Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1166 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 1753 - Esas Yıl 2013





Taraflar arasındaki “kişilik hakkına saldırı nedenine dayalı manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 14.04.2011 gün ve 2010/532 E, 2011/153 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.06.2012 gün ve 2011/9196 E., 2012/10670 sayılı ilamıyla; (...Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istemin reddine karar verilmiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Davacı, 17.12.2009 tarihinde yapılacak olan Alevilik Çalıştayına davet edildiğini, 15.12.2009 tarihli Milliyet Gazetesinde "Ş.. Krizi" başlığı altında davalının açıklamalarına yer verilen yazıda; davalının "Maraşta Alevileri katleden bir anlayışın çalıştayda olmasına karşı olduğunu" belirterk "Ellerinde Alevi kanı olanlar nasıl katlettiklerini mi anlatacaklar" şeklinde soru sorduğunun belirtildiğini, bu ifadeyle beraat ettiği bir olaya ilişkin katil olarak nitelendirildiğini, davalının bu beyanıyla kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu belirterek uğradığı manevi zararın tazminini istemiştir.Davalı, Alevi sorunlarının görüşüleceği bir toplantıya Maraş katliamı davasının sanığının çağrılmış olmasının ve bu anlayışın eleştirildiğini, davacının isminin geçmediğini, davacının bu olaylarla anılmaya kendisinin sebep olduğunu belirterek istemin reddini savunmuştur.Yerel mahkeme; beraat etmesine karşın Maraş olaylarında sanık olarak bulunan davacının, Alevi Çalıştayına davet edilmesinin eleştiri konusu yapıldığını, yazıda davacının isminin geçmediğini, aydınların beyanlarının gazete tarafından yorum eklenerek haberleştirilmesi üzerine davacının, kişisel yorumla yazıda kendisinden bahsedildiğini iddia ederek, bu davayı açmasının da kamuoyunda davacı hakkında oluşmuş yaygın kanaatin sonucu olduğunu, manevi tazminat gerektirir koşulların oluşmadığını belirterek davanın reddine karar vermiştir.Davacının Kahramanmaraş'ta 19-25 Aralık 1978 tarihlerinde meydana gelen olaylarla ilgili olarak Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından yapılan yargılamasında beraatine karar verildiği ve bu kararın Askeri Yargıtay tarafından onanarak kesinleştiği dosyaya ibraz olunan mahkeme ve Askeri Yargıtay kararlarından anlaşılmaktadır. 17.12.2009 tarihinde yapılacak olan Alevilik Çalıştayına davacının davet edilmesi ile ilgili görüşlerine başvurulan davalının, davacı ile ilgili olarak "Ellerinde Alevi kanı olanlar nasıl katlettiklerini mi anlatacaklar" şeklinde beyanda bulunduğu, dosyada bulunan deliller ve cevap dilekçesi kapsamından anlaşılmaktadır. Kesinleşmiş mahkeme kararı ile üzerine atılı suçlardan beraat eden davacının bu şekilde dile getirilmesi eleştiri niteliğinde değerlendirilemez. Bu cümle ile davacının kişilik haklarına saldırı gerçekleşmiştir. Şu halde, davacı yararına uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken istemin tümden reddine karar verilmiş olması doğru değildir. Kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir...) gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.TEMYİZ EDEN: Davacı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, kişilik hakkına saldırı nedenine dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı Ö.. Ş.. vekili dava dilekçesinde özetle; Kahramanmaraş'ta 19-25 Aralık 1978 tarihinde meydana gelen olayların akabinde müvekkilinin tutuklandığını, “çiçek sinemasına patlayıcı madde atmak, izinsiz gösteri yürüyüşü yapan topluluk içinde yer almak, binaları taşlayıp tahrip etmek, halkı birbirine kışkırtarak kitale sebebiyet vermek ve 6136 sayılı yasaya muhalefet etmek iddiaları” ile aleyhine kamu davası açıldığını, Sıkıyönetim Komutanlığı Adana 1 nolu Askeri Mahkemesinde açılan davada beraatine karar verildiğini, kararın Askeri Yargıtay tarafından onandığını ve kesinleştiğini, müvekkilinin hükümet tarafından Alevilik Çalıştayı adı altında organize edilen toplantılardan 17.12.2009 tarihinde yapılan toplantıya davet edildiğini, “Ö.. varsa biz yokuz“ manşeti atılan Milliyet Gazetesinin 15 Aralık 2009 tarihli nüshasının 