Taraflar arasındaki “İtirazın İptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 6.Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 16.06.2009 gün ve 2008/568 E-2009/717 K, sayılı kararın incelenmesi, davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 16.02.2011 gün ve 2010/7558 E-2011/1929 Karar sayılı ilamı ile; ("…Davacı vekili, taraflar arasındaki ticari ilişki kapsamında fatura içeriğindeki malların müvekkilince satılarak davalıya teslim edilmiş ise de, bakiye borcun ödenmediğini, aleyhine girişilen takibe davalının itirazı sonucu takibin durduğunu belirterek, itirazın iptaline, takibin devamına ve % 40 oranında icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, usulüne uygun olarak verilen ve sonucu ihtar olunan kesin süreye rağmen davacı tarafın icra dosyasını getirtmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.Davanın dayanağını oluşturan icra dosyası davacı yanca delil olarak bildirilmiş ve mahkeme tensip tutanağında da bu dosyanın celbine karar verildiği görülmektedir. İcra dosyasının dosya arasına getirtilmesi davanın taraflarına ait bir yükümlülük olmayıp mahkemenin görevidir. Bu nedenle mahkemece ilgili icra dosyasının getirtilerek taraflarca sunulan diğer delillerle birlikte değerlendirilerek varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçeyle yazılı şekilde hüküm tesisinde isabet görülmemiştir…")gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN : Davacı O. Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti. vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, itirazın iptali, icra takibinin devamı ve % 40 icra inkar tazminatının tahsili istemine ilişkindir.Davalı/borçlu vekili, davanın reddini savunmuştur.Yerel Mahkemece, usulüne uygun olarak verilen ve sonucu ihtar olunan kesin süreye rağmen davacı/alacaklı tarafça icra dosyasının getirtilmediği, gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Davacı/alacaklı vekili tarafından temyiz edilen hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan nedenlerle bozulmuştur.Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın itirazın iptali istemli olmasına ve çözümünde itiraza konu icra dosyasının varlığının gerekmesine göre, icra dosyasının, dava dosyası arasına getirtilmesinin davanın taraflarına düşen bir yükümlülük mü yoksa mahkemece doğrudan yapılması gereken bir işlem mi olduğu; varılacak sonuca göre de mahkemece davacı/alacaklı tarafa verilen kesin sürenin usulüne uygun olup olmadığı, hukuken sonuç doğurup doğurmayacağı, noktalarında toplanmaktadır.Öncelikle konuya ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır:Hemen belirtilmelidir ki, Türk yargı sistemine göre, hukuk yargılamasında hâkim kendiliğinden bir davayı inceleyip, uyuşmazlığı çözemez. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da, hâkim tarafların istekleri ile bağlı tutulmuştur (Mülga HUMK m.72, 75).Öyleyse kamu düzeninin gerektirdiği haller dışında- hakimin re'sen yargılamayı sürdürmesi olanaklı olmadığına, tarafların davayı hazırlama ve takip etmeleri gerektiğine göre, hakimin davacının yapmadığı işlemi kendiliğinden ikmal etmesi olanaklı değildir (davanın taraflarca hazırlanması ilkesi).Az önce açıklanan genel kuraldan ayrık olarak, kanunlarımızda hâkimin re’sen araştırma yapabileceği hallere de yer verilmiştir. Bu gibi hallerde olayın özelliğine göre hakim, incelemelerin gerektirdiği masrafların taraflarca ödenmemesi halinde sonradan haksız çıkan taraftan alınmak üzere, Hazineden karşılanmak suretiyle gereğini yerine getirir-res’en araştırma kuralı- (Mülga HUMK m.415).Temyize konu dava, itirazın iptali istemine ilişkin olup; genel hükümlere tabidir. Az yukarıda belirtildiği şekilde “re’sen araştırma kuralı” nın uygulanmasını gerektiren bir dava türü olmadığı gibi, yapılacak icra dosyasının celbi işlemi de bu kapsamda değildir.Eş söyleyişle, itirazın iptali davası, niteliği itibariyle