Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 253 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 238 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : Muğla Sulh Hukuk MahkemesiTARİHİ : 19/11/2009NUMARASI : 2009/739-2009/918Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Muğla Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 23.12.2008 gün ve 2008/349 E., 2008/1021 K. sayılı kararın incelenmesinin davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 18.06.2009 gün ve 2009/8248 E., 2009/10530 K. sayılı ilamı ile; “...Dava menfi tesbit istemine ilişkindir. Davacı, Muğla Ticaret Odası tarafından kendisi aleyhine ilamlı icra takibi yapılarak aidat ve gecikme zammı istendiğini, oysa ticareti terketmiş ve vergi kaydını da sildirmiş olması nedeniyle üyeliğinin önceden sona erdiğini belirterek davalıya borçlu bulunmadığının tesbitini talep etmektedir.Mahkemece, 1999 tarihinden itibaren ticari faaliyeti bulunmayan davacıya 2003-2006 yılları arası dönem için aidat borcu tahakkuk ettirilmesinin yasaya uygun olmadığından sözedilerek davanın kabulü ile davacının icra takip dosyasında davalıya borçlu bulunmadığının tesbitine karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.5174 sayılı TOBB Yasasının 9. ve 10. maddesi ile odalara kayıt zorunluluğu bulunanların, durumlarında meydana gelen ve TTK'na göre tescil ve ilanı gereken her türlü değişikliği, gerçekleşmesinden itibaren 1 ay içinde kayıtlı oldukları odalara bildirmek zorunda oldukları düzenlenmiştir. Davacı bu yükümlülüğün yerine getirmemiş, ancak aleyhine yapılan ilamlı takip tarihinden (3.12.2007) sonra, 3.1.2008 günü ticari kaydını sildirmek üzere başvurmuştur.Davacının işini (ticareti) terkettikten sonra odaya başvurarak kaydını terkin ettirmek ve ticaret sicil gazetesinde yayınlatmak gibi işlemleri yapmadığı anlaşılmakla talep edilen dönemle ilgili olarak kayıtlı üye olduğunun ve aidat ödemekle yükümlü bulunduğunun kabulü gerekir.O halde, mahkemece yukarıdaki gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı ve yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulüne hükmedilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN : Davalı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Davacı, ticareti terk ettiğini ve vergi kaydını sildirdiğini, ticari faaliyetinin devam etmemesi nedeniyle Ticaret Odasına üye olmasının mümkün bulunmadığını, üyelik kaydının sona erdirilmemesinin davalının hatası olduğunu beyanla davalı Ticaret Odasının üyelik aidat borcunun tahsiline yönelik icra takibinin iptali veya kaldırılması talebinde bulunmuştur. Dava önce icra mahkemesine açılmış; bu mahkemece görevsizlik kararı verilip, temyiz edilmeden kesinleşmekle de Sulh Hukuk Mahkemesine gönderilmiştir. Yerel Sulh Hukuk Mahkemesince, davanın menfi tespit istemine ilişkin olduğu, davacının ticari faaliyetine son verdiği 1999 tarihinden sonrası için aidat borcu tahakkukunun yasal olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda belirtilen nedenle bozulmuş, yerel mahkemece önceki gerekçelerle ilk kararda direnilmiştir. İşin esasına geçilmeden önce, davanın hukuki nitelikçe icra takibinin iptali veya kaldırılması mı yoksa menfi tespit mi olduğu; icra mahkemesince genel mahkemelerin görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilip verilemeyeceği hususları ön sorun olarak ele alınmıştır.Öncelikle belirtilmelidir ki, hukuk yargılamasında görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, yargılamanın her aşamasında mahkemece resen nazara alınmalıdır. Dava açılırken dayanılan hukuki ve maddi olguların göreve etkili olduğu durumda öncelikle hukuki nitelemenin yapılması ve sonucuna göre de bu tür davalara bakma görevinin hangi mahkemeye ait olduğunun belirlenmesi gerekir. Zira, davacı, dava nedenini yani dayandığı olayları bildirmekle yetinir. Bu olaylara uygulanacak hukuk kurallarını bulmak ve uygulamak, başka bir söyleyişle bu olayların hukuksal niteliğini ve nedenini tayin etmek ise 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu(HUMK)’nun 76.maddesine göre Türk yasalarını kendiliğinden (re’sen) uygulamakla yükümlü olan hakime aittir.Diğer taraftan, İcra dairesinde, icra müdürünün / müdür yardımcısının / katibinin yapacağı işlemlerin isabetli ve yasaya uygun yapılmasını sağlamak için, icra dairelerinin üstünde icra mahkemeleri kurulmuş ve her icra dairesi bir icra mahkemesine bağlanmıştır. İcra Mahkemesinin görevine giren işler, gerek İcra ve İflas Kanunu’nun birçok maddelerinde ve gerekse özel kanunlarda açıkça gösterilmiştir.Nitekim, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nu “İcra Mahkemesi” başlıklı 4949 sayılı kanunla değişik 4.maddesinde İcra Mahkemeleri düzenlenmiş; maddede aynen ;“(Değişik fıkra: 17/07/2003 - 4949 S.K./1. md.) İcra ve iflas dairelerinin muamelelerine karşı yapılan şikayetlerle itirazların incelenmesi icra mahkemesi hakimi yahut kanun gereğince bu görev kendisine verilmiş olan hakim tarafından yapılır. İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü ile Adalet Bakanlığınca icra mahkemesinin birden fazla dairesi kurulabilir. Bu durumda icra mahkemesi daireleri numaralandırılır. İcra mahkemesinin birden fazla dairesi bulunan yerlerde iş dağılımı ve buna ilişkin esaslar, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir. Her icra mahkemesi hakimi, kendisine Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığınca dönüşümlü olarak bağlanan icra ve iflas dairelerinin muamelelerine yönelik şikayetleri ve itirazları inceler, bu dairelerin gözetim ve denetimlerini yapar, idari işlerine bakar.İcra yetkisini haiz sulh mahkemelerinin muamelelerine karşı vuku bulacak şikayet ve itirazların tetkik mercii o mahkemenin hakimidir.”hükmüne yer verilmiştir. Bu hüküm de nazara alındığında “icra mahkemesinin hangi uyuşmazlıklara bakabileceği”nin çözümünde, icra mahkemesinin genel mahkemeler gibi geniş yetkili bir mahkeme olmadığı, -kural olarak, tanık dinleyemediği, yemin teklif edemediği, bilirkişi incelemesi yaptıramadığı/ yapamadığı- göz önüne alınarak, alacaklının ancak yazılı bir belgeye dayanarak icra takibinde bulunduğu ve bu belgeden alacağın miktarının, vadesinin açık-seçik anlaşılabildiği durumlarda, borçlunun borca ve / veya faize itiraz etmesi halinde ortaya çıkan uyuşmazlığın “icra mahkemesinde çözümlenebileceği”; buna karşın gerek alacak miktarının ve gerekse alacağın istenip istenemeyeceğinin (doğup doğmadığının) takip dayanağı belgeden açıkça anlaşılamaması halinde ve bunun tespiti için yargılama yapılmasına gerek duyulan hallerde “icra mahkemesinin bu uyuşmazlığa bakamayacağı” öğreti ve uygulamada kabul edilmiştir.Şu durumda; İcra Mahkemesi istisnalar saklı kalmak koşulu ile takip hukukuna ilişkin uyuşmazlıklara bakar ve bununla görevlidir. Bu tür istemler hakkında görevsizlik kararı veremeyeceğinden talebi ya kabul ya da reddedecek, sorunu çözümleyecektir. Buna karşın, “dava” niteliğini taşıdığı için apaçık genel mahkemelerin görevine giren (örn. menfi tespit, itirazın iptali) tamamen maddi hukuka ya da idare hukukuna ilişkin bir uyuşmazlık hakkında İcra Mahkemesine başvurulması halinde ise, mahkemece görevsizlik kararı verilecektir. Açıklanan ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 19.11.2003 gün ve 2003/3-737 E., 2003/700 K. sayılı ilamında da vurgulanmıştır. Yeri gelmişken, olumsuz (menfi) tespit davalarının dayanak ve hukuki niteliklerinin açıklanmasında da yarar vardır: Olumsuz (menfi) tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK) ’na, 1965 yılında 538 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle dahil edilmiştir. Bunu düzenleyen İİK. mad. 72/I-IV hükümleri hiçbir yabancı kanundan esinlenmeden düzenlenmiş olan tamamen yerli hükümlerdir (KURU, B. İcra ve İflas Hukukunda Menfi Tespit ve İstirdat Davası, 2003, s:3 vd. ).Olumsuz (menfi) tespit davası, borçlunun “borçlu olmadığını” kanıtlamak için açtığı bir davadır. Bu dava, borçlu tarafından, henüz borç ödenmeden açılır. Borçlu, hakkında yapılmış olan ve kesinleşen takip nedeniyle, takip hukuku bakımından borçlu duruma düştüğü halde, “maddi hukuk bakımından takip konusu yapılan alacağın borçlusu bulunmadığını” tespit için bu davayı açar.Borçlu -icra takibinden önce veya sonra- borçlu olmadığını tespit için bu davayı açabilirse de (mad. 72/I), icra takibinden önce “alacaklıya ne kadar borçlu bulunduğunu tespit ettirmek için” bu davayı açamaz.Yargısal uygulamaya göre bu