18.sayfasında "Şe..Krizi" başlığı altında aralarında davalının da bulunduğu bazı şahıslar tarafından verilen demeçlerin yayınlandığını, dava konusu demeçte; “Maraş'ta Alevileri katleden bir anlayışın Çalıştayda olmasına karşı olduğunu” belirten davalının “Ellerinde Alevi kanı olanlar, nasıl katlettiklerini mi anlatacaklar ?” dediğinin ifade edildiğini, dava konusu yayının eleştiri olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı gibi düşünce açıklama özgürlüğü olarak da nitelendirilemeyeceğini, isnad edilen tüm suçlardan beraat eden ve beraat kararı kesinleşen müvekkilinin kişilik haklarının hedef alınarak kamuoyu nezdinde küçük düşürüp karalamak ve aşağılamak maksadıyla hareket edildiğini, müvekkilinin kişilik haklarını hedef alan haksız beyanat ve yayından üzüntü duyduğunu ileri sürerek yayın yoluyla müvekkilinin kişilik haklarına saldırıda bulunduğu açık olan davalıdan 10.000,00 TL manevi tazminatın 15.12.2009 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı D.. F..S..vekili cevap dilekçesinde özetle; davalıya yöneltilen bir soruya verilen yanıt esas alınarak manevi tazminat davası açıldığını, yayın sahibi aleyhine dava açılması gerektiğini, husumet ve yetki yönünden davanın reddi gerektiğini, dayanak yayında müvekkilinin Alevilerin sorunlarının tartışıldığı kurultaya yüzlerce alevinin katledildiğini anımsatacak kişi ve kuruluşların katılmasının doğru olmadığı görüşünün müvekkili ve onlarca aydın tarafından dile getirildiğini, bu ifadede hiçbir isme yer verilmediğini, düşünce ve basın özgürlüğünün Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi genelinde korunması gereken bir ilke olduğunu, kişisel haklarla bu ilke çatıştığında basın özgürlüğünün öne geçeceğini, davacının adının geçmediği eleştiriyi kendi üzerine aldığını, sıkıyönetim mahkemesinde delil yokluğundan beraat ettiğini, internet yayınlarında ve bu olayların akabinde basında yer alan bilgi ve belgelerden katliamın davacının da içinde bulunduğu ülkü ocaklı bir grup tarafından düzenlendiği izleniminin yaygınlaştığını, bu nedenle davacının K.. olan soyadını Ş..olarak değiştirdiğini, Maraş katliamı ile davacının adının özdeşleştiğini, yayında ismi geçmeyen davacının kişilik haklarının ihlal edildiğinden de sözedilemeyeceğini, Maraş'ta Alevileri katleden bir anlayışın çalıştaya davetinin eleştirilmesi ve ellerinde Alevi kanı bulunanların çalıştaya çağrılmamaları yolunda görüş bildiren davalının, davacının isminden söz etmemesine rağmen bu sözü kendi üzerine alarak bu kişinin kendisi olduğunu kabul edip bu davayı açmasının bu yaygın kanının sonucu olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, yazıyı davalının yazmadığı, gazete haberini yazan kişinin kendi yorumlarını katarak haber yaptığı, davacının adından sözedilmediği, davacının adının geçmediği eleştiri üzerine davalının kişisel yorumda bulunduğu, davacının Maraş olaylarında yargılandığı, delil yetersizliğinden beraat ettiği, Alevi Çalıştayına davet edilmesinin eleştiri konusu yapılarak gazetede yorum eklenmek suretiyle haber verildiği, davacının yazıda kendisinden bahsedildiğini iddia ederek bu davayı açmasının da kamuoyunda davacı hakkında oluşmuş yaygın kanaatin sonucu olduğu, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunun düşünülemeyeceği, manevi tazminatı gerektiren koşulların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur. Mahkeme, önceki gerekçeleri tekrar ederek direnmiş; hükmü davacı vekili temyize getirmiştir.Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı tarafından kullanılan ifadelerin kişilik hakkına saldırı teşkil edip etmediği, varılacak sonuca göre davacı yararına manevi tazminata hükmedilip hükmedilmeyeceği noktasında toplanmaktadır.Bu konuda uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının incelenmesinde yarar bulunmaktadır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının 90. maddesinin son fıkrasına göre; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Bu durumda mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir. Hal böyle olunca Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) somut uyuşmazlığın nasıl düzenlendiğini ve sözleşmenin uygulanmasına sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi gerekmektedir.