Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 202 - Karar Yıl 2011 / Esas No : 175 - Esas Yıl 2011





MAHKEMESİ : Ankara 15. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 27/04/2010NUMARASI : 2010/129-2010/132Taraflar arasındaki “kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 15. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 24.12.2008 gün ve 2008/241 E., 2008/436 K. sayılı kararın incelenmesinin davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 02.11.2009 gün ve 2009/8101 E., 2009/13608 K. sayılı ilamı ile;“…Dava, 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun 10. maddesine dayanan kamulaştırma konusu irtifak hakkı ve pilon yeri bedelinin tespiti ve bu hakkın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir.Mahkemece davanın ön şart yokluğu nedeni ile reddine karar verilmiş, hüküm davacı idare vekilince temyiz edilmiştir.Dava konusu taşınmaz hakkında daha önce Kamulaştırma Kanununun 27. maddesine göre mahkemece inceleme yapılarak taşınmazın değeri belirlenmiştir. Bundan sonra Kamulaştırma Kanununun anlaşma ile ilgili 8. maddesindeki prosedürün uygulanmasına gerek kalmamıştır.Bu nedenle, idare tarafından açılan tespit ve tescil davasında davalının adresi Kamulaştırma Kanununun 7. maddesinde yazılı Tapu, Vergi ve Nüfus kayıtları üzerinden ve haricen zabıta marifetiyle araştırılarak, ölü ise mirasçıları davaya dahil edilip taraf teşkili sağlandıktan sonra işin esası hakkında karar verilmesi gerekirken, yazılı düşüncelerle usulü şartlar yerine getirilmediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmesi,Doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN : Davacı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanununun 10. maddesine dayanan kamulaştırma konusu irtifak hakkı ve pilon yeri bedelinin tespiti ve bu hakkın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir.Mahkemece davanın reddine ilişkin karar davacı vekilince temyiz edilmekle Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne aynen alınan nedenlerle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hükmü temyize davacı vekili getirmektedir. Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşme sırasında, işin esasına geçilmeden önce; Yerel Mahkemece, 02.11.2009 günlü bozma kararı sonrasında yapılan yargılamada taraf teşkili sağlanıp sağlanmadığı ve taraf teşkili sağlanmadan direnme kararı verilmesinin olanaklı olup olmadığı hususları ön sorun olarak incelenmiştir.Bilindiği üzere çekişmeli yargıda kural olarak duruşma yapılması zorunludur. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 73. maddesi uyarınca Kanunun gösterdiği istisnalar dışında hakim tarafları dinlemeden veya iddia ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez.Buna göre, hakim iddia ve savunma haklarını kullanabilmeleri için tarafları duruşmaya çağırmak zorundadır. Fakat taraflar çağrıldıkları duruşmaya gelmek zorunda olmadıkları gibi, zorla da getirtilemezler.Tarafların duruşmaya çağırılmadan, eş anlatımca; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C. Anayasasının 36. maddesi ile HUMK’nun 73. maddesinde de açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı yan; dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır, aksi halde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı, gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir (Prof. Dr.Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı Cilt II sh.1876 vd).Taraf teşkili dava şartı olup, davanın her aşamasında mahkemece re’sen dikkat edilmesi gereken bir olgudur ve mahkemenin, bozma ilamını ve duruşma gününü taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun amir hükmü gereğidir. Diğer taraftan, bozma sonrası taraf teşkiline yönelik olarak mahkemece yapılacak işlemler de 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429/2. maddesinde düzenlenmiş; anılan maddede “…Mahkeme, temyiz edenden 434 ncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir” amir hükmüne yer verilmiştir. Buna göre, mahkeme bozma sonrası bozma ilamı ile duruşma gününü tarafların talebini aramaksızın kendiliğinden tebliğe çıkararak; usulünce taraf teşkilini sağladıktan sonra bozmaya uyup uymama konusunda bir karar verecektir. