MAHKEMESİ : İŞ MAHKEMESİDAVA : Davacı, ulusal bayram ve genel tatil ücreti ile fazla mesai ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir. Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş ise de; duruşma gününün taraflara tebliği için davetiyeye yapıştırılacak posta pulu bulunmadığından duruşma isteğinin reddine ve incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor sunuldu, dosya incelendi. gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirket bünyesinde toplam 22 yıl çalışmakla birlikte 15.11.1992 tarihinde davalı şirketin Diyarbakır şubesinde Mekanik Ekip Şefi sıfatıyla çalışmaya başladığını, 31.05.2012 tarihinde performans düşüklüğü iddiası ile iş akdinin haksız şekilde sona erdirildiğini, davacının hafta içi 5 gün boyunca 08.00-20.00 arası çalıştığını, ayrıca cumartesi günü 08.00-17.00 arasında fazla mesai yaptığını, çalıştığı 20 yıl boyunca her yıl 1 Ocak günü 10.00’dan 2 Ocak günü 02.00-04.00 saatlerine kadar sayım işlemleri ile uğraştığını, buna ilişkin fazla mesai çizelgelerinin de sunulacağını iddia ederek 100 TL ulusal bayram ve 10.000 TL fazla çalışma ücreti olmak üzere toplam 10.100 TL’nin yasal faizi ile tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.B) Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davacı işe iade talepli dava açtığından alacak davasının bekletici mesele yapılarak işe iade davasının neticesine göre karar verilmesini talep ettiklerini, geçmişe yönelik taleplerinin zamanaşımına uğradığını, fazla mesai ücreti talebinin 5 yıllık dava zamanaşımına tabi bulunduğunu, davacının iş akdini kendi isteği ile feshettiğini, davacının 31.05.2012 tarihinde imzaladığı ibraname ile işvereni ibra ettiğini, ibranamede fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmadığını, itirazı kayıtta bulunmaksızın işverence yatırılan parayı banka hesabından çektiğini, davacının kıdem, ihbar tazminatı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil, prim ve tüm yasal hak edişlerini alarak istifa ettiğini, davacının 10.000 TL fazla mesai alacağı olmadığını, 24 yıllık çalışması boyunca fazla mesai ücretleri ile ilgili herhangi bir itirazı olmaksızın ücretini banka hesabından çektiğini, fazla mesai ödemelerinin yapılmadığını iddia eden çalışanın bu iddiasını yazılı delil ile kanıtlaması gerektiğini, davacının 01.03.2011 tarihinde kadro değişimi sonrasında imzaladığı hizmet sözleşmesine göre fazla çalışma süresinin aylık ücrete dahil olduğunu, hafta tatili, ulusal bayram genel tatil, fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olduğunu, mekanik sorumlusunun sürekli fazla mesai yapılmasını gerektirecek bir görev olmadığını, dava dilekçesinde belirtilenin aksine davacının en son satış kadrosunda çalıştığını, satış olarak tabir edilen kadro ile çalışan personelin mesai mefhumu olmaksızın esnek mesai saatleri ile çalıştığını, ulusal bayram, resmi tatil ve Pazar günleri şubenin kapalı olduğunu, çalışma yapılmadığını, şirkette 7 gün çalışma olmadığını, davacı iddiasının hayatın olağan akışına ters olduğunu, satış elemanının maaş aldığını, ayrıca sattığı otomobil üzerinden prim aldığını, bu nedenle hedefin tutması ve daha fazla kazanç sağlamak için kendi inisiyatifi ile çalışma süresini artırmakta olduğunu, fazla mesai ücretinin ödendiğinin bordrolarında belli olduğunu, işyerinde mesainin günde 8,5 saat, haftada 42,5 saat olduğunu, mesainin 08.30 başladığını, 18.00 sona erdiğini, müvekkili şirkette dini ve ulusal bayramlarda, genel tatil günlerinde kesinlikle çalışma yapılmadığını, davacının bu güne kadar alamadığı fazla mesai ücreti olduğu yönünde davadan önce bir müracaatının olmadığını, davacının kendi ihtiyariyle ibranameyi itirazı kayıtsız imzaladığını, 5 yıl boyunca davacının sürekli fazla mesai yapmış olmasının imkansız olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiştir.C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:Mahkemece, davacının 01.11.1992-31.05.2012 tarihleri arasında brüt 4,187,88 TL ücretle davalı işveren nezdinde çalıştığı ve 19 yıl 7 ay hizmetinin olduğu, fazla çalışma iddiasının işçi, ücretin ödendiği yolundaki karşı iddianın da işveren tarafından ispatlanması gerektiği, ayrıca işin fazla çalışmaya elverişli olması da gerektiği, tanıkların davacının fazla çalışma yaptığını beyan ettikleri, davacının haftanın 5 günü 3 saat, cumartesi