Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 225 - Karar Yıl 2012 / Esas No : 791 - Esas Yıl 2011





MAHKEMESİ : Ankara 3. İş MahkemesiTARİHİ : 07/07/2011NUMARASI : 2011/266-2011/411Taraflar arasındaki “yaşlılık aylığının tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 3.İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 23.12.2010 gün ve 584-965 sayılı kararın incelenmesi davalı Kurum vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10.Hukuk Dairesinin 08.03.2011 gün ve E:2141, K:3156 sayılı ilamı ile; (…Davacıya ait tahsis belgeleri dosyaya katılmamış olmakla birlikte, davacının TBMM başkanlığı görevi nedeniyle 5434 sayılı Yasa uyarınca emeklilik aylığı almakta olduğu taraflar arasında çekişmesizdir.Davacı tarafından, emeklilik aylığının tespitinde esas alınması istenen, 5510 sayılı Yasanın “CUMHURBAŞKANLIĞI, TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI VE BAŞBAKANLIK GÖREVİNDE BULUNANLARIN AYLIKLARI” başlıklı 43.maddesinin üç ve dördüncü fıkraları, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı veya Başbakan iken bu görevinden herhangi bir nedenle ayrılanlara, istekleri üzerine, müracaat tarihini takip eden ay başından itibaren, istek tarihindeki Cumhurbaşkanına ödenmekte olan aylık ödeneğin % 40'ı esas alınarak Cumhurbaşkanına bağlanacak yaşlılık aylığının % 75'i oranında yaşlılık aylığı bağlanır.Ancak herhangi bir nedenle görevden ayrılan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı veya Başbakan, 28 inci maddeye göre yaşlılık aylığına hak kazanıyorsa, 29 uncu maddeye göre yaşlılık aylığı ayrıca hesaplanır ve aylıklardan yüksek olanı yaşlılık aylığı olarak bağlanır. 28 inci maddeye göre aylığa hak kazanılamıyorsa üçüncü fıkraya göre bağlanan aylığın tümü, 28 inci maddeye göre aylığa hak kazanılıyor ve 29 uncu maddeye göre hesaplanan aylık, üçüncü fıkraya göre bağlanan aylıktan düşükse aradaki fark Hazineden tahsil edilir.” düzenlemesini içermektedir.“Kanunların geriye yürümesi veya yürümemesi konusunda mevzuatımızda genel bir hüküm yoktur. Ancak, toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta, kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında, kural olarak her Kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir. Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnalarından birini, beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar oluşturmaktadır. Kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin kurallar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Yargılama hukukunu düzenleyen kanunlar da, ilke olarak geçmişe etkilidir (Prof. Dr. Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, 14. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, sh: 193-194; Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 18.Bası, Turhan Kitabevi, Ankara 2003, sh: 73).” (HGK 13.10.2004 t., 2004/10-528 E., 2004/533 K.)5510 sayılı Yasa, Yasanın yürürlük tarihi öncesinde emekli olanların aylıklarının 5510 sayılı Yasanın 43.maddesindeki düzenleme uyarınca yeniden tespitine olanak veren bir hüküm içermediği gibi; 5510 sayılı Yasanın Geçici 4.Maddesinin bir, iki ve beşinci fıkralarında yer alan, “Bu Yasanın yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Yasaya göre; aylık, tazminat, harp malûllüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 08/02/2006 tarihli ve 5454 sayılı Yasanın 1 inci maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlara, bu Yasayla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Yasada kendileri için belirtilmiş olan şartları haiz oldukları müddetçe bunların ödenmesine devam olunur. Ancak, 5 ilâ 10 yıl arasında fiili hizmet süresi olan iştirakçilerden dolayı dul ve yetim aylığı almakta olanların, aylık ve diğer ödemeleri, bu Yasanın 32 nci, 34 üncü ve 37 nci maddelerindeki şartları haiz oldukları müddetçe devam edilir. Bu Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce iştirakçiliği sona erenlerden tahsis talebinde bulunacaklar ile bu Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Yasa hükümlerine göre tahsis talebinde bulunanlardan işlemleri devam edenler hakkında, bu Yasayla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Yasa hükümlerine