Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 8798 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 14728 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ : İskenderun 2. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 23/02/2010NUMARASI : 2008/229-2010/60S.. O.. ile Hazine aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair İskenderun 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 23.02.2010 gün ve 229/60 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı S.. O.. vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü: KARARDavacı vekili dava dilekçesinde; 150 m2 yüzölçümlü 421 sayılı parselin daha önceleri F. O.’un kocası tarafından, daha sonra da F. O. tarafından yaklaşık 70 yılı aşkın bir süreden beri aralıksız çekişmesiz malik sıfatıyla kullandıklarını, F. O.’un 23.01.2005 tarihinde vefat ettiğini, geriye mirasçıları olarak davacılar ile dahili davalıları bıraktığını, 421 sayılı parselin tapuda kayıt maliki olarak görülen İstilyan Filbo veresesi isimli kişiyi tanıyan olmadığı gibi, mirasçılarının olup olmadığının dahi bilinmediğini, davacılar yararına olağanüstü kazanma yoluyla taşınmaz edinme koşullarının gerçekleştiğini açıklayarak taşınmazın tapu kaydının iptali ile F. O. murisleri (mirasçıları) adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalı Hazine vekili 10.09.2008 tarihli cevap dilekçesinde, dava konusu taşınmazın kayyımlık ile idare edildiğini, İstilyan Filbo vereselerine ait olduğunu, kayıt maliki ölmüş ve hiçbir mirasçı bırakmamış ise son mirasçısının Hazine olması gerektiğini belirterek haksız ve yersiz açılan davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.Davacı gerçek şahıslar ile davalı gerçek şahısların ortak miras bırakan F. O. mirasçıları olduğu belirlenmiştir. Mahkemece, “..taşınmazın İstilyan Filbo veresesi adına kayıtlı olduğunu, İskenderun Sulh Hukuk Mahkemesinin 11.10.2002 tarih ve 2002/748 Esas, 2002/1344 Karar sayılı kararı ile taşınmazla ilgili olarak Hazine tarafından açılan kayyım tayini davasının yapılan yargılaması sonunda kayıt maliki İstilyan Filbo’ya İskenderun Mal Müdürü A. Y.’ın kayyım tayin edildiğini, taşınmazın özel mülkiyete tabi yerlerden olduğunu, davanın niteliği gereği husumetin tapu malikine yöneltilmesi gerektiğini açıklayarak sıfat yokluğu sebebiyle davanın reddine..” karar verilmesi üzerine hüküm, davacılardan S.. O.. vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, TMK’nun 713/2. maddesi gereğince tapu kütüğünün hukuki değerini yitirdiği gerekçesiyle açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır.Mahkemece, yazılı gerekçeyle pasif husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmiş ise de, mahkemenin bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır. Dava dilekçesi kapsamına göre, taşınmazın F. O.tarafından tasarruf edildiği ve onun ölümü ile İskenderun Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 2005/193 Esas, 2005/260 Karar sayılı veraset belgesinde isimleri yer alan mirasçılarından olan davacılar ile davalı gerçek şahıslara kaldığı saptanmıştır. Bu durum karşısında F. O.’un terekesi elbirliği mülkiyet hükümlerine tabidir. Davacılar tarafından F. O.mirasçıları adına iptal ve tescile karar verilmesini istemişlerdir. Yani, tüm mirasçılar adına iptal ve tescile karar verilmesi istenildiğine göre, davada aktif dava açma ehliyetinin tamamlanması gerekir. F. O.’un davacılar dışında kalan mirasçılarının davalı safında gösterilmesi suretiyle davada aktif dava açma hukuki ehliyetinin ve buna bağlı olarak taraf teşkilinin sağlanması mümkün değildir. Davalı safında yer alan davalıların kural olarak davacı sıfatıyla davalı safında yer almaları veya açılmış bulunan davaya karşı olurlarının alınması ya da F. O.’un terekesine temsilci atanarak temsilci sıfatıyla davanın yürütülmesi gerekmektedir. Bu bakımdan aktif dava açma ehliyeti bakımından taraf teşkilinin yerine getirildiğinden söz edilemez.Bundan ayrı, tapu iptali ve tescil davalarında kural olarak, dava kayıt malikine, kayıt maliki ölü ise alınacak veraset belgesine göre mirasçılarına yöneltilerek açılır. Kayıt