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi; bozma sonrası yargılamanın devamı, uyup uymama yönündeki kararın verilebilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden usulünce haberdar edilmesi ve böylece taraf teşkilinin sağlanması ile mümkündür. Bu yolla kişi, hangi yargı merciinde duruşması bulunduğuna, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğuna, yargılamanın safahatına, bozma ilamının içeriğine, bozma sonrası duruşmanın hangi tarihte yapılacağına, verilen kararın ne olduğuna, 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile vakıf olabilecektir. Hal böyle olunca, yargılamada yöntemine uygun olarak taraf teşkilinin sağlanıp sağlanmadığının belirlenmesine yönelik olarak, tebligata ilişkin yasal düzenlemeler üzerinde de durulmasında yarar vardır:7201 sayılı Tebligat Kanunu (Teb.K) ’nun 10. maddesinde, “Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır.” hükmü bulunmaktadır. 6099 sayılı Kanunla; bu maddenin birinci fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra ile de “Bilinen son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması halinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır” düzenlemesi getirilmiştir. Anılan Kanunun 19.03.2003 gün ve 4829 sayılı Kanunun 11. maddesi ve 6099 sayılı Kanunun 9. maddesi ile değişik “Adres Değiştirmenin Bildirilmesi Mecburiyeti” başlıklı 35. maddesinde ise; “Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.(Değişik fıkra: 11/1/2011-6099/9 md.) Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır.(Değişik: 19/3/2003-4829/11 md.) Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.(Ek : 6/6/1985 - 3220/12 md.; Değişik fıkra: 11/1/2011-6099/9 md.) Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, tüzel kişiler bakımından resmî kayıtlardaki adresleri esas alınır ve bu madde hükümleri uygulanır.(Ek fıkra: 11/1/2011-6099/9 md.) Daha önce yurt dışındaki adresine tebligat yapılmış Türk vatandaşı, yurt dışı adresini değiştirir ve bunu tebliğ çıkaran mercie bildirmez, adres kayıt sisteminden de yerleşim yeri adresi tespit edilemezse, bu kişinin yurt dışında daha önce tebligat yapılan adresine Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğunca 25/a maddesine göre gönderilen bildirimin adrese ulaştığının belgelendiği tarihten itibaren otuz gün sonra tebligat yapılmış sayılır.”hükmü yer almaktadır. Madde metninde geçen ‘kaza mercii’nden ne anlaşılması gerektiği, ‘Kazai Tebligat’ başlıklı, Tebligat Kanunu’nun 2. Babının 1. Faslından çıkartılmakta; bu fasıl adli, idari ve askeri kaza mercilerince yapılacak tebliğlerde uygulanacak özel hükümleri içermektedir (Teb.K.m.34/1). Kazai mercilerin yapacakları tebligat, Tebligat Kanunu’nun “Umumi Hükümler” başlığını taşıyan Birinci Babının genel hükümlerine (Teb.K.m.1-33) tabi olduğu gibi, sadece kazai merciler tarafından yapılan tebligatlarda uygulanmak üzere vazedilen özel hükümlere (Teb.K.m.34-44) de tabi kılınmıştır.Tebligat Kanununun 35. maddesi hem kazai tebliğler ve hem de icra tebliğleri bakımından uygulanabilen bir hüküm olup; yargılama sırasında taraflardan birinin adresini değiştirmiş olması halinde, bundan sonraki kazai tebliğlerin nasıl yapılacağını düzenlemektedir. Kazai tebliğler bakımından 35. maddenin uygulanabilmesi için, taraflardan birinin o dava ile ilgili olarak kendisine tebliğin yapıldığı adresini daha sonra değiştirmiş olması gerekir. Eğer, taraflardan birine bir dava ile ilgili