göre işlem yapılır.Bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması, artırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu Yasayla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Yasa hükümlerine göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Yasa hükümleri ayrıca dikkate alınır…” içerikli düzenleme de, 5510 sayılı Yasanın yürürlük tarihi öncesinde 5434 sayılı Yasa uyarınca emekli olanlar yönünden uygulanacak mevzuatı açıkça ortaya koymuştur.Mahkemece, davanın kabulü yönündeki hüküm gerekçesinde, 5510 sayılı Yasanın Geçici 4. maddesinin dokuzuncu fıkrasında yer alan, “5434 sayılı Yasaya göre ödenen aylıklar ile bu madde kapsamında bağlanacak aylıklar, memur maaş katsayılarındaki artışlara göre yükseltilir. Ayrıca 5434 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten sonra barem, teşkilat, kadro ve sair kanunlar ile aynı rütbe, kadro ve sair kanunlarda yapılacak değişiklikler sonucunda aylık tutarlarında meydana gelecek yükselmeler, aynı rütbe, kadro unvanı ve dereceden bağlanmış bulunan emeklilik, malûllük ve vazife malûllüğü aylıkları ile dul ve yetim aylıkları hakkında da uygulanır.” düzenlemesi de dayanak alınmıştır. Ancak anılan düzenleme, barem, teşkilat, kadro ve sair kanunlarda yapılan değişiklik sonucunda, sigortalının emekliliği öncesi dönemde bulunduğu rütbe, kadro ve sair konumlara ilişkin değişikliklerin, emeklilere de yansıtılması olanağını öngörmekte olup;aktif çalışanlara yönelik bir hüküm içermeyip, münhasıran emeklilik aylıklarının bağlanması ve hesabı konusunda düzenleme getiren 5510 sayılı Yasanın 43. maddesinin, barem, teşkilat, kadro ve sair kanun değişikliği olarak nitelenmesi olanağı bulunmamaktadır.Sıralanan maddi ve hukuki olgular ışığında yapılan değerlendirme uyarınca, 5434 sayılı Yasa iştirakçisi olarak emekli konumunda bulunan davacı yönünden, 5510 sayılı Yasanın 43.maddesinin uygulanma olanağının bulunmadığı yönü gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle kabul kararı verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN: Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı VekiliHUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, 5434 sayılı Yasa uyarınca emekli olan davacının emeklilik aylığının, 1983-1987 yılları arasındaki dönemde “TBMM Başkanı” olarak görev yaptığı gözetilerek, 5510 sayılı Yasanın 43.maddesine uygun olarak belirlenmesi istemine ilişkindir.Davacı vekili, 1.10.2008 gününden geçerli olmak üzere, müvekkilinin almakta olduğu yaşlılık (emekli) aylığının 5510 Sayılı Kanunun 43 ve Geçici md.4/9 maddeleri hükümlerine göre tespitine, ödemelerin bu tespit gibi yapılmasına karar verilmesini istemiştir. Davalı Kurum vekili, davacı tarafından aynı konuya ilişkin daha önce Ankara 3.İdare Mahkemesi nezdinde açılan 2009/133 esas sayılı davanın 2009/1425 sayılı ilamla, hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle reddedildiği; davacının 5510 sayılı Kanunun 43 üncü maddesi esas alınarak emekli aylıklarının yükseltilmesinin mümkün olmadığı, Kurumlarınca yapılan işlemlerin usul ve yasalara uygun olduğu belirtilerek, davanın reddini savunmuştur. Mahkemenin, davanın kabulüne dair verdiği karar, davalı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuştur. Yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü davalı Kurum vekili, temyiz etmiştir.Hukuk Genel Kurulu’nca işin esasının görüşülmesine geçilmeden önce; davalı Kurum vekilinin savnmasında belirtilen ve davanın tarafları, konusu ve sebebi aynı olduğu ileri sürülen Ankara 3.İdare Mahkemesi'nin 25.11.2009 tarih ve E:2009/133, K:2009/1425 sayılı ilamının eldeki dava yönüyle kesin hüküm oluşturup oluşturmayacağı; burada varılacak sonuca göre, anılan ilamın kesinleşip kesinleşmediğinin araştırılması gerekip gerekmediği hususu önsorun olarak değerlendirilip tartışılmıştır.Ön sorunun çözümü noktasında, öncelikle dava şartları ve kesin hüküm hakkında kısa bir açıklama yapılmasında yarar vardır:Bilindiği üzere dava şartları, mahkemece davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan “Kamu Düzeni” ile ilgili zorunlu koşullardır. Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, incelemek durumunda olup; bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları, dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar var olmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda, mahkemenin davayı mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddetmesi gerekir.Dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması gerekli);bazıları ise olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken)şartlardır. Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile çözümlenmiş olması da dava şartıdır. Bu şart, olumsuz dava şartı olarak adlandırılır. Kesin hüküm itirazı ise, davanın her aşamasında ileri sürülebilen ve mahkemenin de;(Yargıtay’ın da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, varlığı halinde davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir.Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay'da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve dahası bozmadan sonra da ileri sürülebilir. Bu bakımdan usulü kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez (Hukuk Genel Kurulu’nun 05.06.1991 gün ve E:1991/5-215, K:342 sayılı ilamı; Kuru, Baki:Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6.Baskı, İstanbul2001,C.V,s.4980vd.).Bu bağlamda kesin delil ise, yanları ve hakimi bağlayan, bu tip delillerle kanıtlanan olayın hukuksal doğru olarak kabul edilmesi gereken delillerdir. Hakimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur. Bu biçimde ispatlanan hususu doğru kabul etmek zorundadır. Hukukumuzda kesin deliller sınırlı olup bunlar, ikrar, senet, yemin ve kesin hükümdür (Hukuk Genel Kurulu'nun 02.11.2011 gün ve E:2011/2-561, K:2011/668 sayılı ilamı).Bu açıklamalar ışığında somut olay yönüyle ön sorunun değerlendirilmesine gelince:Davalı Kurum vekilinin savunmasında ileri sürdüğü ve kesin hüküm itirazına konu yaptığı Ankara 3.İdare Mahkemesi'nin E:2009/133, K:2009/1425 sayılı ilamının dosyada sadece fotokopisi bulunmaktadır. Davalı Kurum vekili, anılan kararın kesinleştiğini ileri sürmekte ise de, belirtilen bu durum dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden anlaşılamamaktadır.Öte yandan, 17.01.2012 tarih ve 6270 Sayılı Kanunun 16.maddesi hükmü ile 5510 Sayılı Kanuna “Geçici Madde 38” eklenmiştir.Yukarıda belirtildiği üzere, kesin hüküm itirazı olumsuz dava şartı niteliğinde olduğundan, yerel mahkemece, davalı Kurum vekili tarafından ileri sürülen kesin hüküm itirazı hakkında yeterli araştırma ve inceleme yapılmadan ve bu talep değerlendirilip sonuca bağlanmadan işin esasının incelenip, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.Öyleyse mahkemece yapılacak iş; davalı Kurum vekilinin, kesin hüküm itirazına konu yaptığı Ankara 3.İdare Mahkemesi'nin E:2009/133, K:2009/1425 sayılı ilamının kesinleşip kesinleşmediğinin araştırılması; anılan mahkeme ilamı kesinleşmiş ise, görülmekte olan davaya konu uyuşmazlıkta iş mahkemelerinin görevli olduğu hususu da dikkate alınarak, eldeki dava ile kesin hüküm itirazına konu yapılan davanın tarafları, konusu ve sebebinin aynı olması halinde, bu durumun görülmekte olan dava bakımından hangi hukuki nedene dayalı olarak (kesin hüküm veya kesin delil dolayısıyla) bağlayıcı olduğu veya görevsiz mahkemece aynı davanın kesin hükme bağlanmasının eldeki dava yönüyle hukuken bağlayıcı olmayacağının benimsenmesi halinde ise, bu durumun hukuki dayanakları ile açığa kavuşturulması; bundan sonra, davalı Kurum vekilinin kesin hüküm itirazına ilişkin iddiası hakkında olumlu veya olumsuz bir değerlendirme yapılması;ayrıca kural olarak kanunların geriye yürüyemeyeceğine ilişkin ilke de gözetilerek, direnmeden sonra yürürlüğe giren 17.01.2012 tarih ve 6270 Sayılı Kanunun 16.maddesi hükmü ile 5510 Sayılı Kanuna “Geçici Madde 38” eklenmesinin, somut uyuşmazlığa etkisinin olup olmayacağının değerlendirilmesi;böylece vurgulanan maddi ve hukuki olgular hep birlikte değerlendirilip takdir edilerek varılacak sonuç uyarınca bir karar verilmesi, olmalıdır.Yukarıda belirtilen maddi ve hukuki olgular dikkate alınmadan yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ: Davalı Kurum vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 21.03.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.