malikinin davada davalı olarak gösterilmediği dosya kapsamıyla sabittir. Davalı Hazine ise, TMK’nun 501. maddesi uyarınca mirasçı bırakmadan ölen kayıt malikleri bakımından son mirasçı olması sıfatıyla davada yer alması doğrudur. Ancak, kayıt malikinin tapu kütüğünde kim olduğu anlaşılmayan kişi olup olmadığı, sağ bulunup bulunmadığı ve mirasçı bırakıp bırakmadığı konusunda mahkemece yeterli derecede araştırma ve inceleme yapılmadığından bu konuda bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. TMK’nun 713/1 ve 2. fıkraları gereğince açılan davalar kamu düzeni ağırlıklı davalar olarak nitelendirildiğinden, yargılama sırasında da bu tür davaların niteliği ve özelliği gereği taraf teşkilinin yargılama sırasında tamamlanması mümkündür. Bu yönleri ile diğer dava türlerinden kısmen ayrılmaktadırlar. Bu bakımdan kayıt malikinin hasımlı veraset belgesinin (hasım Hazine olacak) alınması için davacı tarafa süre ve imkan tanınması, veraset belgesi alındığında mirasçılarının belirlenmesi halinde davanın mirasçılarına yöneltilmesi ve taraf teşkilinin sağlanması zorunludur. Davacı dava dilekçesinde, TMK’nun 713. maddesinden söz etmiş ve kayıt maliki İstilyan Filbo vereselerinin tanınmadığını bildirmiştir. Dilekçe kapsamı gözönünde bulundurulduğunda davanın TMK’nun 713/2. fıkrası gereğince açıldığı anlaşılmaktadır. Ancak, davacılar vekilinin TMK’nun 713/2. fıkrasında yer alan üç ayrı hukuki sebepten hangisine veya hangilerine dayanıldığı açıklanmadığı gibi, HMK'nun 31. maddesinde yer alan aydınlatma ödevi kapsamında mahkemece de, davacılar vekiline sorular yöneltilerek durumun açıklığa kavuşturulmadığı saptanmıştır. O halde, davacı vekilinin TMK’nun 713/2. fıkrasında yer alan hukuki sebeplerden hangisine dayanıldığının açıklattırılması, buna göre iddia ve savunma doğrultusunda taraf delillerinin toplanması gerekmektedir. Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK'nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.Davaya dayanak oluşturan TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 tarihinde karar verilmiştir.” Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir. Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir. Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır. Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır. Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir. Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir. Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü gibi TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur. TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir. 4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir. İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir. TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.3.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.3.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.3.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır. TMK’nun 713/2. fırkasına dayalı olarak açılan davalarda davanın kayyım sıfatıyla yürütülmesi mümkün değildir. Sapma göstermeyen Yargıtay ve Daire uygulaması bu yöndedir. Öte yandan, 421 sayılı parsele ait kadastro tutanağı da dosya arasında olmadığından bu parselin kadastro tutanağının onaylı örneğinin ve revizyon gören tapu kaydının ilk oluşturulduğu günden itibaren getirtilerek dosya arasına konulması, ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekirken, taraf teşkili sağlanmadan eksik araştırma ve inceleme ile hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır. Her ne kadar dava sadece mirasçılar arasında yer alan davacı S.. O.. tarafından temyiz edilmiş ise de F. O.’un terekesi elbirliği mülkiyet hükümlerine tabi olup, bir tek mirasçının hükmü temyiz etmesinden, diğer mirasçılarında yararlanması mümkündür. Yani, onun temyizinin doğurduğu hukuki sonuçlar tüm mirasçılara sirayet eder.Davacılardan S.. O.. vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesinin yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 24,30 TL peşin harcın istek halinde iadesine 05.05.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.