günleri de 0,5 saat fazla çalışmasının olduğu, 01/03/2011 tarihli iş sözleşmesi gereği aylık ücretin içinde olduğu belirlenen yıllık 270 saat fazla çalışma süresinin mahsup edilmesi gerektiği, 1-2 Ocak tarihlerinde sayım nedeniyle 13 saat fazla çalışma yaptığı kanaatine varıldığı, davalı işverenin ise yazılı belge ile fazla çalışma ücreti ödendiğini ispatlayamadığı, davacının bilirkişinin hesapladığı fazla çalışma ücretine hak kazandığı, davalı tarafın dava dilekçesine karşı ileri sürdüğü zaman aşımı definin dikkate alındığı ancak ıslah dilekçesine karşı yaptığı zamanaşımı defi süresinde olmadığından dikkate alınmadığı, ayrıca ibranamede miktarlar belirtilmediğinden, ibranamenin de dikkate alınmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.D) Temyiz:Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.E) Gerekçe:Taraflar arasında düzenlenen ibranamenin geçerliliği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Türk Hukukunda ibra sözleşmesi 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olup, kabul edilen Yasanın 132 inci maddesinde “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” şeklinde kurala yer verilmiştir. İş ilişkisinde borcun ibra yoluyla sona ermesi ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420 inci maddesinde öngörülmüştür. Sözü edilen hükme göre, işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması gerekir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420 inci maddesinde, iş sözleşmesinin sona ermesinden itibaren bir ay içinde yapılan ibra sözleşmelerine geçerlilik tanınmayacağı bildirilmiştir. Aynı maddede, alacağın bir kısmının ödenmesi şartına bağlı ibra sözleşmelerinin (ivazlı ibra), ancak ödemenin banka kanalıyla yapılmış olması halinde geçerli olacağı öngörülmüştür. 4857 sayılı İş Kanununun 19 uncu maddesinde, feshe itiraz bakımından bir aylık hak düşürücü süre öngörülmüş olmakla, feshi izleyen bir ay içinde işçinin işe iade davası açma hakkı bulunmaktadır. Bu noktada feshi izleyen bir aylık süre, işçinin eski işine dönüp dönmeyeceğinin tespiti bakımından önemlidir. O halde feshi izleyen bir aylık sürede işverenin olası baskılarını azaltmak, iş güvencesinin sağlanması için de gereklidir. Geçerli ve haklı neden iddialarına dayanan fesihlerde dahi ibraname düzenlenmesi için feshi izleyen bir aylık sürenin beklenmesi gerekir. Bir aylık bekleme süresi kısmi ibra açısından işçinin bir kısım işçilik alacaklarının ödenmesinin bir ay süreyle gecikmesi anlamına gelse de temelde işçi yararına bir durumdur. Hemen belirtelim ki bir aylık bekleme süresi ibra sözleşmelerinin düzenlenme zamanı ile ilgili olup ifayı ilgilendiren bir durum değildir. Başka bir anlatımla işçinin fesih ile muaccel hale gelen kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve izin ücreti gibi haklarının ödeme tarihi bir ay süreyle ertelenmiş değildir.6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun değinilen maddesinde, işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi, ibranamenin geçerliliği noktasında sonuca etkilidir. Ancak banka dışı yollarla yapılan ödemelerde de borç ibra yerine tamamen veya kısmen ifa yoluyla sona ermiş olur. Sözü edilen yasal düzenleme, sadece işçinin alacaklı olduğu durumlar için işçi yararına kısıtlamalar öngörmektedir. İşverenin cezai şart ve eğitim gideri talep ettiği yine işçinin vermiş olduğu zararın tazminine dair uygulamalarda ve hatta sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde işçinin işverene borçlu olduğu durumlarda, taraflar, herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın işçinin borçlarını ibra yoluyla sona erdirebilirler.Değinilen maddenin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri tazminat ve alacaklar dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün haklar yönünden uygulanır.6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenen ibra sözleşmeleri için yasal koşulların varlığı aranmalıdır. Ancak 6098 sayılı Borçlar Kanununun yürürlükte olmadığı dönemde imzalanan ibranamenin geçerliliği sorunu, Dairemizin konuyla ilgili ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. İbranamenin feshi izleyen bir aylık süre içinde düzenlenmesi ve ödemelerin banka kanalıyla yapılmamış oluşu 01.07.2012 tarihinden önce düzenlenen ibra sözleşmeleri için geçersizlik sonucu doğurmaz. İşçi ve işveren