Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 9567 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 22818 - Esas Yıl 2014





Asliye Hukuk MahkemesiDAVA TÜRÜ : Katılma alacağı.... ile ..... aralarındaki katılma alacağı davasının kısmen kabulüne ve kismen reddine dair Hukuk Mahkemesi'nden verilen 15.05.2014 gün ve 499/347 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili, duruşmasız olarak davacı vekili taraflarından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 28.04.2015 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü taraflardan kimse gelmediğinden incelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildi. Temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü: KARARDavacı ... vekili, evlilik içinde 04.01.2001 tarihinde arsa olarak alınıp üzerine 01.01.2002 tarihinden sonra ev inşa edilen 700 ada 24 parselle ilgili davacının çalışarak elde ettiği gelirle katkısından dolayı ev ve parsel üzerindeki ağaçlarda katkı payı alacağı bulunduğunu açıklayarak mal rejiminin tasfiyesine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 10.000 TL. katılma alacağının dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, yargılama sırasında verilen süre üzerine 85.276,80 TL üzerinden harç tamamlanarak yargılamaya devam edilmiştir.Davalı ... vekili, öncelikle tebligatın usulsüz olduğunu ileri sürmüş, sonrasında davacının gerek arsa gerek ev için katkısı olmadığını açıklayarak davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davanın kısmen kabul kısmen reddine, davacının dava konusu ... İli ... İlçesi ... mahallesi 700 ada 24 parsel sayılı taşınmazdaki arsaya yönelik talebinin reddine, davacının aynı taşınmaz üzerindeki ev ve ağaçlara yönelik talebinin kısmen kabulü ile 29.026,25 TL katılma alacağının TMK'nın 239. maddesi uyarınca karar tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmesi üzerine hüküm, davacı vekili ile davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Taraflar 16.10.1996 tarihinde evlenmiş, 20.05.2011 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 19.09.2013 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Eşler arasındaki mal rejimi TMK'nun 225/son maddesi gereğince boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiştir. Bu durum karşısında, eşler başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerinden evlilik tarihinden, 4721 sayılı Yasa'nın yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar 743 sayılı TKM'nin 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı ve bu tarihten boşanma davasının açıldığı tarihe kadar ise 4722 sayılı Kanun'un 10. maddesi gereğince, TMK'nun 202. maddesine göre edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. Davada, dava dilekçesinin usule aykırı şekilde davalıya tebliğ edildiğine yönelik itiraz dikkate alınarak öncelikle bu durumun açıklığa kavuşturulması gerekir.Davalının dava dilekçesindeki adresi "... mahallesi ... sokak No:... .... " olarak gösterilmiş, mernis adresinin de aynı adres olduğu belirlenen davalıya dava dilekçesinin tebliği için "mernis adresi olduğu" da belirtilerek tebligat çıkartılmış, davalının sürekli taşındığına ilişkin şerh verilerek bu adreste 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 21/2.maddesine göre 12.10.2012 tarihinde tebliğ yapılmıştır. 15.01.2013 tarihli ön inceleme duruşmasında davalı yer almamış, bilahare yapılan zabıta araştırmasında bu adresin davalının adresi görünmekle birlikte, davalının bu adreste oturmadığının "... köyü No:... ... ..." adresinde ikamet ettiğinin belirlenmesi üzerine, gerek dava dilekçesindeki gerek zabıta marifeti ile belirlenen bu adreslere HMK 147/2 şerhli davetiye ile ekinde ön inceleme duruşma zabtının tebliğine karar verilmiştir. Davalı vekili tarafından dava ile ilgili dava dilekçesinin usulsüz tebliğ edildiği ileri sürülerek 25.02.2013 tarihinde cevap dilekçesi ve ekinde dava ile ilgili delilleri bildirilmiş ise de Mahkeme tarafından 16.04.2013 tarihli duruşmada, davalıya yapılan tebliğin geçerli olduğu açıklanarak davalı vekilinin itirazı reddedilmiş, cevap dilekçesi kabul edilmemiştir.2709 Sayılı 1982 Anayasası'nın Hak Arama Hürriyeti başlıklı 36.maddesinde ''Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.'' denilmiştir.11.01.2011 tarihinde 6099 Sayılı Kanunun 3.maddesiyle 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 10.maddesine eklenen 2.fıkraya göre ; ''Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır.''