MAHKEMESİ : Sincan 4. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 09/07/2013NUMARASI : 2013/180-2013/210T.. B.. ve T.. Ü.. ile N.. A.. ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair Sincan 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 09.07.2013 gün ve 180/210 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 21.01.2014 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davacılardan T.. B.. vekili Avukat F. K., T.. Ü.. vekili Avukat B. E. P. ve karşı taraftan davalılar vekili Avukat A. B. geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü:KARARDavacı Türk Hava Kurumu ve T.. Ü.. vekili, davacılardan Türk Hava Kurumu'nun dava konusu A. İli, E. İlçesi, E. Mevkiinde yer alan 3237 ada 9 parselin 3/4 pay maliki olduğu gibi aynı zamanda 1945 yılında vefat eden, davalıların miras bırakanı A. E. adına kayıtlı 1/4 payın da 60 yılı aşkın süredir malik sıfatıyla zilyeti olduğunu, Türk Hava Kurumu Genel Yönetim Kurulu'nun 30 Mart 2011 tarih ve 2011/30 sayılı kararı ile mülkiyeti Kuruma ait taşınmazın 3/4 payının intifa hakkının T.. Ü..'ne verildiğini, 1/4 payla ilgili Türk Hava Kurumu'nun asli zilyetliği ve Üniversitenin eklemeli zilyetliğinin halen devam ettiğini, TMK’nun 713/2.maddesinde yer alan maliki 60 yıl önce ölmüş hukuki sebebine dayalı olarak TMK’nun 713/1 ve 2.fıkraları gereğince davalılara ait söz konusu 1/4 payın mülkiyetinin hukuki değerini kaybettiğini, davalıların 1940’lı yıllardan bu yana taşınmazla ilgili olarak zamanaşımını kesecek hiç bir dava açmadıklarını, Türk Hava Kurumu'nun bu taşınmazı, 1940'lı yıllardan beri davasız ve aralıksız olarak malik sıfatıyla kullanmaya devam ettiğini, davacı Türk Hava Kurumu'nun anılan kararı ile taşınmazın kullanım hakkını T.. Ü..'ne vermesi akabinde davalıların kamulaştırmasız el koyma gerekçesiyle Üniversite aleyhine Sincan 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2012/82 Esas sırasında halen devam etmekte olan tazminat davası açtıklarını, açtıkları davada da Türk Hava Kurumu'nun zilyetliğini yada zamanaşımını kesen bir iddia ileri sürmediklerini açıklayarak davalılar adına bulunan tapu kaydının TMK’nun 713/2.maddesi gereği hukuki değerini yitirmiş olması nedeniyle iptali ile davalılara ait taşınmaz hissesinin hükmen davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalılar vekili, davanın haksız ve yasal dayanaktan yoksun açıldığını, iyi niyetli olmadığını, taşınmazın davalıların kök murisi A. E. adına kayıtlı iken mirasen intikal ettiğini, bu intikal aşamasında davalıların, davacı Kurumlara müteaddit defa başvuru yaparak taşınmaza yapılan elatmanın önlenmesini veya taşınmazın iadesini ya da bedelini talep ettiklerini ancak bugüne kadar davacıların, davalıların tapulu arazilerini gasp edip herhangi bir bedel ödemediği gibi yapılan başvurulara hiçbir şekilde olumlu cevap vermediklerini, olayı sürüncemede bırakarak unutulmasını, muhtemelen hibe edilmesini beklediklerini, açılan bu davada TMK’nun 713.maddesinde belirtilen ön şartların gerçekleşmediğini, Kanunda açıkça belirtildiği gibi bu davanın açılabilmesi için öncelikle davasız, fasılasız 20 yıllık zilyetlik süresinin geçmesi gerektiğini, oysa iş bu davadan önce taşınmaza yapılan elatma nedeniyle Sincan 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2012/82 Esas sayılı dava dosyasında kamulaştırmasız el koyma nedeniyle tazminat davası açıldığını, davanın devam ettiğini, taşınmazın toplam değerinin 3.197.000 TL olarak tesbit edildiğini, bu durumda nizasız ve fasılasız şartının ortadan kalktığını, dava konusu taşınmazın maliki kök murisin daha önce ölmüş ve mülkiyetin silsile yolu ile en son davalılara intikal ettiğini, davalıların her yıl düzenli olarak dava konusu taşınmaz hissesine ilişkin olarak vergilerini ödediklerini, yasanın getirdiği tüm yükümlülükleri ifa ettiklerini, dava konusu taşınmazın tapu kayıtlarının sürekli intikaller ve devirlerle el değiştirerek en son davalıların