Kur sigortalılığının bitiş tarihinin açıkça gösterilmemesi ve 1479 sayılı Yasa tabi sigortalılığın "zorunlu" olduğu halde hüküm fıkrasında "isteğe bağlı" sigortalı olarak yazılması hatalı olmuştur. Uyuşmazlık 15.7.1975-6.1.1994 tarihleri arasında 2181 gün SSK zorunlu sigortalısı, 1.1.1995-1.1.997 tarihleri arasında 360 gün 2925 sayılı Yasa'ya tabi, 13.12.1996-31.7.2002 tarihleri arasında 1840 gün 1479 sayılı Yasa'ya tabi, 1.9.2002-30.4.2003 ve 1.11.2003-31.8.2006 tarihleri arasında toplam 1260 gün isteğe bağlı SSK sigortalısı olan, 31.8.2006 tarihinde Sosyal Sigortalar Kurumundan yaşlılık aylığı, talebinde bulunan davacıya 506 sayılı Yasa hükümlerine göre aylık bağlanıp bağlanmayacağı noktasındadır. Bu yönüyle davanın yasal dayanağı belirgin olarak 2829 Sayılı Yasanın 8. maddesidir. Anılan maddeye göre birleştirilmiş hizmet süreleri toplamı üzerinden ilgililere; son yedi yıllık fiili hizmet süresi içinde fiili hizmet süresi fazla olan kurumca, hizmet sürelerinin eşit olmaması halinde ise eşit hizmet sürelerinden sonuncusunun tabi olduğu kurumca, kendi mevzuatına göre aylık bağlanacağı bildirilmiştir. İsteğe bağlı sigortalılık süresi fiili hizmet süresinden sayılmayacağından son yedi yıllık fiili hizmet süresi içinde fiili hizmet sürelerinden fazla olan kurumca aylık bağlanması hükmüde nazara alınarak sonuca gidilmesi gerekir. Davacının son yedi yıllık fiili hizmet süresinin toplamı olan günün içinde fiili hizmet süresi fazla olan Kurumun Bağ-Kur sigortalılığı olduğu, başka bir anlatımla davacının aylık bağlanmasını istediği 31.8.2008 tarihinden geriye doğru yedi yıllık fiili hizmet süresi toplamı olan 2520 günün içinde fiili hizmet süresi 1260 günden fazla olan fiili hizmet süresinin Bağ-Kur'a tabi olduğu halde mahkemece SSK'ndan aylık bağlanması yönündeki istemin kabulü ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır……) gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDENLER : Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, sigortalılık süresinin ve yaşlılık aylığına hak kazanıldığının tespiti istemine ilişkindir. Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, 31.12.1996 ila 29.07.2002 tarihleri arasında 1479 sayılı Kanuna tabi olarak sigortalı olduğunun ve 30.04.2003-01.11.2003 tarihleri arasında 506 sayılı Kanuna tabi isteğe bağlı sigortalılık süresinin geçerli olması nedeniyle 506 sayılı Kanun uyarınca yaşlılık aylığı talebinin kabulü ile birikmiş aylıklarının ödenmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Kurum vekili cevabında, davacının 1479 sayılı Kanunun Ek 19. maddesinin uygulanması yönünde talebi olmadığını, ayrıca isteğe bağlı sigortalılık sürelerinin 2829 sayılı Kanunun uygulanması sırasında dikkate alınamayacağı ve bu nedenle 506 sayılı Kanun uyarınca aylık bağlanamayacağı gerekçesiyle davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Yerel mahkemece, 1479 sayılı Kanuna tabi sigortalılık süresinin Ek 19. madde uyarınca belirlenmesi gerektiği ve 506 sayılı Kanuna tabi isteğe bağlı sigortalılık süresi de dikkate alınarak davacının 506 sayılı Kanun uyarınca yaşlılık aylığına hak kazandığı gerekçesiyle davanın kabulüne dair verilen karar, davalı Kurum vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda belirtilen nedenlerle bozulmuş, yerel mahkemece, isteğe bağlı sigortalılık süresinin 2829 sayılı Kanun uygulanmasında dikkate alınmayacak süreler içinde yer almadığı gerekçesiyle önceki hükümde direnilmesine karar verilmiştir. Direnme kararı davalı SGK vekili tarafından temyiz edilmektedir. Hukuk Genel Kurulu'nda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, mahkemece oluşturulan direnmeye ilişkin kararın usulüne uygun olup olmadığı, ön sorun olarak incelenip değerlendirilmiştir. Bu nedenle öncelikle konuya ilişkin şu genel açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür: Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 388. maddesinde belirtilmiştir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Aynı kural H.U.M.K.'nun 389. maddesinde tekrarlanmış; keza yine aynı Kanunun 381. maddesinde "kararın tefhimi en az 388. maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur" hükmüne yer verilmiştir. Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Diğer taraftan, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir. Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay'ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur. Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu'nun 19.6.1991 gün ve 323 E.-391 K.; 10.9.1991 gün ve 281 E.-415 K.; 25.9.1991 gün 355 E.-440 K.; 19.04.2006 gün ve 2006/4-142 E.-229 K.; 05.12.2007 gün ve 2007/3-981 E.-936 K.; 23.01.2008 gün ve 2008/14-29 E.-4 K.; 19.03.2008 gün ve 2008/15-278 E.-254 K.; 18.06.2008 gün ve 2008/3-462 E.-432 K.; 21.10.2009 gün ve 2009/9-397E.-453 K.; 24.02.2010 gün ve 2010/1-86 E. -108 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, yerel mahkemelerin direnme kararları bir davayı sona erdiren (nihai) temyizi mümkün olan son kararlardandır. Direnme kararı ile mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur. Bu aşamada yapılması zorunlu iş, gerekçeli kararı direnme doğrultusunda mahkemenin yazmasından ibarettir. Bu bakımdan direnme kararından dönme (rücu) mümkün değildir. Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardandır. Nitekim bu kurala kanun koyucu 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 381. ve 388. maddeleriyle hayatiyet kazandırmıştır. HUMK.'nun 381. ve 388. maddeleri emredici hükümlerden olup kamu düzeni amacı ile vaz'edilmişlerdir. Bu maddeler hükmünce kararların alenen tefhim edilmesi gerekir. Davanın tamamen reddine veya kabulüne dair karar tefhim edildikten sonra bundan dönülerek farklı bir hüküm kurulamaz. Aksinin kabulü mahkemelere güveni sarsacağı için hiç bir suretle üstün görülemez. Mahkeme herhangi bir ayrıma girmeksizin ve kısmen direndiğine ilişkin bir açıklık getirmeksizin önceki kararında direnme yönünde karar vermişse direnme kararında yer alacak hüküm fıkrası direnilen ilk karardan farklı olamaz. Zira, direnilmekle bir taraf lehine gerçekleşen usulü kazanılmış hakkı ortadan kaldıracak nitelikte hüküm kurmak olanaklı değildir. Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında: Yerel mahkemece ilk kararda "davacının 31.12.1996 tarihinden itibaren 1479 sayılı yasaya tabi isteğe bağlı sigortalılığının tespit ve tesciline" karar verilmiş, Özel Dairece 1479 sayılı Kanuna tabi sigortalılığın sona erme tarihinin hüküm fıkrasında gösterilmemesi hususu ile davacının 1479 sayılı Kanuna tabi sigortalılığının niteliğinin zorunlu sigortalılık olmasına rağmen mahkemece isteğe bağlı sigortalılığın tespitine karar verilmesi hususları da bozma nedeni yapılmıştır. Kararın davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece bozulmasından sonra mahkemece önceki kararda direnildiği ifade edilmiş ise de direnme kararında "davacının 31.12.1996 tarihinden 31.07.2002 tarihine kadar 1479 sayılı yasaya tabi zorunlu sigortalılığının tespit ve tesciline" karar verilmiş; dolayısıyla mahkemece ara kararında herhangi bir ayrıma girmeksizin ve kısmen direndiğine ilişkin bir açıklık getirmeksizin ilk hükümde direnilmesine şeklinde ara karar oluşturulmasına rağmen kısa ve gerekçeli kararda Özel Dairece bozma konusu yapılan ve yukarıda belirtilen hususlardan bir kısmına uyularak kısmen direnme hükmü oluşturulmuş olup bu durum ilk hüküm ile de çelişki yaratmaktadır. Hal böyle olunca, ortada yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş bir hüküm bulunmadığı gibi, direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda bir direnme hükmü de bulunmadığı her türlü duraksamadan uzaktır. Mahkemece direnme kararı verildiğine göre kısa kararında direnmeye ilişkin karara uygun biçimde hüküm fıkrası oluşturulmalı ve gerekçeli karar da bu karara uygun yazılmalıdır. Bu itibarla; kamu düzeni ile ilgili ve kendiliğinden (resen) gözönünde bulundurulması gereken bu usul kuralına aykırı biçimde yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. Açıklanan nedenlerle usul ve yasaya aykırı bulunan yerel mahkeme kararının, işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin, salt bu usulü eksikliğe dayalı olarak bozulması gerekmiştir. S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının gösterilen usuli nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esasına yönelik sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 04.05.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.