Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 20624 - Karar Yıl 2016 / Esas No : 5593 - Esas Yıl 2015





MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİDAVA :Davacı, başarı primi alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davacının davalı bankada 01.05.2000-30.11.2010 tarihleri arasında çalıştığını son olarak Yasal Takip Müdür Yardımcısı ünvanı ile görev yaptığını, iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini, davacının başarı primine hak kazanmasına rağmen ödenmediğini iddia ederek, bu alacağın tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. B) Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, bankada herhangi bir konuda başarı primi yapılabilmesi için ödüllendirme komitesinin bu konuda bir karar vermesi, yönetim kurulunun da bir karar alması gerektiğini, dava konusu primin bu süreçleri tamamlamadığını, davacı tarafından sunulan belgenin en az iki imza yetkilisi tarafından imzalanmış ve yönetim kurulunun onayından geçmesi gerektiğini savunarak, davanın reddini talep etmiştir. C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece yapılan yargılama sonunda alınan bilirkişi raporuna itibar edilerek, başarı priminin ödenmesine ilişkin alınmış bir yönetim kurulu kararı veya genel müdürlük makam onayının bulunmadığı, bu nedenle davacının alacağının ispat edilemediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. D) Temyiz: Kararı davacı vekili temyiz etmiştir. E) Gerekçe: Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacıya başarı primi ödeneceği hususunda yazılı iş sözleşmesi hükmü bulunmamasına rağmen, işyeri içi yazışması veya işyeri uygulaması ile bu ödemenin yapılacağı yönünde işveren tarafından taahhütte bulunulup bulunulmadığı ve bu beyana güven ile çalışan davacının anılan işçilik alacağına hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır. Öncelikle, taraflar arasındaki somut uyuşmazlığın çözümünde etkili olduğu düşünülen “güven ilkesi”, “güven kavramı” ve “güven sorumluluğu” hakkında açıklamalarda bulunulması yararlı görülmüştür. Hukukun evrensel ve genel ilkelerinden olan “dürüstlük ilkesi” (Türk Medeni Kanunu m.2), bazı alt ilkelerin doğmasına sebep olmuştur. Bu ilkelerden birisi “ahde vefa ilkesi”, bir diğeri de “güven ilkesi”dir. Yine dürüstlük ilkesini temel alan bir akım da, irade beyanlarının yorumunda ve dolayısıyla sözleşmelerin kurulup kurulmadığını tespitte “korunmaya layık haklı güveni” esas alan “güven ilkesi” dir. Bu güven ilkesi de, “hukuki görünüşe güvenin korunması” alt ilkesini doğurmuştur (Oğuztürk, Burcu (Kalkan): Güven Sorumluluğu, Vedat Kitapçılık, 1. Bası, İstanbul 2008, sahife 1). Güven kavramı, anlam itibariyle sadece, etik ve moral beklentilerin mevcut olduğu bir kavram değildir. O, aynı zamanda, toplum içerisindeki bireylerin iletişiminde çok ciddi rol oynayan ve bazı durumlarda eksik kalmış, tamamlanamamış ya da üstü kapalı olarak geçirilmiş, bazı irade beyanlarının yorumlanması vc tamamlanmasında önemli derecede etkisi olan psikolojik-sosyolojik bir kavramdır. Bilgilendirme gereksinimi içinde, güven kavramının, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamları da mevcuttur. Bir görüşe göre güven kavramı, toplum içerisinde, bir bireyin diğer bireylerle olan ilişkilerini tamamlayan; bu ilişkilerin yorumlanmasında kullanılan; ya da o bireyin geleceği ile ilgili olan olaylarda yol gösterici bir rol oynayan, tamamen insanın kendi iç dünyasıyla ilgili bir davranış, bir ruh hali, bir