. Tebligat Kanunu'nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin bilinen adreste tebligat başlıklı 16/2.maddesinde ''Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır.'' denilmiştir. 6099 Sayılı Kanunun genel gerekçesinde ''... Uygulamada yaşanan sorunları önlemek üzere tasarıda yer verilen en önemli değişiklik, 25/04/2006 tarihli ve 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nda kabul edilen adres kayıt sisteminin Tebligat Kanunu'na intibakının sağlanmasıdır. Hatta bu yolla, bazen on-onbeş tebligatla dahi sonuç elde edilemeyen durumlarda (ilanen tebligatın gerektirdiği istisnai haller hariç), en fazla iki veya üç tebligatla sorun çözülebilecektir.'' denilmiştir. Tebligat Kanunu'nun 10.maddesine eklenen ikinci fıkrasında gerçek kişilere yapılacak tebligatla ilgili olarak iki aşamalı bir yol benimsenmiştir. Muhatabın adresi davacı tarafından bildirilecek ve normal tebligat çıkarılacaktır. Bildirilen adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi veya başka bir adresi olması arasında fark bulunmamaktadır. Bildirilen adrese çıkarılan tebligatın bila tebliğ iade edilmesi halinde, muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine Tebligat Kanunu'nun 21/2. Maddesine göre tebliğat çıkarılacaktır. Tebligat Kanunu'nun 10/2 ve 21/2.maddelerini farklı şekilde yorumlayarak muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine başka adresi bilinmiyor diyerek doğrudan doğruya 21/2.maddesine göre tebligat çıkartılması doğru olmaz. Bu davranış Anayasanın 36.maddesine aykırı olur ve muhatabın savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelir. Tebligat Kanunu'nun 21/2. maddesi aynı zamanda özünde cezalandırmayı da amaçlayan bir düzenleme içermektedir. Yasa koyucu 5490 Sayılı Kanuna göre doğru adresini zamanında nüfus müdürlüğüne bildirmeyen vatandaşı cezalandırmak amacını gütmüştür. Tebligat Yasası'nın dar yorumlanması geçerli bir mazereti nedeniyle yeni adresini zamanında nüfus müdürlüğüne bildiremeyen veya önemli bir mazereti nedeniyle (yatarak hastahanede tedavi gören hasta gibi) bir kaç aylığına adresinden ayrılmak zorunda kalan vatandaşın cezalandırılmasına neden olur. Yasanın yorumunda yardımcı kaynak olan madde gerekçelerini dikkate almak gerekir. Tebligat Kanunu'nda değişiklik yapılan madde gerekçelerinden açıkça anlaşılacağı üzere iki veya üç tebligatla sorun çözülmek istenmiştir. Hem yasa metninde, hem yasanın uygulanmasını gösteren yönetmelikte ve hem de madde gerekçesinde muhatabın sadece adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresinin bilinen adres olarak bildirilmesi halinde doğrudan doğruya T.K 21/2'ye göre tebligat yapılacağı açıklamasına yer verilmemiş, bilakis bildirilen adrese tebligat yapılamaması halinde 21/2'ye göre tebligat yapılacağı önemle vurgulanmıştır. Adres kayıt sistemindeki adres, tebligat yapılamayacağı açıkça anlaşılan bir adres olmadığı için, öncelikle, normal bir tebligat çıkartılarak Tebligat Kanunu'nun 21/1.maddesinde ve Tebligat Yönetmeliği'nin 30.maddesinde muhatap lehine olan araştırmaların yapılarak tebligatın kendisine ulaşması ve bilgilendirme işleminin yerine getirilmesi gerekir. Tebligatın anlamı bildirimdir. Tebligatın yazılı bildirim ve belgelendirme olmak üzere iki ana unsuru vardır. Tebligat savunma hakkı ile sıkı sıkıya bağlıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 30.12.2009 tarihli 2009/12-563 E.