icra dosyasında yapılan işlemle sıkı sıkıya bağlı ise de, bu husus doğrudan icra dosyasının dava dosyası içine getirilmesinin mahkemenin yükümlülüğünde olduğunu kabule olanak sağlamaz. Davanın/delillerin taraflarca hazırlanması ilkesi kural olarak burada da geçerlidir.Ne var ki, kural bu olmakla birlikte mahkeme tarafların masraf yatırması gerekmeksizin icra dosyasını celp etme olanağına sahipse, örneğin icra dosyasının bulunduğu İcra Müdürlüğü aynı bina içinde veya posta gerektirmeyecek yakınlıkta ise bu halde taraflardan masraf yatırması beklenemeyeceğinden delil olarak gösterilen icra dosyasının mahkemece dosya arasına alınması olanaklı olduğundan, salt bu halle sınırlı olmak üzere masraf yatırılmadan da mahkemece, icra dosyası celp edilebilir.Aksine, icra dosyasının davayı gören mahkemeye getirilmesi bir posta işlemini ve dolayısıyla da masrafı gerektiriyorsa bu halde mahkemenin resen ve giderleri kamudan karşılamak suretiyle dosyayı celbi olanaklı değildir. Davanın/delillerin taraflarca hazırlanması ilkesi gereği icra dosyasının bulunduğu yerden celbi için gerekli giderlerin bu dosyaya delil olarak dayanan davacı tarafça yatırılması gerekir.Bu nedenle bozma ilamında, icra dosyasının dosya arasına getirtilmesinin davanın taraflarına ait bir yükümlülük olmadığı, mahkemenin görevi olduğu saptaması oybirliği ile kabul görmemiş; mahkemenin icra dosyasının celbi konusunda davacı tarafa verdiği kesin sürenin usul ve yasaya uygun olup olmadığının incelenmesine geçilmiştir.Bu bağlamda, taraflarca yapılması gereken işlemler, bunlar için yasada öngörülen süreler ile bunların yargılamaya etkisine ilişkin düzenlemeler ile yargısal uygulamanın irdelenmesi gerekmektedir:Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde, karara ulaşmak bakımından, mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler vardır ve her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile normatif bir değer kazanan bu zaman aralıklarına süre denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır.Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nda öngörülen süreler, nitelikleri bakımından, taraflar için konulmuş süreler ve mahkemeler için konulmuş süreler olmak üzere ikiye ayrılır.Mahkemeler için öngörülen sürelerin, taraflar için öngörülen sürelerden farkı; sürenin geçirilmiş olmasının, o sürede yapılması öngörülen işlemin yapılma olanağını ortadan kaldırmamasıdır.Eş söyleyişle hakim, gecikmeli de olsa süreye bağlanmış olan işlemi yapabilir. Dolayısıyla, gecikmeli de olsa yapılan işlem, oluşturulan karar hukuken geçerlidir ve süresinde yapılmış gibi hukuki sonuç doğurur. Gerçekten; bir uyuşmazlık mahkemeye taşınmış olmakla, kamu alanına, toplumun da çıkarını ilgilendiren bir platforma aktarılmış olmaktadır. Bu nedenle bir davanın makul sürede sona erdirilmesinde en az taraflar kadar toplumun da yararı vardır.Şu halde, süreye ilişkin normların kabulüyle medeni usul hukukunda gerçekleştirilmek istenen amaçlar; adaletin bir an önce sağlanması, keyfiliğin önlenmesi, mahkemenin aynı işle uzun süre meşgul olmasının, başka ifadeyle diğer dava ve işlere yeterince zaman ayıramaz duruma düşürülmesinin önlenmesi; uluslar üstü ve ulusal nitelikteki emredici normlar uyarınca davanın makul sürede sonuçlandırılmasının sağlanması, yargılamanın belli bir düzen ve kestirilebilir bir zamansallıkla yürütülmesi, başka bir anlatımla yargılamanın adil şekilde yapılmasının sağlanması olarak özetlenebilir.Sürelerin önemli bir kısmı, taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler, kanunda belirtilen süreler ve hakim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır:Kanunda belirtilen süreler, kanun tarafından öngörülmüş sürelerdir. Cevap süresi, temyiz süresi gibi. Bu süreler kesindir ve bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re’sen gözetilir.Hakimin tespit ettiği süreler ise, kural olarak kesin değildir (KURU, Baki, Prof. Dr.; ARSLAN, Ramazan, Prof. Dr.; YILMAZ, Ejder, Prof. Dr.; Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara 2011, s.749).Hakim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak, azaltıp çoğaltabilir. Hakim, tayin ettiği sürenin, kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m.94/2, HUMK m.163). Yukarıda da belirtildiği üzere, ilke olarak, hakimin verdiği süre kesin değildir. Kesinlik için şu iki koşuldan birinin varlığı zorunludur:İlk koşul, hakimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle ilgili tarafın yeniden süre talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hakimin verdiği ikinci sürenin kesin olması, bu kesinliğin yasadan kaynaklanmasıdır (HUMK m.163, c.4, HMK. 94/2). Bu halde, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğu belirtilmemiş ve ihtar edilmemiş olsa dahi, sonuç değişmez.İkinci halde ise, yasaya göre hakimin, tayin ettiği ilk sürenin kesin olduğuna da karar verebilmesidir (HUMK m.163/3 c.3, HMK m. 94). Ancak, böyle bir durumda kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için, buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihatlara uygun şekilde oluşturulması, hiçbir tereddüde yer vermeyecek derecede açık olması ve kesin süreye uyulmamasının sonuçlarının da ilgili tarafa ihtar edilmiş olması gerekir.Kesin süreye ilişkin ara kararının verilmesiyle karşı taraf lehine usulü kazanılmış hak doğmaktadır. Bu ilkenin doğal sonucu, yargısal kesin süreyle sadece tarafların değil, hakimin de bağlı olduğu, dolayısıyla hakimin bu tür bir ara kararından dönmesinin hukuken geçersiz bulunduğudur.Kısaca; ister kanun, ister hakim tarafından tayin edilmiş olsun, kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin, bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesi olanaklı değildir.Öte yandan, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 163. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 94. maddesi uyarınca kesin süreye ilişkin ara kararında; yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her bir iş için ne miktar ücret yatırılacağının hiç bir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması, özellikle tanınan sürenin yeterli ve elverişli olması, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukuki sonucun açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedilebileceğinin yine açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerektiği, her türlü duraksamadan uzaktır.Bu yasal düzenlemeler göstermektedir ki, taraflar; dinlenmesini istedikleri tanık ve bilirkişinin veya yapılmasını istedikleri keşif ve sair işlemlerin masraflarını, mahkeme veznesine yatırmaya mecbur olup; hakim tarafından verilen sürede gerekli masrafı vermeyen tarafın talebinden sarfınazar ettiği kabul edilir. Hakimin, bu masrafların yatırılması konusunda verdiği sürenin kesin olduğunu usulünce karara bağladığı hallerde, kesin süreye uymayan tarafın bu delile dayanma olanağı kalmaz. Kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde, gereğinin hakim tarafından hemen yerine getirilmesi gerekir. Bazı hallerde kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, davanın kaybedilmesine neden olmaktadır. Böyle bir durumda, geciken adaletin adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır.Bu cümleden olarak, kesin sürenin amacına uygun olarak kullanılması ve yeterli uzunlukta olmasının yanı sıra, tarafların yargılamadaki tutumları ile süreye konu işlemin özelliğinin de göz önünde bulundurulması gerekir.