zihniyet, bir anlayıştır (Oğuztürk, Burcu(Kalkan): a.g.e., s.4). Güven kavramının temelinde; doğruluk, dürüstlük, açık sözlülük, içtenlik, gerçeklik, haklılık gibi anlamlar yatmakta; güven kavramının anlamı da sayılan bu ilkelere dayanmaktadır. Bu anlamda güven, iki taraflıdır. Bir birey, ya karşısındakine güvenir, ya da karşısındaki, o bireye güven verir. Bir kimsenin, çevresine verdiği güven, aynı derecede bir karşılık ve hukuki olarak korunma gerektirmektedir (Oğuztürk, Burcu (Kalkan): a.g.e., s.4). Özel bir ilişkiye girmiş taraflardan biri, hukuka ve güven ihlali söz konusu olduğunda da hukukun öngördüğü yaptırıma güvenerek karşı tarafa güvenmiştir. Karşı taraf omuzlarına da bu güvenden dolayı, doğru ve dürüst davranmak ve sadakatli olmak yükümlülüğü yüklenmiştir. Kendisine güvenilen taraf da yapmış olduğu kendi davranışları ile bu güven olgusunu meydana getirdiği için, güvenen tarafa kendisine neden güvendiği hususunda bir itiraz hakkı söz konusu olmayacağı öğretide ileri sürülmüştür (Oğuztürk, Burcu (Kalkan): a.g.e., s.9). Gerçekten de, her iki tarafın menfaatlerini korumak ve dengelemek için ileri sürülen güven ilkesine göre, bir irade beyanını anlamak ve değerlendirmek için, beyan muhatabınca bilinen ve bilinmesi gereken bütün hal ve şartları Medeni Kanun m.2’de düzenlenen dürüstlük ilkesi gereğince değerlendirmek gerekecektir. Böylece, beyana ne anlam verilmesi gerektiği ortaya çıkacaktır. Bu ilkeye göre, korunan karşı tarafın-beyan muhatabının- “haklı güven”idir. Beyan muhatabının gerekli dikkat ve özeni göstermeksizin, beyanı nasıl anladığına bakamayacaktır. Beyan muhatabı, kendisine ulaşan beyanı, dürüstlük ilkesi gereği, bildiği veya bilmesi gereken tüm unsurları dikkate alarak anlamalıdır. Yani, onun bu beyanı o şekilde anlaması MK. m.2 uyarınca haklı görünmelidir. İşte bu ilke, meydana gelen adaletsizliği ve taraflar arasında gerçekleşen sorunu çözmüş olmaktadır. Zira, güven ilkesi “karşılıklı birbirini gözetme” ve “bağlılık” esaslarına dayanmaktadır. Bu ilkeye göre, hem beyan sahibinin hem de beyan muhatabının menfaatleri dengede tutulmuş olmakladır. Bir yandan beyan muhatabının, dürüstlük kuralına (objektif iyiniyet) göre, bildiği ve bilebileceği bütün olguları değerlendirerek beyana vermesi gereken anlama olan haklı güveni korunmakta; diğer yandan ise, beyan sahibinin yaptığı beyanının, makul ve dürüst bir sözleşen insan tarafından anlaşılması olağan biçimde anlaşılacağına dair haklı güveni teminat altına alınmaktadır (Oğuztürk, Burcu (Kalkan): a.g.e., s.37-38). Güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için, bir kimsede hukuken korunmaya layık bir güvenin olması, bu güvene dayanılarak bir tasarruf işleminde bulunulması, tüm bunların da bir kişiye isnat edilebilmesi gerekir. Yukarıda güven sorumluluğuna ilişkin belirtilen genel şartlar, aynı zamanda Alman Hukukunda da aranmaktadır (Oğuztürk, Burcu (Kalkan): a.g.e., s. 128). Öte yandan, güven sorumluluğu kavramı, 90’lı yılların ortalarına doğru, İsviçre Federal Mahkemesi kararlarına da konu olacak şekilde uygulama içerisinde, ciddi biçimde ağırlığını göstermeye başlamış, bu kavramın hukuk biliminde yer almasını sağlamıştır (Oğuztürk, Burcu (Kalkan): a.g.e., s. 166). İsviçre Federal Mahkemesinin kararları ve İsviçre Hukuk uygulaması, özellikle, bir kimsenin, karşı tarafta oluşturduğu güveni daha sonraki davranışlarıyla hayal kırıklığına dönüştürmesini, yani söz konusu olan çelişkili davranışları korumadığı anlaşılmaktadır (Oğuztürk, Burcu (Kalkan): a. g.e., s. 193; Kararlar için bak. s. 184 vd.). Güven sorumluluğunun Türk Pozitif Hukuku’nda özel bir kanuni düzenlemesi bulunmamakla birlikte; Türk Hukuk Öğretisinde dürüstlük kuralından hareketle bir olayda güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için şu şartlar aranmaktadır: Olayda bir “güven” unsuru bulunmalı, zarar gerçekleşmeli, yaratılan hukuki görünüme güvenin pozitif olarak korunması anlamında geçerlilik sonucu bağlanmamak, zarar ile yaratılan hukuki görünüş arasında nedensellik bağı söz konusu olmalı, başka hukuki kuramların uygulama alanına giren herhangi bir durum söz konusu olmamalı, hukuki görünüşü yaratan kimse kusurlu olmalı, kişinin haklı güveni, yani olayda iyiniyeti bulunmalıdır (Oğuztürk, Burcu(Kalkan): a.g.e., s.268). Güven sorumluluğu olabilmesi için, BK. 36/2.maddesinde olduğu gibi, bir “hukuki görünüşe haklı güven olgusu-Rechtsscheinhaftung” söz konusu olmalıdır) Oğuztürk, Burcu (Kalkan): s.271). Belirtmek gerekir ki 4857 sayılı İş Kanunu'nun 2. maddesinde "İşyerinde işveren adına hareket eden ve işin ve işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan kimselere işveren vekili denir. İşveren vekilinin bu sıfatla işçilere karşı muamele ve yükümlülüklerinden doğrudan işveren sorumludur. Ayrıca, 6100 sayılı HMK.’un 199. Maddesi uyarınca “Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları bu Kanuna göre belgedir. Bu anlamda elektronik posta işyerinde iç yazışmalarda kullanılması ve çalışan ait olması halinde belgedir. Kısaca elektronik postanın gönderildiği kişi kesin bir şekilde belli ise bu elektronik posta delil olarak kabul edilmelidir. Dosya içeriğine göre işyerinde başarı prim uygulaması vardır ve bu işverenin kabulündedir. Davacı 2009 yılı için bu primin ödenmediğini belirterek, işverenden sadır 2009 yılı ödüllendirme belgesine, davacı ile davalı işyerinde işveren vekili konumunda olan Genel Müdür Yardımcısı arasındaki elektronik posta yazışmalarına dayanmıştır. Anılan belgede elektronik yazışma yapan işveren vekilinin imzası vardır. Elektronik postalarda prim alacak kişilerin bildirildiği, işveren vekilinin resmin ortaya çıkmasını beyan ettiği, CEO’nun değerlendirdiği, ancak % 20 olmasının olası görünmediğini, aciz vesikalı avukata % 20 verdiklerini, takımında aynı olmasının makul geldiğini beyan etmiştir. Ödüllendirme belgesinde ise 01.01.2010’a kadar 33 mYTL yi aşan tutarın % 20’si ilgili işkolunu takip eden ayın başında ödeneceği ve tutarın departman içindeki dağıtımının da CCO yetkisinde olduğu belirtilmiştir. Bu ödüllendirme belgesinde davacının da müdür olarak imzası vardır. Bu belge ve elektronik yazışmalara göre davacıya başarı primi verileceği yolunda bir güven verilmiştir. Belgede imzası bulunan ve davacı ile elektronik ortamda yazışmalar yapan Genel Müdür Yardımcısı, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2. Maddesi uyarınca işveren vekili olup, işlemleri işvereni bağlar. Mahkemece davacının prim alacağı ile ilgili mailde adı geçen diğer çalışanlara ödeme yapılıp yapılmadığı, yapılmamış ise nedenleri araştırılarak alınan bilirkişi ESAS NO : 2015/5593 hesap raporu bir değerlendirmeye tabi tutularak prim alacağı hakkında karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ve eksik inceleme ile sonuca gidilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir. F) SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 22.11.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.