taşınmazda malik olduklarını, ayrıca taşınmazın askeri bölge içerisinde kalmakta olup 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu'nun 9.maddesi gereğince bölgede zilyetlik yoluyla taşınmaz iktisabının mümkün bulunmadığını açıklayarak davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.Mahkemece, dava konusu taşınmazdaki davalılar adına kayıtlı hisselerin kök murisleri A. E. adına kadastro çalışmaları ile tespit ve tescil görmesi akabinde davalılara intikal ettiği, bu durumda taşınmazın malikinin tapu kütüğünden anlaşılması söz konusu olduğu gibi, 20 yıl önce ölmüş olmasının da söz konusu olmadığı, bu kapsamda davacı Kurumların olağanüstü zilyetlik nedeniyle taşınmazı mülk edinmeleri için gereken yasal şartların oluşmadığı, bundan öte davalılar adına kayıtlı taşınmaz hisselerine kamu gücü otoritesine dayanılarak, hava alanı ve askeri amaçlı olarak kamu gücü nedeniyle el konulmuş olması ve bu suretle cebren davalıların taşınmaz hisselerini kullanma ve mülkiyet haklarının ihlal edilmiş olması, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 32. maddesi gereğince 20 yılı aşkın zilyetlik nedeniyle taşınmaz kullanan kamu kurumlarının hükmen tescil haklarının, mülkiyet hakkına ve Anayasaya aykırı görülerek iptal edilmiş olması ve bu suretle kamu gücüne dayanılarak cebren mülkiyet hakkının ihlali suretiyle kayıt maliki kişilerin mülkiyet hakkının kısıtlanmasından kaynaklanan durumlarda kayıt maliklerinin kamulaştırmasız el koyma nedeniyle açtığı tazminat davalarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları çerçevesinde kabul edilerek, kamu gücüne dayanılarak ve cebren taşınmazları kamu kurumlarınca el konulan kayıt maliklerinin tazminat talep hakkı kazanmış olmaları, ayrıca 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu'nun 9.maddesi gereğince bölgede zilyetlik yoluyla taşınmaz iktisabının mümkün bulunmadığı kanaati ile yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiştir.Dava konusu 3237 ada 9 parsel, kadastro çalışmaları sonunda 04.01.1956 tarihinde 3/4 payı Türk Hava Kurumu, 1/4 payı M. A.oğlu ölü A. E. adına tapuda kayıtlı iken 1/4 payın 1/24 payının A. oğlu T. E., 1/24 payının A. kızı F. E., 1/24 payının A. kızı K. E. 1/24 payının A. kızı B. E., 1/24 payının Abdurrahman oğlu H. S. ve 1/24 payı A. oğlu B. E.’e 07.09.1959 tarihinde intikal ettiği, 02.04.2007 tarihinde de intikalen iştirak halinde 1/4 payı M. B.oğlu H.. E.., İ. R. kızı N.. A.., T. H.. kızı S. C.E. T. kızı N. S. E., İ. R. kızı H.. E.., H. İ. oğlu İ. R. S. adına tescil edildikten sonra en son tapuda 31.7.2007 tarihinde satış ve pay temliki ile M. B. oğlu H.. E.., İ. R. kızı H.. E.. ve İ. R. kızı N.. A.. adına kaydedildiği görülmektedir. Taşınmaz üzerinde Türk Hava Kurumu lehine 15.04.2011 tarihinde tesis edilmiş intifa hakkı bulunmaktadır.Dava TMK’nun 713/2.maddesinde yazılı “ölüm” sebebine dayanılarak açılmış tapu iptali ve tescil davasıdır.Öncelikle davacı Türk Hava Kurumu, 16.02.1925 tarihinde kurulmuş, 05.08.1925 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile kamu yararına çalışan dernek statüsü kazanmıştır. Türk Medeni Kanunu ve Dernekler Kanunu'nda yapılan değişikliklerden kaynaklanan düzenlemeleri yapılarak THK’nin 25 Kasım 2006 tarihinde yapılan 39’uncu Büyük Genel Kurulu’nda oybirliği ile kabul edilen, Bakanlar Kurulu’nun 20.10.2008 tarih 2008/14307 sayılı kararıyla onaylanmış olan ve 04.12.2008 tarih 27074 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Türk Hava Kurumu Tüzüğü'nün 3.maddesi (d) bendine göre Kurum “5253 sayılı Dernekler Kanunu'na tabi özel hukuk tüzel kişisidir”. Kurumun yetki ve sorumluluklarını gösteren aynı Tüzüğün 4.maddesinin (k) bendinde Kurumun yetkileri arasında “Bu maddedeki sorumluluklarını gerçekleştirmek ve yetkilerini yerine getirebilmek için her türlü ekonomik ve ticari faaliyetleri yapmak, taşınır-taşınmaz mal edinmek ve bu mallar üzerinde tasarrufta bulunmak” sayılmaktadır. Tüzüğün