dava; “bir hukukî ilişkinin ya da ondan doğan bir hak veya yetkinin mevcut olmadığının, bir belgenin sahteliğinin ya da herhangi bir nedenle hükümsüzlüğünün tespiti için, hukuki yarar bulunması koşuluna bağlı olarak açılan ve sonucunda herhangi bir mahkumiyet istemini içermeyip, konusunu teşkil eden hususun bir kararla tespitini amaçlayan bir dava” dır. Bu dava ile, davalı (alacaklı) tarafından varlığı ileri sürülen bir hukukî ilişkinin mevcut olmadığının tespiti istenir ve konusu da, alacağın doğum koşullarından herhangi birinin eksikliği veya sona erme sebeplerinden birinin varlığı sonucunda alacağın yokluğunun tespitidir.Borçlu olmadığını tespit ettirmek için bu davayı açan davacı - borçlunun dava dilekçesinde kullandığı “dava konusu senedin iptali...”, “dava konusu senedin iadesi”, “borçtan kurtarılması...” doğrultusundaki sözcükler; davanın niteliğini değiştirmez. Hakimin, dava dilekçesinin içeriğine ve davanın amacına göre HUMK. mad. 76 uyarınca hukukî nitelendirmeyi kendisinin yapması ve davacının «borçlu olmadığının tespitini» istediğini saptaması halinde, davayı 'olumsuz tespit davası' olarak kabul edip görmesi gerekir.Borçlu tarafından “maddi hukuk bakımından gerçekte borçlu bulunmadığının tespiti amacıyla” açılan olumsuz tespit davasında mahkemece yapılan yargılama sonunda ya davacı-borçlu lehine “davanın kabulüne” ya da davalı - alacaklı lehine sonuçlanarak “davanın reddine” karar verilir.Olumsuz (menfi) tespit davalarının “yargılama usulü” hakkında İcra ve İflâs Kanunu’nda özel bir hüküm bulunmadığından, bu davalar gerek maddi hukuk, gerek usul hukuku bakımından genel hükümlere tabidir. Görevli mahkeme 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 1 ila 8. maddeleri hükümlerine göre belirlenir. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay irdelendiğinde; İcra Hukuk Mahkemesince, istemin 5174 sayılı Türkiye Odalar Ve Borsalar Birliği İle Odalar Ve Borsalar Kanunu uyarınca ilam niteliğindeki belgenin içeriğindeki borcun mevcut olmadığına dair, borcun esası hakkında itiraz olduğu, icra mahkemesinin ilamlı takip yolunda İİK 33. maddede belirtilen itfa (ödeme), ihmal (mehil verme) ve zamanaşımı itirazları ile sınırlı olmak üzere borcun esasına ilişkin ihtilaflarda görevli olup; borcun mevcut olup olmadığı, borcun doğup doğmadığı yolundaki davacı vekilinin isteğinin İİK 33. madde kapsamında olmayıp, İİK 72. maddeye göre borçlu olmadığına dair menfi tespit talebine ilişkin olduğundan istemin icra mahkemesinin görev kapsamında değil, genel mahkemelerin görevi kapsamında olduğu ve borç miktarına göre Sulh Hukuk Mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş ve bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Dosya usulünce Muğla Sulh Hukuk Mahkemesine gönderilmiş ve bu mahkemece esastan karara bağlanmıştır. Davacı, ticari faaliyetine son verdiği 1999 yılı ve sonrasında davalı odaya üye olmadığının ve bu dönem için tahakkuk ettirilen aidat borcu bulunmadığının 5174 sayılı Türkiye Odalar Ve Borsalar Birliği İle Odalar Ve Borsalar Kanunu hükümleri uyarınca tespitini istemiştir. Davacının isteğinin açıklanan bu özelliği itibariyle maddi hukuka dayalı nedenlerle davalı ile hukuki ilişkisinin mevcut olmadığı, davalıya borcu bulunmadığının tespitine yönelik bulunmasına göre, eldeki dava hukuki nitelikçe İİK.’nun 72 maddesine dayalı menfi tespit istemine ilişkindir. Bu nedenle icra mahkemesinin, menfi tespit niteliğini taşıyan maddi hukuka ilişkin uyuşmazlık hakkında genel mahkemelerin görevli olduğu yönünde görevsizlik kararı verebileceğine, dolayısıyla da davanın Sulh Hukuk Mahkemesince karara bağlanmasında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığına oybirliği ile karar verilerek ön sorun böylece aşılmış; işin esasının incelenmesine geçilmiştir. İşin esasına gelince; Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle takibin 5174 sayılı Türkiye Odalar Ve Borsalar Birliği İle Odalar Ve Borsalar Kanununun 77. maddesinde yer alan yönetim kurulu kararına dayalı olmasına göre; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve bozma kararında belirtilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 05.05.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.