Önemle vurgulanmalıdır ki, mahkemelerin gerek maddi hukuka ve gerekse usul hukukuna ilişkin hak düşürücü ara kararlarının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık olması ve sonuçlarının, sıfatı ne olursa olsun ilgilisine bildirilmesi zorunludur. Nitekim Hukuk Genel Kurulu’nun 22.11.1972 gün ve E: 8/832, K:935; 26.02.1975 gün ve 1972/1-1273 E. 1975/258 K;18.02.1983 gün ve 1980/1-1284 E. 1983/141 K; 30.12.1992 gün ve 1992/16-666 E, 1992/769 K.; 01.05.2002 gün ve 2002/20-393 E., 2002/337 K.; 12.06.2002 gün ve 2002/ 2- 473 E. 2002/ 483 K; 07.05.2003 gün ve 2003/11-319 E., 2003/335 K.; 06.10.2004 gün ve 2004/9-512 E. 2004/464 K., 13.10.2010 gün ve 201/17-510 E., 2010/485 K., 28.04.2010 gün ve 2010/2-221 E. 2010/241 K., 08.06.2011 gün ve 2011/7-353 E. 2011/387 K. sayılı ilamlarında da bu hususlar aynen açıklanmıştır.Hal böyle olunca, kesin süreye ilişkin ara kararında, yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her bir iş için ne miktar ücret yatırılacağının belirtilmesi, bilhassa tanınan sürenin yeterli ve elverişli olması, tanınan süre içinde yapılması istenen işlerin ne olduğunun hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması, kesin süreye uymamanın doğuracağı sonucun açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedilebileceğinin yine açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması, gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır.Somut olay açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde:Yerel Mahkemece, Bakırköy İcra Müdürlüğü ile Yerel Mahkeme binalarının birbirinden ayrı ve uzak yerlerde bulunması nedeniyle, dava ve takip konusu icra dosyasının celbi için 17.05.2008 tarihli tensip tutanağı ile davacı/alacaklı vekiline süre verilmiş, ancak tensip ara kararının yerine getirilmemesi nedeniyle 10.03.2009 tarihli duruşmada, davacı/alacaklı vekiline tensip kararını yerine getirmesi ile tüm delilerini ibraz etmesi için 10 günlük kesin süre verilmesine, belirtilen sürede tensip kararını yerine getirmediği takdirde tensiple celbine karar verilen icra dosyasına delil olarak dayanmaktan ve delillerini ibraz etmekten vazgeçmiş sayılacağının ihtarına karar verilmiştir.Takip eden 16.06.2009 tarihli oturumda da, kesin süreye rağmen icra dosyasının celbinin sağlanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ne var ki, mahkemenin davanın reddine dayanak aldığı, davacı/alacaklı vekiline verilen kesin süreye ilişkin ara kararında “dava konusu icra dosyasının celbi için gerekli masrafın ne miktarda olduğu” açıklanmamıştır.Kesin sürenin hüküm ifade edebilmesi, sonuç doğurabilmesi için usulünce ve eksiksiz olarak verilmesi gerekir.Yukarıda ayrıntısıyla açıklandığı üzere, kesin sürenin temel amacı yargılamada çabukluğu sağlamak, diğer bir deyişle taraflarca yargılamanın lüzumsuz yere uzatılmasının önüne geçmektir.Bu durumda, Yerel Mahkemece davacı/alacaklı vekiline verilen kesin sürenin, usul hukukuna konuluş amacına uygun kullanılmadığı ve yöntemine uygun olmadığı; bu nedenle de hukuki sonuç doğurmayacağı her türlü duraksamadan uzaktır.O halde, mahkemece yapılacak iş; işlemin avukatça ya da asilce yapılması konusunda bir ayrıma gitmeksizin ve yeterli açıklıkta olmak üzere, davacı/alacaklı vekiline, dava ve takip konusu icra dosyasının Bakırköy 9. İcra Müdürlüğü’nden celbi için yatırması gerekli masraflar açıkça belirtilmek suretiyle, uygun ve elverişli bir süre tayin edilmesi; tanınan süre içinde yapılması istenen işlerin ne olduğunun tereddüt yaratmayacak ölçüde açıklanması; bu işlemlerin verilen kesin süre içinde yapılmaması halinde sonuçlarının ne olacağının açıkça ihtar edilmesi ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi olmalıdır.Mahkemece icra dosyasının celbinin tarafların yükümlülüğünde olduğuna ilişkin saptaması yerinde ise de bu yükümlülük üzerine düşen davacı tarafa kesin sürenin verilme yöntemi yukarıda açıklanan ilke ve usule uygun olmadığından, bu gereklere uyulmadan kesin süre nedeniyle davanın reddedilmesi ve bu kararda direnilmesi yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle usul ve yasaya aykırıdır.Açıklanan değişik gerekçe ve nedenle; direnme kararı bozulmalıdır.S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana iadesine, 28.03.2012 gününde, oybirliğiyle karar verildi.