olarak ilk defa tebliğ yapılacak ise, muhatabın, adresini tebliğden önce değiştirmiş olması halinde 35. madde kural olarak uygulanmaz. Bu kuralın istisnası aynı maddenin dördüncü fıkrasında yer almaktadır.Maddenin dördüncü fıkrasında, adresini değiştiren muhataba kazai merci tarafından daha önce bir tebliğ yapılmamış olsa bile, yeni tebliğlerin 2. ve 3. fıkraya göre yapılacağını istinaen kabul etmiştir. Bu halde, muhatabın daha önce tebliğ yapılan adresinin değiştirilmesi değil; henüz tebligat yapılmadan adresin değiştirilmesi nedeniyle tebligat yapılamayıp, tebliğ evrakının salt bu nedenle iade edilmesine yol açan adres değişikliği sebebiyle 2. ve 3. fıkranın uygulanması söz konusudur (Doç. Dr. T... M..., Tebligat Hukuku, 2.Bası, İstanbul 2008, syf.108-113). Tebliğ ile ilgili kanun ve tüzük hükümleri tamamen şeklidir, tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın, usul yasaları ile ilişkisi de daima göz önünde tutulmalıdır.Anılan Kanun ve Tüzüğün bu konuda etkili önlemler almış olmasının tek amacı, tebliğin muhatabına ulaşmasını ve onun tarafından kabul edilmesini sağlamaktır.Şu hale göre; yazılı tebligat, bir davaya ilişkin işlemleri o davayla ilgili kişilere bildirmek için, mahkemelerce Kanuna uygun biçimde yapılan bir belgelendirme işlemidir. Dolayısıyla, Kanun ve Tüzük hükümlerinin en küçük ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur.Tebligat Kanunu ile Tüzüğü’nde öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz. Nitekim, Kanunun ve Tüzüğün belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı yerleşik yargısal içtihatlarda da açıkça vurgulanmıştır.Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay ele alındığında; Mahkemece özel daire bozma ilamının ve duruşma gününün davalıya tebliği için tebligat çıkarılmış; bu tebligat “davalının daha önce tebligat yapılan adresindeki binanın yıkılmış olduğu” açıklaması ile bila tebliğ iade edilmiştir. Mahkemece bu meşruhat göz ardı edilerek davalının aynı adresine bozma ilamı, duruşma günü ve direnme kararı 7201 sayılı Kanunun 35. maddesi uyarınca tebliğ edilmek üzere gönderilmiştir. Ne var ki, davalı adresine çıkartılan ve bila tebliğ iade olunan ilk tebligatta yer alan “adresteki binanın yıkılmış olması nedeniyle tebliğ edilemediği" meşruhatı karşısında, 7201 sayılı Kanunun 35. maddesinde düzenlenen ve şeklen uyulması zorunlu kurallardan olan “evrakın bir nüshasının eski adrese ait binanın kapısına asılması” şartının yerine getirilmesi olanaklı değildir. Yerel mahkemece bu husus göz ardı edilerek yapılan tebliğ işlemi açık biçimde 7201 sayılı Kanunu’nun 35.maddesinin aradığı şekil şartlarını taşımamaktadır. O halde, davalıya bozma ilamı ve bozma sonrası duruşma günü usulüne uygun olarak tebliğ edilmediğinden, taraf teşkilinin usulünce sağlandığını kabule de olanak bulunmamaktadır. Öte yandan, mahkemece direnme kararının yukarıda açıklanan gereklere aykırı olarak yine 7201 sayılı Kanunun 35.maddesine göre tebliğ edilmiş olması da isabetsizdir. Yerel Mahkemece, bozma ilamı ve bozma sonrası duruşma günü davalıya usulünce tebliğ edilmiş gibi işlem tesis edilip, taraf teşkili sağlanmadan duruşma açılarak; davalının yokluğunda ve onun savunma hakkı kısıtlar biçimde yargılamanın yapılıp sonlandırılması ve sonuçta da davalının aleyhine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Mahkemece yapılacak iş; Özel Daire bozma ilamı ile duruşma gününün davalıya yöntemince tebliğ ile taraf teşkili sağlanması ve ancak bu usulü gerek tamamlandıktan sonra bir karar vermek olmalıdır. Bu nedenle ön sorunun kabulü ile diğer hususlar incelenmeksizin kararın salt bu usulü nedenlerle bozulması gerekmiştir. S O N U Ç : Direnme kararının yukarıda gösterilen usule ilişkin nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 20.04.2011 gününde, oybirliğiyle karar verildi.