Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 1067 - Karar Yıl 2016 / Esas No : 1334 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiTaraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gaziantep 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 21.06.2012 gün ve 2011/194 E., 2012/415 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 23.09.2013 gün ve 2012/16061 E., 2013/14676 K. sayılı ilamıyla; "..Dava, haksız eyleme dayalı manevi tazminat davasıdır. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy.K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukuku'nun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır.Davaya konu edilen olayda; Gaziantep Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapan davacı, aynı üniversitede dekan ve bölüm başkanı olan davalıların görevini yaparken kusurlu ve haksız eylemleri nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğradığını belirterek uğradığı manevi zararın ödetilmesini istemiştir. Şu durumda, yerel mahkemece yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ve açıklamalar gözetilerek, davalılar hakkındaki davanın husumet yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, işin esası yönünden inceleme yapılarak yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir..." gerekçesiyle oybirliğiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARIHukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davranışları sonucu kişilere zarar vermesinden kaynaklanan ve zarar görenin kamu görevlileri aleyhine açtığı tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkilinin Gaziantep Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü’nde doçent olarak göreve başladığını ve profesör unvanını alması ile bölüm başkanlığına getirildiğini, müvekkili hakkında usulsüz müracaat ve şikayette bulunma, görevini işbirliği içerisinde yapmama fiilleri nedeni ile soruşturma açıldığını ve 08.10.2009 tarihinde uyarma cezası verildiğini, Gaziantep 1. İdare Mahkemesi’nce işlemin iptaline karar verildiğini, yine müvekkiline sağlık raporunu ibraz etmediği ve raporlu olduğu halde ek ders ücreti aldığı gerekçesi ile 12.11.2009 tarihinde kınama cezası verildiğini, bu cezanın da Gaziantep 2. İdare Mahkemesi’nce iptaline karar verildiğini, bölümde araştırma görevlisi olan İ....'ın şikayeti üzerine, iş arkadaşlarına ve iş sahiplerine söz ve hakaretle sataştığı gerekçesi ile yine müvekkiline kınama cezası verildiğini, Gaziantep 2. İdare Mahkemesi’nde davanın devam ettiğini, davalı İ....'ın kendisine hakaret ettiğini, bu konuda suç duyurusunda bulunduklarını ve yargılamanın halen Gaziantep 4. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2010/821 Esas sayılı dosyası ile devam ettiğini, müvekkilinin girdiği bazı derslerin kendisinden alındığını ve başka bir öğretim üyesine verildiğini, müvekkilinin derslerinin günün geç saatlerine konulduğunu, müvekkiline profesörlük unvanı verildiği gece ... tarafından üniversite üyelerine farklı isim ve rumuzlarla e-postalar gönderilip karalama kampanyası başlatıldığını, müvekkilinin profesörlüğünün engellenmeye çalışıldığını, müvekkilinin kanser hastası olmasına rağmen görevini aksatmadığını, ancak her okuldan ayrılışında davacı hakkında tutanak tutulduğunu ve soruşturma açıldığını, yapılan haksız soruşturmalarla müvekkilinin itibarının zedelenmeye çalışıldığını, davacıya karşı izlenen tavırların mobbing olduğunu belirterek 20.000,00-TL manevi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Davalı ... vekili, davacının çalışmadığı ve raporlu olduğu halde bölümden ek ders ücreti aldığını, bölüm başkanı olduğundan beri İ.... isimli araştırma görevlisiyle uğraştığını, aslında mobbinge maruz kalanın İ.... olduğunu, doktora yeterlilik sınavında jüriye hakaret ettiğini, davacının çağrıldığı akademik toplantılara katılmadığını, davacının tedavi görmesi nedeniyle az sayıda ders verildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, tanıkların davalılar tarafından hakaret içeren kelimeler kullanıldığını ispata yetecek görgüye dayalı somut bir olayı anlatamadığı, sadece davacıdan duyduklarını aktardıkları, davacıya gece derslerinden dolayı ödenen ücretin diğer görevlilerle eşdeğer olduğu, davacı hakkında yapılan disiplin soruşturmalarının kurumun iç meseleleri olup, davacının müracaatı üzerine ilgili mahkemelerce gerekli kararların verildiği, davacının rahatsız olduğu dönemlerde bir kısım derslere girmeyerek ders ücretleri aldığının tanık beyanı ve dava dilekçesi ile sabit olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Daire'ce yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle oybirliğiyle bozulmuştur.Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı vekili getirmiştir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davanın kamu görevlisinin hizmet kusurundan mı, yoksa kişisel kusurundan mı kaynaklandığı, burada varılacak sonuca göre; davalılara husumet yöneltilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.Öncelikle, Gaziantep Üniversitesi’nde çalışan ve kamu görevlisi olan davalıların eylemlerinden sorumluluğa ilişkin yasal düzenleme, kavram ve kurumlar irdelenmelidir: Kamu personelinin mali sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler öncelikle Anayasa olmak üzere ilgili kanunlarında yer almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesinin ek fıkrası (03/10/2001-4709 s.K./16. m.) uyarınca “…Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır” hükmünü içermektedir.İdareye karşı yargı yolunu düzenleyen “Yargı Yolu” başlıklı 125. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde: “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır”; son fıkrasında da “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” şeklindedir.Kamu görevlilerinin görev ve sorumluluklarını düzenleyen 129. maddesinin birinci fıkrasında: “Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler” Beşinci fıkrasındaki düzenleme ile de, “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir” hükümleri yer almaktadır. Anayasa’nın bu hükümleri ile amaçlanan, memur ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu davrandıklarından bahisle haklı ya da haksız olarak yargı mercileri önüne çıkarılmasını önlemek, kamu hizmetinin sekteye uğratılmadan yürütülmesini sağlamak ve aynı zamanda zarara uğrayan kişi yönünden de memur veya diğer kamu görevlisine oranla ödeme gücü daha yüksek olan devlet gibi bir sorumluyu muhatap kılarak kamu düzenini korumaktır. Bu anayasal hükümlere paralel düzenleme 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun, 12.05.1982 tarih ve 2670 sayılı Kanunun 6. maddesi ile değişik, 13. maddesinde yer almaktadır. Anılan Kanunun değişik birinci fıkrasında; “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır” hükmü öngörülmüştür. Görülmektedir ki, Anayasa'nın 40/3, 125/son ve 129/5. maddeleri ile uygulamanın çerçevesi net olarak çizilmiş; “memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, ancak rücu edilmek şartı ile idare aleyhine açılabileceği” açıkça ifade edilmiştir.Diğer taraftan uyuşmazlığın çözümünde Anayasa’nın 129/5. maddesinde yer alan “yetkilerini kullanırken işledikleri kusur” ifadesinden ne anlaşılması gerektiğinin belirlenmesi önem taşımaktadır ki, bu noktada “kusur” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır: Kusurun kanunlarımızda tanımı yapılmamıştır. Uygulama ve öğretide kabul görmüş tanıma göre kusur, hukuk düzenince kınanabilen davranıştır. Kınamanın nedeni, başka türlü davranma olanağı varken ve zorunlu iken, bu şekilde davranılmayarak, bu tarzdan sapılmış olmasıdır. Kısacası kusur, genel tanımıyla, hukuk düzeni tarafından bir davranış tarzının kınanması olup, bu kınama o davranışın belirli koşullar altında bireylerden beklenen ortalama hareket tarzından sapmış olmasından kaynaklanır. Yine öğreti ve uygulamadaki hakim görüşe göre, sorumluluk hukuku açısından kusurun, kast ve ihmal (taksir) olmak üzere ikiye ayrılacağı kabul edilmektedir. Bu bağlamda, kast hukuka aykırı sonucun bilerek ve isteyerek meydana getirilmesi; ihmal ise hukuka aykırı sonucu