Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 9941 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 19085 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ : Beykoz 2. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 16/11/2011NUMARASI : 2011/354-2011/356S. E. ve müşterekleri ile Hazine, K.. K.., Vakıflar Genel Müdürlüğü ve V.. K.. ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair Beykoz 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 16.11.2011 gün ve 354/356 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacılar Şadiye Erden ve müşterekleri vekili ile M.. Ö.. ve müşterekleri vekili taraflarından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:K A R A R Davacılar vekili, dava konusu 247 ada 27 parselin, 02.07.1958 tarihinde kadastro yoluyla 24/720 hissesinin yani oğlu Panayot, 24/720 hissesinin yani kızı Paraşkevi, 24/720 hissesinin yani kızı Elenko, 24/720 hissesinin Panayot oğlu yani, 18/720 hissesinin Leonidi oğlu Dimitri, 6/720 hissesinin Dimitri kızı Nikodora, 8/720 hissesinin Nikoli kızı Leonora, 42/720 hissesinin Yani kızı Eleni, 42/720 hissesinin,Yani oğlu Vasil adlarına tespit ve tescil edildiğini, taşınmazın ifraz neticesinde 247 ada 27/A parsel, 247 ada 29 parsel, 247 ada 31 parsel, 247 ada 32 parsellerin oluştuğunu, kadastro sırasında A.. Ş.. adına 24/720, M.. Ö.. adına 13/720 hissesinin, bir kısım müvekkillerinin murisi Dursun oğlu Ahmet Özdemir adına da 21/720 hisse tescil edildiğini, ayrıca müvekkillerinden M.. Ö.. 04/01/1tarihinde 8/720 hisse, Ş.. Ö..'de 16/12/1986 tarihinde 252/3600 hisseyi satın almak suretiyle adına tescil edildiğini, 60 yıldan fazla süredir taşınmazların davalılar tarafından kullanılmadığını, davalılardan Vasil Koti’nin 1928 yılında diğer kayıt maliklerinin de uzun yıllar önce öldüğünü açıklayarak davalılar adlarına kayıtlı payların TMK'nun 713/2. maddesi gereğince iptaliyle vekil edenleri adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalılar Elizabeth Sofiyadis ve K.. K.. vekili cevap dilekçesinde, dava konusu taşınmazla ilgili olarak Beykoz Sulh Hukuk Mahkemesinin 1994/546 Esas ve 1994/547 Esas sayılı dosyasında ortaklığın giderilmesi davasının sürdüğünü, açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.Davalı Hazine vekili, Vakıflar İdaresi vekili ile davalı K.. K.. vekili,koşulları oluşmayan davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır.Mahkemece, davacılar vekilinin TMK 713/2 maddesi uyarınca ve maliki 20 yıl önce ölmüşse hukuki sebebine dayanarak davacılar adına tescilini istediği, davacıların zilyetliklerinin 20 yıldır devam etmediği, davalıların dava konusu yerle olan tüm bağlarını devam ettirdikleri, davacıların kanunun aradığı anlamda kesintisiz ve malik sıfatıyla bir zilyetliğin bulunmadığı anlaşıldığından davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacılar vekilleri ayrı ayrı temyiz edilmiştir.Dava dilekçesindeki açıklamalar ve dosya kapsamına göre dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “maliki 20 yıl önce ölmüş...” hukuki sebebine dayalı olarak tapunun hukuki değerini yitirdiği gerekçesiyle açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece kazanma koşulları oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de yapılan araştırma ve inceleme karar vermeye yeterli değildir.TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “...ölmüş...” ibaresinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle mahkeme kararının irdelenmesi gerekmektedir.Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada Yerel Mahkeme'nin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.Davaya dayanak oluşturan TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesi'nin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.3.2011 tarihinde karar verilmiştir.” Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesi'nin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararları, İdari Yargı'da verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargı'daki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısı'ndaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir. Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir. Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır. Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.Anayasa Mahkemesi'nin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devleti'nin gereği olduğunu” vurgulamaktadır. Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazete'de yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir. Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir. Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir. Aynı maddenin 2.fıkrasında ise;“aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü gibi TMK'nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur. TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir. İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesi'nce yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir. TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.3.