arasında işverenin borçlarının sona erdirilmesine yönelik olarak Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğü öncesinde yapılan ibra sözleşmeleri yönünden geçersizlik sorunu aşağıdaki ilkeler dahilinde değerlendirilmelidir: a)-Dairemizin kökleşmiş içtihatları çerçevesinde, iş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkün olup, Dairemizin kararlılık kazanmış uygulaması bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 15.10.2010 gün, 2008/41165 E, 2010/29240 K.).b)-İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez (Yargıtay 9.HD. 5.11.2010 gün, 2008/37441 E, 2010/31943 K).c)-İbranamenin geçerli olup olmadığı 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanununun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri yönünden de değerlendirilmelidir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın veya üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması halinde, ibra iradesinden söz edilemez. Öte yandan 818 sayılı Borçlar Kanununun 21 inci maddesinde sözü edilen aşırı yararlanma (gabin) ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir. İbranamedeki irade fesadı hallerinin, 818 sayılı Borçlar Kanununun 31 inci maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmesi gerekir (Yargıtay 9.HD. 26.10.2010 gün, 2009/27121 E, 2010/30468 K). Ancak, işe girerken alınan matbu nitelikteki ibranameler bakımından iş ilişkisinin devam ettiği süre içinde bir yıllık süre işlemez. d)-İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi mümkün değildir. Bu nedenle, işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir (Yargıtay 9.HD. 4.11.2010 gün 2008/37372 E, 2010/31566 K). e)-Miktar içeren ibra sözleşmelerinde ise, alacağın tamamen ödenmiş olması durumunda borç ifa yoluyla sona ermiş olur. Buna karşın kısmi ödeme hallerinde, Dairemizin kökleşmiş içtihatlarında ibraya değer verilmemekte ve yapılan ödemenin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir (Yargıtay 9.HD 21.10.2010 gün 2008/40992 E, 2010/39123 K.). Miktar içeren ibranamenin çalışırken alınmış olması makbuz etkisini ortadan kaldırmaz (Yargıtay 9.HD. 24.6.2010 gün 2008/33748 E, 2010/20389 K.). f)-Miktar içermeyen ibra sözleşmelerinde ise, geçerlilik sorunu titizlikle ele alınmalıdır. İrade fesadı denetimi yapılmalı ve somut olayın özelliklerine göre ibranamenin geçerliliği konusunda çözümler aranmalıdır (Yargıtay 9.HD. 27.06.2008 gün 2007/23861 E, 2008/17735 K.). Fesihten sonra düzenlenen ve alacak kalemlerinin tek tek sayıldığı ibranamede, irade fesadı haller ileri sürülüp kanıtlanmadığı sürece ibra iradesi geçerli sayılmalıdır (Yargıtay HGK. 21.10.2009 gün, 2009/396 E, 2009/441 K). g)-Yine, işçinin ibranamede yasal haklarını saklı tuttuğuna dair ihtirazi kayda yer vermesi ibra iradesinin bulunmadığını gösterir (Yargıtay 9.HD. 4.11.2010 gün 2008/40032 E, 2010/31666 K).h)-İbranamede yer almayan işçilik alacakları bakımından, borcun sona erdiği söylenemez. İbranamede yer alan işçilik alacaklarının bir kısmı yönünden savunma ile çelişkinin varlığı ibranameyi bütünüyle geçersiz kılmaz. Savunma ile çelişmeyen kısımlar yönünden ibra iradesine değer verilmelidir (Yargıtay 9.HD. 24.6.2010 gün, 2008/33597 E, 2010/20380 K). Başka bir anlatımla, bu gibi durumlarda ibranamenin bölünebilir etkisinden söz edilebilir. Bir ibraname bazı alacaklar bakımından makbuz hükmünde sayılırken, bazı işçilik hak ve alacakları bakımından ise çelişki sebebiyle geçersizlikten söz edilebilir. Aynı ibranamede çelişki bulunmayan ve miktar içermeyen kalemler bakımından ise borç ibra yoluyla sona ermiş sayılabilir. İbraname savunması, hakkı ortadan kaldırabilecek itiraz niteliğinde olmakla yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir (Yargıtay HGK. 27.1.2010 gün 2009/9-586 E, 2010/31 K. ; Yargıtay 9.HD. 13.7.2010 gün, 2008/33764 E, 2010/23201 K.).Somut olayda;Dosyada bulunan 31.05.2012 tarihli ibranamede davacı fazla çalışma ve genel tatil ücretlerini aldığını beyan ederek işvereni ibra etmiştir. İbraname davalı tarafın savunması ile de çelişmediği gibi irade fesadıda iddia ve ispat edilemediğinden davacının fazla çalışma ve ulusal bayram genel tatil ücreti taleplerinin reddi gerekirken kabulü bozmayı gerektirmiştir. F) Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 13/05/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.