MAHKEMESİ : Kahramanmaraş 2. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 31/10/2013NUMARASI : 2013/537-2013/548Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil ikinci kademede tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kahramanmaraş 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 25.09.2012 gün ve 2008/462 E., 2012/379 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili ve davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 13.02.2013 gün ve 2012/15209 E., 2013/2148 K. sayılı ilamı ile;(... Dava, satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde dava konusu taşınmazın rayiç bedelinin tahsili isteğine ilişkindir. Davalılar, davacının taşınmazı fiilen teslim almaması nedeniyle zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, birinci kademedeki tapu iptali ve tescil isteminin reddine, ikinci kademedeki dava konusu taşınmazın rayiç değerinin tazmini isteminin ise davalı Kemal mirasçıları yönünden reddine, diğer davalı Necdet ve Tevfik miraçıkları yönünden kabulüne karar verilmiştir. Hükmü, davacılar vekili ve davalılar .... vekili temyiz etmiştir.1-Yapılan yargılamaya, toplanan delillere ve dosya kapsamına göre davalılar vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.2-Davacılar vekilinin temyiz itirazlarına gelince;Kaynağını Borçlar Kanununun 22. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Borçlar Kanununun 213. maddesi ile Türk Medeni Kanununun 706. ve Noterlik Kanununun 89. maddesi hükümleri uyarınca noter önünde re’sen düzenlenmesi gereken, bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan, tam iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak sağlayan sözleşme türüdür. Vaat alacaklısı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet devir borcu yüklenen satıcıdan edim yerine getirilmediğinde Türk Medeni Kanununun 716. maddesi uyarınca açacağı tapu iptali ve tescil davasında borcun hükmen yerine getirilmesini isteyebilir.Davacıların murisi Şükrü Sezal ile davalılar vekilleri N.. S.. arasında 407 parsel sayılı taşınmazın yapılmış olan özel parselasyonda ''9'' nolu bölüme karşılık gelen 3500 m2 bölümünün satışının vaat edilmesine ilişkin olarak düzenlenmiş geçerli bir satış vaadi sözleşmesi mevcuttur. Ancak davalı tarafından sözleşme ifa edilmediğinden Borçlar Kanununun 96. maddesinin "Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür'' hükmü uyarınca zararın tazmini gerekir. Ödenmesi gereken tazminatın nedeni borçlunun taahhüdünü ihlal etmesidir. Davalılar tarafından sözleşmedeki edim ifa edilmediğinden satışı vaat edilen payın dava tarihindeki rayiç değerinin tahsiline karar verilmelidir. Bu sebeple mahkemece hesaplama yapılırken satışı vaat edilen dava konusu payın dava tarihindeki rayiç değerinin esas alınması gerektiği halde davacılar murisi tarafından ödenen miktarın güncelleştirilmiş değerinin esas alınarak hüküm kurulması doğru görülmemiştir.Diğer taraftan , 06.11.1979 tarihli satış vaadi sözleşmesi ile Kemal Sezal hissesinin de davacıların murisi Şükrü Sezal'a satışının vaat edilmesi nedeniyle, Kemal Sezal mirasçıları hakkında açılan davanın reddi de doğru değildir…)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDENLER : 1-Davacılar vekili 2-Davalılar vekili HUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir.Davacılar vekili; davalı N.. S.. kendi adına asaleten Tevfik Sezal mirasçılarına vekaleten K.Maraş 1.Noterliğinin 06.11.1979 tarih 19870 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesi ile Kahramanmaraş Merkez Ağyar Köyü 407 parsel sayılı taşınmazın özel parselasyon sonucu oluşan 9 parsel sayılı taşınmazı 10.000TL bedelle davacıların murisleri Şükrü Sezal'a satışını vaat ettiğini ancak taşınmazın tapusunun devredilmediğini belirterek, taşınmazın müvekkilleri adlarına tescilini, tescilin mümkün olmadığı takdirde taşınmazın dava tarihine göre belirlenecek değerinin davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.Davalılar vekili; davacıların dayandığı satış vaadi sözleşmesinin 06.11.1979 tarihli, dava tarihinin ise 17.11.2008 olduğunu, davacılar veya murislerinin taşınmazı fiilen teslim almadıklarını, zilyet olmadıklarını, 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğini, ayrıca dava konusu taşınmazın 1992 yılında kadastro çalışması gördüğünü ve bu tarihte kesinleştiğini, kadastro tespitinin kesinleşmesinden 10 yıl sonrasında kadastrodan önceki hukuki nedenlere dayanılarak dava açılamayacağını, ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davacıların tapu iptal ve tescil talebinin reddine, ikinci kademedeki tazminat isteminin kabulü ile 10.332 TL’nin davalı Kemal Sezal mirasçıları dışındaki diğer davalılardan tahsili ile davacılara verilmesine dair verilen karar, davacılar vekili ve davalı Kemal Sezal mirasçıları dışındaki diğer davalılar vekilinin temyizi üzerine; Özel Dairece yukarda başlık bölümünde metni aynen yazılı olan karar ile bozulmuş; mahkemece, önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme karar verilmiştir.Direnme kararını davacılar vekili ve davalı K.mirasçıları dışındaki diğer davalılar vekili temyize getirmektedir.Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; muris Kemal Sezal'ın satış vaadi sözleşmesinin tarafı olup olmadığı, dava konusu taşınmazdaki hissesini davacılar murisine satış vaadinde bulunup bulunmadığı, varılacak sonuca göre davalı Kemal Sezal mirasçılarının satış vaadi sözleşmesi ile ödenen bedelden sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.İşin esasına geçilmeden önce, mahkemece bozma ilamına uyulmasından sonra kısmen direnme kararı verilip verilemeyeceği hususu önsorun olarak tartışılmıştır.Mahkemenin ilk kararının Özel Dairece bozulmasından sonra yapılan yargılamanın 31.10.2013 tarihli celsesinde verilen ara kararı ile bozma ilamına uyulmasına karar verilmiş, ancak 31.10.2013 gün ve 2013/537-548 sayılı karar ile Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin bozma ilamına kısmen uyularak kısmen eski kararında direnilerek..” şeklinde hüküm kurulmuştur. Burada "usul hukuku" ile ilgili ortaya çıkan sorun; tarafların beyanları alındıktan sonra mahkemece “ bozmanın usul ve yasaya uygun bulunduğu belirtilerek bozmaya uyulmasına” ilişkin ara kararı oluşturulmasına karşın, bu hukuki sonucun tam aksine bir karar verilmesinin hukuken mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.Öncelikle belirtelim ki, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429/2 (6100 sayılı HMK.nun 363/2) maddesinde bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemler açıklanmıştır. Buna göre; mahkeme, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip, dinledikten sonra Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verecektir. Mahkemece, tarafların beyanlarının alınıp bozmaya uyulmasına karar verildikten sonra yapılacak iş; bozma gereklerinin yerine getirilmesi olmalıdır. Zira, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olur. Nitekim, 04.02.1959 gün ve 1957/13-E. 1959//5 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da (R.G. 28.04.1959 gün ve sayı:10193) usuli kazanılmış hakkın hukukumuzdaki yeri; “Temyiz merciince bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması halinde bozulan kararın bozma sebeplerinin şümulü dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usulü hükümdür. Bir cihetin bozma kararının şümulü dışında kalması da iki şekilde olabilir. Ya o cihet, açıkça bir temyiz sebebi olarak ileri sürülmüş fakat dairece itiraz reddedilmiştir; yahut da onu hedef tutan bir temyiz itirazı ileri sürülmemiş olmasına rağmen dosyanın Temyiz Dairesince incelendiği sırada dosyada bulunan yazılardan onun bir bozma sebebi sayılması mümkün bulunduğu halde o cihet dairece bozma sebebi sayılmamıştır. Her iki halde de o konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması, taraflardan birisi lehine usulü bir müktesep hak meydana getirir ki, bu hakkı ne mahkeme, ne de Temyiz Mahkemesi halele uğratabilir. Zira umumi müktesep hakkın tanınması da amme intizamı düşüncesiyle kabul edilmiş bir esastır.” şeklinde açıklanmıştır. Somut olayda da, davacılar vekili ve davalı Kemal Sezal mirasçıları dışındaki diğer davalılar vekilinin temyizi üzerine verilen Yargıtay bozma kararı üzerine yerel mahkemenin bu karara uyması ile davacılar yararına usulü kazanılmış hak oluşmuştur. Burada usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine engel olacak istisnai bir durumda bulunmadığına göre, artık önceki kararda kısmen direnilmesi usulen olanaklı değildir. Bu ilke kamu düzeni ile ilgili olup Yargıtayca kendiliğinden dikkate alınması gerekir.Açıklanan nedenlerle; mahkemece, bozmaya uyulmakla gerçekleşen usulü kazanılmış hak nazara alınarak hükmüne uyulan bozma gereklerinin yerine getirilmesi gerekirken, direnme kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerekir. S O N U Ç: Direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine 03.06.2015 gününde, oybirliğiyle karar verildi.