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesi'nin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir.Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.Bilindiği üzere, bir davanın görülebilmesi için öncelikle davada taraf teşkilinin sağlanması gereklidir. Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz olarak toplanıp tartışılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden haberdar edilmesi ile mümkün olur. HUMK'nun 73. maddesinde; “Kanun'un gösterdiği istisnalar haricinde Hakim her iki tarafı istima veyahut iddia ve müdafaalarını beyan etmeleri için kanuni şekillere tevfikan davet etmedikçe hükmünü veremez” denilmektedir. Madde metninde açıkça görüldüğü üzere taraflar, yöntemine uygun bir biçimde davet edilmedikçe mahkemece karar verilemez. Aynı durum, HMK'nun 27. maddesinde de; “Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi haklarıyla bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler” amir hükmüne yer verilmiştir. Söz konusu maddede yer alan “ hukuki dinlenilme hakkı” tabiri ile HMK'nun 27. (HUMK. m.73) maddesindeki durum ifade edilmiştir. Bu hak, Anayasa’nın 36. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. Bu hak, iddia ve savunma hakkı olarak da bilinse, iddia ve savunma hakkından daha geniş ve daha üst bir kavram olarak nitelendirilmektedir. Somut olayda, Mahkemece davanın reddine karar verilmiş ise de, yargılama sırasında payı iptale konu pay maliklerine herhangi bir şekilde ve yolla tebligat yapılmamış ve taraf teşkili sağlanamamıştır. Böylece, davada taraf sıfatı ile savunma hakkı tanınmamış ve daha ötesi savunma hakkı kısıtlanmıştır.Saptanan bu somut ve hukuki olgulardan da anlaşılacağı üzere, davada taraf teşkili sağlanmadan işin esası hakkında hüküm kurulamaz (HGK'nun 22.02.2012 tarih, 2011/8-763 Esas, 2012/85 Karar sayılı kararı).TMK'nun 713/2.maddesinde belirtilen hukuki sebeplerden birine dayanılarak açılan davalarda, bu tür davaların niteliği ve özelliği gereği husumetin yargılama sırasında tamamlanması mümkün ise de kayıt malikine K.. K.. atanmak suretiyle davanın yürütülmesi olanaklı değildir. Mahkemece, bu eksiklik yargılama sırasında yerine getirilmemiş ve davada taraf teşkili sağlanamamıştır. Öyleyse mahkemece yapılacak iş; davaya konu pay maliklerinin sağ olup olmadığının veya vefat edip etmediğinin araştırılması, sağ olduğunun tespit edilmesi halinde kendisine usulüne uygun bir biçimde tebligat yapılması; ölü olduğunun belirlenmesi halinde ise, var ise mirasçılarının kesin bir biçimde saptanabilmesi için kayıt maliklerini hasımlı (hasım Hazine olmak üzere) mirasçılık belgesinin alınıp dosyaya konulması için davacı tarafa süre ve imkan tanınması, mirasçılık belgesine göre belirlenecek gerçek mirasçıların davaya dahil edilmelerinin sağlanarak davaya devam edilmesi, tebligatlar yönünden 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerinin göz önünde tutulması, vefat etmiş iseler gerçek mirasçılarına tebliğ ettirilmesi, bu yolla taraf teşkili sağlanamadığı takdirde ilanen tebliğ yolunun düşünülmesi, kayıt malikinin mirasçısının olmadığı ve mirasının TMK’nun 501.maddesi uyarınca son mirasçı sıfatı ile Devlet’e kaldığının belirlenmesi halinde Hazine'ye ait taşınmazların zilyetlikle edinilemeyeceğinin gözetilmesi, taraf teşkili bu şekilde doğru olarak sağlandıktan sonra, davada, kazanmayı sağlayan zilyetliğe dayanıldığından kazanmayı sağlayan zilyetliğin kanıtlanması, maddi olaylardan sayılan zilyetliğin her türlü delille kanıtlanması mümkün bulunduğundan davacıların tanık listesinde bildirdiği tanıkların HUMK'nun 258 ve 259.maddeleri (6100 sayılı HMK.nun 243 ve 244. m.) hükmü uyarınca keşif yerinde hazır bulunmak üzere davetiye ile çağrılmak suretiyle taşınmaz başında yapılacak keşifte dinlenilmeleri, eldeki dosyadan tefrik edilerek ayrı esas kaydedilen Vasil Koti payına ilişkin dava dosyasının eldeki dava bakımından göz önünde bulundurulması, taşınmazın Vakıf arazisi olup olmadığının belirlenmesi bakımından söz konusu Vakfa ilişkin vakfiye ile diğer tüm kayıt ve belgelerin eksiksiz olarak getirtilmesi ondan sonra iddia ve savunma doğrultusunda tüm taraf delillerinin toplanarak birlikte değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken taraf teşkili sağlanmadan eksik araştırma ve incelemeye dayalı olarak yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur. Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 21,15 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden Şadiye'ye iadesine, 24,30 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden Mahmut ve müştereklerine iadesine, 20.05.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.