-2009/600 K. sayılı kararında da bu husus açıkça vurgulanmaktadır. Diğer yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 27. maddesinde yer bulan “Hukuki Dinlenilme Hakkı” gereğince davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hakkın yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Anayasa'nın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir. Bu hak çerçevesinde, tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Bu kapsamda hukuki dinlenilme hakkı, bilgilenme/ bilgilendirme, açıklama yapma, yargı organlarınca dikkate alınma ve kararların gerekçeli olması gibi hususları içerdiği açıktır. Bilgilenme hakkı, yargılamanın içeriğine dair tam bir bilgi sahibi olmanın yanında gerek karşı tarafın gerekse de yargı organlarının dosya içeriğine yapmış oldukları işlemleri öğrenmelerini kapsar. Bilgilenme/ bilgilendirme hakkının etkin biçimde kullanılabilmesi için gönderilecek tebligat ve davetiyelerde kanunda öngörülmüş şekil şartlarına sıkı sıkıya uyulması gerekmektedir. Ayrıca bu hak sadece davanın başındaki iddia ve savunmalar açısından değil yargılamanın her aşamasında dikkate alınmalıdır. Bu kapsamda devam eden bir yargılamada, tarafların açıklamaları için bilgilendirme yeterli olmayıp yargılamada yer alan diğer kişilerin ( tanık, bilirkişi gibi) açıklamaları açısından da önemlidir. Bilgilenme hakkının usulüne uygun kullanımı ile tarafların haklarında öğrendikleri isnat ve iddialara karşı beyanda bulunabilme, davaya yönelik bilgi ve belge verebilme yani açıklama yapma hakkı da hukuki güvenceye bağlanmaktadır. Böylece davanın her iki tarafına eşit şekilde açıklama yapma hakkı tanınması ile adaletin görünür kılınması sağlanacaktır. Açıklamada bulunma hakkı, tarafların, yazılı veya sözlü şekilde iddia ve savunmalara karşı itirazda bulunabilme, davaya ilişkin beyanda bulunmalarını sağlar.Somut olayda, dava dilekçesinin 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 10/2.maddesi gözardı edilerek davalıya önceden hiçbir tebligat çıkarılmadan ve yasal şartları oluşmadan doğrudan doğruya mernis adresi olduğu da belirtilmek suretiyle tebliğe çıkartıldığı ve bu tebligatın yukarıda anlatılan nedenlerle usule aykırı bir tebligat olduğu görülmektedir. Usule aykırı tebliğin hükmü ise 7201 Sayılı Tebligat Kanunu'nun 32.maddesinde ve Tebligat Yönetmeliği'nin 53.maddesinde düzenlenmiş; tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatap tebliğe muttali olmuş ise geçerli sayılıp, muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği belirtilmiştir. O halde mahkemece, dava dilekçesinin davalıya tebliğinin usulsüz olduğuna karar verilerek, davalı vekilinin cevap dilekçesi ve ekinde bildirdiği delillerinin dikkate alınması, tarafların tüm delilleri birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, bu husus gözardı edilerek davalıya yapılan tebliğin usule uygun olduğundan hareketle, cevap ve delil dilekçesinin kabul edilmemesi, bu suretle davalının hak arama özgürlüğü kapsamında savunma, usulüne uygun şekilde bilgilendirilme ve açıklama yapma hakkı ihlal edilerek gösterilen deliller toplanmaksızın ve özellikle davalıya tanıklarının isim ve adres bilgilerini sunması için yeterli süre tanınmaksızın karar verilerek davalının hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilmesi doğru olmamıştır.Açıklanan nedenle davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile usul ve yasaya aykırı olan Yerel Mahkeme kararının 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin esasa yönelen sair temyiz itirazları ile davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, taraflarca HUMK'nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 25,20 TL peşin harcın istek halinde davacıya, 495,70 TL harcın da davalıya iadesine 28.04.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.