istememekle birlikte, böyle bir sonucun önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmaması ve gereken özenin gösterilmemesidir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.12.2003 gün ve 2003/11-756 E., 2003/743 K. sayılı kararı). İdare hukuku ilkeleri çerçevesinde olaya bakıldığında ise bir kamu görevlisinin görev sırasında, hizmet araçlarını kullanarak yaptığı eylem ve işlemlerine ilişkin kişisel kusurunun, kasti suç niteliği taşısa bile hizmet kusuru oluşturacağı ve bu nedenle açılacak davaların ancak idare aleyhine açılabileceği bilinen ilkelerindendir (Danıştay 10. Daire, 20.04.1989 gün ve 1988/1042 E.; 1989/857 K. sayılı kararı). Yeri gelmişken “yetkilerini kullanırken” ve “bu görevleri yerine getiren personel” kavramlarıyla amaçlanın ne olduğu üzerinde durulmalıdır: Devletin sorumluluğunun diğer bir şartı da zararın, memur ve diğer bir kamu görevlisi tarafından “görevini yerine getirirken” ve “görevle ilgili yetkilerini kullanırken” gerçekleştirilmiş olmasıdır. Şu halde “görevin ifası”, “yetkinin kullanılması” ile gerçekleşen zarar arasında işlevsel (görevsel) bir bağ bulunmalı; zarar kamu görevi (kamu yetkisi) yerine getirilirken, bu görev ve yetki nedeni ile doğmuş olmalıdır. Memur ve diğer resmi görevlilerinin kamu görevlisi sıfat ve kapasiteleri dışında özel bir kişi olarak, özel hukuk hükümlerine göre özel işlerini yaparken üçüncü kişilere verdikleri zarardan doğrudan doğruya kendileri sorumludur (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümleri, 10. Bası, İstanbul 2010, s. 590 vd.). Öte yandan, kamu görevlisinin, hizmet içinde veya hizmetle ilgili olmak üzere tutum ve davranışının suç oluşturması ya da hizmeti yürütürken ağır kusur işlemesi veya düşmanlık, siyasal kin gibi kötüniyetle bir kişiye zarar vermesi halinde dahi bu durum, aynı zamanda yönetimin gözetim ve iyi eleman seçme yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeniyle hizmet kusuru da sayılmalı ve bu nedenle açılacak dava idareye yöneltilmelidir. Tüm bu açıklamalar göstermektedir ki, kişilerin uğradığı zararla, zarara sebebiyet veren kamu personelinin yürüttüğü görev arasında herhangi bir ilişki kurulabiliyorsa, ortada görevle ilgili bir durum var demektir ve bu tür davranışlar kasten veya ihmalen işlenmesine bakılmaksızın, kamu personelinin hizmetten ayrılamayan kişisel kusurları olarak ortaya çıkmakta ve bu husus 657 sayılı Kanunun 13. maddesindeki “kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlar” ibaresinde ifadesini bulmaktadır. Diğer taraftan Anayasa’nın 129/5. maddesinde “kusur” şartından bahsedildiğine göre yetkisini kullanan memurun veya kamu görevlisinin işlediği eylemin kasten mi yoksa ihmalen mi gerçekleştirdiğine bakılmaksızın bu eylemlerinden doğan davaların ancak idare aleyhine açılması gerektiğinin kabulü zorunludur.Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Gaziantep Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü’nde profesör olarak çalışan davacının, aynı üniversitede dekan ve bölüm başkanı olan davalılar tarafından, usulsüz müracaat ve şikayette bulunma, görevini işbirliği içerisinde yapmama, sağlık raporunu ibraz etmeme ve raporlu olduğu halde ek ders ücreti alma fiilleri nedeni ile soruşturma açıldığını, girdiği bazı derslerin kendisinden alındığını ve başka bir hocaya verildiğini, derslerinin günün geç saatlerine konulduğunu ve profesörlüğünün engellenmeye çalışıldığını belirterek ve davalıları hasım göstererek eldeki tazminat davasını açtığı anlaşılmaktadır.Davacının bu iddiaları, içerikçe davalı kamu görevlilerinin görevleri sırasında ve yetkilerini kullanırken işledikleri bir kusura dayanmaktadır. Hal böyle olunca, davalıların görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlilerine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise, dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir.O halde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 440. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.11.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.