“İfade özgürlüğü” başlıklı AİHS’nin 10(1) maddesi; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hallerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS'nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir, çoğulculuk, hoşgörü ve açık düşünce bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz. 10. maddede benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de bu dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli v. Türkiye kararı, başvuru no: 35839/97, 22 Şubat 2005).AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:1. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:AİHM, Sözleşmenin 10(2) maddesinde yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, başvuru no: 39288/98; Ürper ve diğerleri Türkiye kararı, başvuru no: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20 Ekim 2009).2.Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği konusu: Sözleşmenin 10/2. maddesine göre, bu özgürlüklerin kullanılması “…demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”Açıkça görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli v. Türkiye kararı). Ancak kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda, bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku yoktur. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğü” bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Osman Doğru, Atilla Nalbant; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).3.Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı konusu:İfade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğu hatırlatılmalıdır. (Lingens/Avusturya, A Serisi no. 103). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no. 216).1982 Anayasası’na göre “herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir ve her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz. Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir ve bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Anayasa’nın 26. maddesinin 2. fıkrasında bu hürriyetlerin kullanılması, sınırlandırılması düzenlenmiş; millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabileceği ifade edilmiştir. Düşünce ve kanaat özgürlüğü sınırının aşılması ve kişilik hakkına saldırı seviyesine ulaşması halinde 6098 sayılı TBK 58. ve 4721 sayılı TMK 24. maddeleri gereğince manevi tazminat istenebilecektir. Somut olaya bu kapsamda bakıldığında; 03-04 Haziran 2009 tarihinde başlayan Alevi Çalıştayları’nın 17.12.2009 tarihindeki son oturumuna davacı Ö.. Ş..’in de davet edildiği, davalının 15.12.2009 tarihli Milliyet Gazetesinin 18. sayfasında yeralan "Maraşta Alevileri katleden bir anlayışın çalıştayda olmasına karşı olduğunu" belirterek "Ellerinde Alevi kanı olanlar nasıl katlettiklerini mi anlatacaklar" şeklinde beyanda bulunduğu hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.Yine Maraş olayları olarak bilinen ve 19 Aralık ile 26 Aralık 1978'de Kahramanmaraş'ta meydana gelen ve yedi gün süren olaylar sırasında, 150’ye yakın vatandaşın öldürüldüğü, yirmi üç yıl süren davalar sonunda 22 kişinin idam, 7 kişinin müebbet hapis, 321 kişinin de 1–24 yıl arasında ceza aldığı, söz konusu olaylar nedeni ile davacı hakkında da kamu davası açıldığı ve yapılan yargılama sonunda “davacı hakkında Çiçek sinemasına patlayıcı madde atılması” iddiası hakkında mahkumiyetine yeter nitelikte delil elde edilemediğinden beraatine karar verildiği ve kararın Askeri Yargıtay tarafından onanarak kesinleştiği sabittir (HGK’nun 22.10.2014 gün ve 2013/4-1131 E., 2014/809 sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır). Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır. İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında ifade edilmiştir. Yasayla düzenlemek şartıyla “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğü sınırlandırılabilecektir. Ancak, sınırlamanın orantılı olması gerekir. Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki denge iyi sağlanmalıdır. Bir tarafta siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin “kişilik hakları”, diğer yanda “ifade özgürlüğünün” bulunduğu durumlarda, tercih daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanılmalıdır.Somut olayda, davacı ve davalı her ne kadar bir dönem siyaset yapmış ise de halen davacının siyasetçi olarak kabul edilmesini gerektirir bir veri bulunmamaktadır. Bu durumda sorunu davacının şöhret ve haklarının korunması kapsamında değerlendirmek gereklidir. Üzerine atılı suçlardan mahkeme kararı ile beraat etmiş davacının herkesin görüşlerini açıklamaya davet edildiği bir çalıştaya davet edilmesinin eleştirisi yapılırken davalı tarafından sarfedilen ifadelerin eleştiri sınırlarını aşarak, davacının şöhret ve haklarını ihlal etmek suretiyle kişilik hakkına saldırı niteliğinde olup ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi mümkün görülmemiştir.O halde mahkemece davacının kişilik haklarına saldırı bulunulduğunun kabulü ile davacı yararına uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekmektedir.Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler, özelikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda ifade özgürlüğünün korunması gerektiğini belirterek yerel mahkeme kararının onanmasını savunmuşlar ise de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir. Hal böyle olunca; yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun'un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine 08.04.2015 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi. KARŞI OY YAZISIYüksek Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlıkta temel sorun, 19-25 Aralık 1978 tarihleri arasında Kahramanmaraş ilinde meydana gelen toplumsal olaylardan dolayı hakkında kamu davası açılan, yargılanıp beraat eden ve hükümet tarafında “Alevi Çalıştayı”na davet edilen davacıya, aynı çalıştaya davet edilen davalının “Maraşta Alevileri Katleden bir anlayışın çalıştayda olmasına karşı olduğunu” belirtmesi yanında “Ellerinde Alevi kanı olanlar nasıl katlettiklerini mi anlatacaklar” şeklinde basında çıkan sözlerinin düşünce açıklama özgürlüğünü aşıp kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Yerel mahkemece “yazıyı davalının yazmadığı, gazete haberini yazan kişinin kendi yorumlarını katarak haber yaptığı, davacının adından sözedilmediği, davacının adının geçmediği, eleştiri üzerine kişisel yorumda bulunduğu, davacının Maraş olaylarında yargılandığı, delil yetersizliğinden beraat ettiği, Alevi Çalışayına davet edilmesinin eleştiri konusu yapılarak gazetede yorum eklenmek sureti ile karar verildiği, davacının yazıda kendisinden bahsedildiğini iddia ederek bu davayı açmasının da kamuoyunda davacı hakkında oluşmuş yaygın kanaatin sonucu olduğu, kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunun düşünülemeyeceği, manevi tazminatın koşullarının gerçekleşmediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.Yüksek 4. Hukuk Dairesi “Alevilik Çalıştayına davacının davet edilmesi ile ilgili görüşlerine başvurulan davalının, davacı ile ilgili olarak "Ellerinde Alevi kanı olanlar nasıl katlettiklerini mi anlatacaklar" şeklinde beyanda bulunduğu, kesinleşmiş mahkeme kararı ile üzerine atılı suçlardan beraat eden davacının bu şekilde dile getirilmesinin eleştiri niteliğinde değerlendirilemeyeceği, bu cümle ile davacının kişilik haklarına saldırının gerçekleştiği, davacı yararına uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği” gerekçesi ile oy çokluğu ile karar vermiştir. Yerel mahkemenin aynı gerekçe ile direnme kararı vermesi üzerine Yüksek Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluk oyu ile Yüksek 4. Hukuk Dairesinin gerekçesi benimsenmiştir. Öncelikle aynı gazete haberi nedeni ile aynı davacı tarafından aynı yönde benzer söylemlerde bulunan diğer bir kişiye karşı açılan davada Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin eleştiri kabul ederek verdiği direnme kararı Yüksek Hukuk Genel Kurulu’nun 22.10.2014 gün ve 2013/4-1131 Esas, 2014/809 Karar sayılı ilamı ile oy çokluğu ile onanmıştır. Davalının sözlerinin düşünce ve kanaat özgürlüğü sınırını aşıp aşmadığı ve kişilik haklarına saldırı seviyesini ulaşıp ulaşmadığının T.C. Anayasa’sının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade özgürlüğü ile ilgili hükümleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları kapsamında incelenmesi gerekir. Düşünce özgürlüğünü sınırlandıran unsurlardan biri başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıdır. Ancak burada sınırlamanın orantılılığı gündeme gelebileceği gibi özellikle tarafların siyasetçi olmaları halinde bu dengenin biraz daha ifade özgürlüğü lehine ağır bastığı kabul edilmektedir. Kısaca kişi siyasetçi ise söylemlere karşı biraz daha hoşgörü göstermek zorundadır. Bir başka anlatımla kişilik hakları korunacak siyasetçi ise korumanın gerekleri, siyasi sorunları açık biçimde tartışmanın yararı ile bağlantılı olarak tartılmalıdır(AİHM. Lingens v. Avusturya Kararı. 1985/82).Diğer taraftan maddi yargılar ile değer yargıları arasında dikkatlice bir ayrım yapılması gerekir. Olayların varlığı kanıtlanabilir, ancak değer yargılarının doğruluğu ispata elverişli değildir AİHM. Lingens v. Avusturya Kararı. 1985/82.Somut uyuşmazlıkta çalıştayın kendisi bir siyasi proje olduğu kadar, davacı ve davalı siyasi aktörlerdir. Davalının basın yolu ile “Maraşta Alevileri Katleden bir anlayışın çalıştayda olmasına karşı olduğunu” belirtmesi yanında “Ellerinde Alevi kanı olanlar nasıl katlettiklerini mi anlatacaklar” şeklinde ki doğrudan isim belirtmeden ve davacı yanında çalıştayı yapanları da eleştiren sözleri hoş görü içinde değerlendirilecek türdendir. Diğer taraftan dava tarihinde yürürlükte olan Borçlar Kanunu’nun 53 ve yeni Türk Borçlar Kanunu’nun 74. Maddesi uyarınca hukuk hakimi kural olarak ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değildir. Kahramanmaraş’da toplumsal olaylarda bir çok vatandaşımız öldürülmüş, bir katliam yaşanmıştır. Davacı bu olay nedeni ile tutuklanmış, yargılama uzun sürmüş ve delil yetersizliğinden beraat etmiştir. Ancak maddi yargı olarak beraat etse de bir değer yargısı oluşmuştur. Davalının düşünce olarak dile getirdiği sözler bir değer yargısıdır. Doğrudan hedef almayan davalının bu sözlerinin düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirme emsal dosyada verilen Hukuk Genel Kurulu kararının gerekçesine de uygundur. Bu nedenle yerel mahkemenin direnme kararının onanması gerektiği düşüncesi ile çoğunluk görüşüne katılınmamıştır. Bilmeniz halinde fark yaratacak kararlar NÜFUS KAYDININ DÜZELTİLMESİ • ÖZEL VEKALETNAME KOŞULU 1- Davacı vekili, davacının nüfus kütüğünde yazılı 20.05.1970 olan doğum tarihinin 10.09.1969 olarak düzeltilmesini istemiş, mahkemece adı geçenin doğum tarihi 10.09.1969 olarak düzeltilmiştir. Uşak Devlet Hastanesi'nden alınan 22.07.2003 tarihli sağlık kurulu raporu düzeltilmek istenen doğum tarihi İŞ KAZASI • BAKİYE ÖMÜR • MADDİ TAZMİNAT İLK PEŞİN DEĞER • MANEVİ TAZMİNAT KARAR1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalı A. Elektropanc Elektromekanik San. Müh. Taah. Ve Tic.A.Ş.'nin tüm; davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,2- Dava, geçird Kesinleşmeden icraya konulamayacak kararlar Taraflar arasındaki “şikayet” kanun yolundan dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 11.İcra Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 22.03.2013 gün ve 2013/294 E., 2013/251 K. sayılı kararın incelenmesi şikayetçiler vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 22.11. Yargıtay Yargıtay Karar Arama Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Arama Yargıtay Ceza Dairesi Kararları Arama Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır ? Yargıtay Daire Bilgileri İle Dosya Sorgulama Yargıtay Yerel Mahkeme Bilgileri İle Dosya Sorgulama Yargıtay Kanunu Yargıtay İş Bölümü Yargıtay Haberleri Karar Arama Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Yargıtay Ceza Dairesi Kararları BAM Kararları Danıştay Kararları Anayasa Mahkemesi Kararları Uyuşmazlık MAhkemesi Kararları Karar Arama Nasıl Yapılır? Emsal Karar ve Emsal Karar Arama Nedir? Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır? BAM Karar Arama Nasıl Yapılır? Danıştay Karar Arama Nasıl Yapılır? Anayasa Mahkemesi Karar Arama Nasıl Yapılır?