Kurumun en yetkili organı olan Büyük Genel Kurulun görev ve yetkileri içinde de, “Kuruma gelir kaynakları sağlamak amacıyla sermaye şirketleri ve vakıf kurulması veya bu amaçla kurulmuş/kurulacak vakıf ve sermaye şirketlerine ayni ve/veya nakdi sermaye arzıyla katılınması veya hizmet, istisna ve iş ortaklıkları kurulması; Kurum için gerekli taşınmaz mallar satın alınması, mevcut taşınmazlardan gerekli görülenlerin satılması ve bu konularda her türlü işlemleri yapmak üzere Genel Yönetim Kurulu'na yetki vereceği”, Genel Yönetim Kurulunun görevleri, yetki ve sorumluluğunu gösteren 20.maddesinin (o) bendinde de “Büyük Genel Kurulun verdiği yetkiye dayanarak her türlü taşınır ve taşınmaz malların satın alınması, inşa edilmesi, satılması, ipotek alınıp verilmesi, tevhit, ifraz, kamuya bedelli veya bedelsiz terk ve benzeri işlemleri yapmak üzere karar alır” düzenlemesi yer almaktadır. 5253 sayılı Dernekler Kanunu'nun taşınmaz mal edinmeye ilişkin 22.maddesi ”Dernekler genel kurullarının yetki vermesi üzerine yönetim kurulu kararıyla taşınmaz mal satın alabilir veya taşınmaz mallarını satabilirler. Dernekler edindikleri taşınmazları, tapuya tescilinden itibaren bir ay içinde mülkî idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler”, 30.maddesi ise “Tüzüklerinde gösterilen amaç ve bu amacı gerçekleştirmek üzere sürdürüleceği belirtilen çalışma konuları dışında faaliyette bulunamazlar.” demektedir. Yine TMK’nun 90.maddesine göre de Dernekler, amaçlarını gerçekleştirmek üzere, tüzüklerinde belirtilen çalışma konuları ve biçimleri doğrultusunda faaliyette bulunurlar. Tüm bu yasal düzenlemeler karşısında Türk Hava Kurumu, Dernekler Kanununa göre kurulmuş ve faaliyet gösteren kamu yararına çalışan dernek statüsünde özel hukuk tüzel kişisidir. Kanun ve Tüzük hükümleri karşısında da amacı doğrultusunda taşınmaz mal edinebileceği anlaşıldığına göre davacı Türk Hava Kurumu'nun TMK’nun 713.maddesinde yazılı zilyetliğe dayalı olarak taşınmaz edinmesinde herhangi bir engel bulunmamaktadır. Kamu yararına çalışan dernek statüsünde olması da Türk Hava Kurumunun özel hukuk tüzel kişisi olma vasfını değiştirmemektedir.Diğer yandan Mahkeme gerekçesinde de yer alan 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu'nun 9.maddesi ikinci derece kara askeri yasak bölgelerinde uygulanacak esaslara ilişkin olup, ikinci derece kara ve deniz bölgesinde bulunan taşınmazlar, birinci derece yasak bölgeler için getirtilen yasak ve sınırlamaların dışında tutulmuş olup bu nedenle ikinci derece bölgede kalan taşınmazların amacına uygun olarak tasarrufu mümkündür. İkinci derece askeri yasak bölgede kalan taşınmazların zilyetlik yolu ile kazanılması mümkündür. Yasaklama birinci derece askeri yasak bölgeler için geçerlidir.Temyiz incelemesine konu dava TMK'nun 713/2. maddesinde belirtilen “ölüm” sebebine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur. Davaya dayanak oluşturan TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesi'nin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 tarihinde karar verilmiştir.” Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesi'nin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir. Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir. Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır. Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti Sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.Anayasa Mahkemesi'nin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır. Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir. Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazete'de yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir. Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir. Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü gibi TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur. TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir. İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir. TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır. Bu açıklamalar karşısında; davada TMK.'nun 713/2. maddesinde yer alan “ölüm” sebebine dayanıldığı davacılar vekili tarafından açıklandığına, Türk Hava Kurumu'nun TMK’nun 713/2. maddesine dayanarak iptal ve tescil isteğinde bulunabileceği, dava konusu taşınmazın ikinci derece askeri yasak bölgede bulunmasının da mülkiyetin kazanılmasında bir engel oluşturmayacağı belirlendiğine göre iddia ve savunma doğrultusunda yanların delillerinin toplanması, 07.09.1959 tarihi itibarıyla 1/24’er pay malikleri oldukları anlaşılan davalıların kök murisleri T. E., F. E., K. E., B. Eser, H. S. ve B. E.’in ölüm tarihleri ile 02.04.2007 intikal tarihi arasında TMK'nun 713/2. maddesindeki olumlu olumsuz tüm koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre işin esası ile ilgili bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır.Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulüyle, Yerel Mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollaması ile halen yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 21.01.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildiKARŞI OYKural olarak tapuya kayıtlı bir taşınmazın tamamı, bir payı veya bir bölümü olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı yoluyla edinilemez. Türk Medeni Kanunu (TMK)'nun da bu husus 992/1. maddede “tapuya kayıtlı taşınmazlar da hak karinesinden.... yalnız adına tescil bulunan kimse yararlanır.” hükmü ile açıklanmaktadır. TMK'nun 713/2. maddesi bu kuralın istisnasını oluşturmaktadır. Temyize konu dava, TMK'nun 713/2. maddesindeki tapuda kayıtlı taşınmazların olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğiyle edinilmesine imkan veren durumlardan, “maliki.... yirmi yıl önce ölmüş” olan duruma dayalı olarak açılmıştır.Değerli çoğunluk; tapuda ¾ payın maliki olan davacı tüzel kişiliğin; dernek şeklinde bir özel hukuk tüzel kişisi olduğu, ana tüzüğüne göre taşınmaz edinmeye yetkisi olduğu (ultra vires engeli bulunmadığı); kamu yararına çalışan bir dernek statüsünde bulunmasının özel hukuk tüzel kişisi olma niteliğini değiştirmediği; 17.03.2011 tarihinde Anayasa Mahkemesi'nin TMK.713/2. maddesindeki “ölüm” hukuki sebebine dayalı olarak olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğiyle taşınmaz edinimine imkan sağlayan ilgili maddedeki “ölmüş” sözcüğünü iptal etmesinin, Anayasa Mahkemesi kararlarının “geriye yürümezlik” ve “kazanılmış hakları etkilememe” ilkeleri uyarınca, iptal kararından önce açılmış olan temyize konu davayı etkilemeyeceği davaya konu taşınmazın ikinci derecede askeri yasak bölge kapsamında olmasının zilyetlikle kazanımı engellemediği, ¼ payın maliki olan davalıların kök mirasbırakanların ölüm tarihleri ile bunları paylarının tapuda intikal ettirildiği tarih arasında TMK'nun 713/2. maddesindeki olumlu ya da olumsuz tüm koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğini belirterek; temyiz edilen hükmün eksik araştırma yönünden bozulması gerektiğini kararlaştırmıştır.Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması bakımından mirasçılık tescilsiz iktisap hallerinden biridir ve mirasçılar mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kendiliğinden kazanırlar (TMK. md. 599,705/2). Mirasçılar bakımından tescil (intikal) sadece tasarrufta bulunmaları için gerekli olup, mülkiyetinin kazanılmasıyla ilgili değildir. O halde, davalıların mirasbırakanlarının ölümünden sonra yirmi yıl içinde taşınmazı tapudan kendilerine intikal ettirmemiş olmaları, onlara mülkiyetin geçmesini engellemez. Bu şekilde kanunen kendilerine geçmiş olan mülkiyet hakkı; mirasçılara tam bir koruma sağlar. Bu nedenle mirasçılar taşınmazı eylemli olarak kullanmasalar bile; mülkiyet hakları devam eder. Zira mülkiyet hakkı taşınmazı eylemli olarak kullanma hakkını içerdiği gibi, kullanmama hakkını da içerir. Taşınmazı eylemli olarak kullanmayan mirasçı hukuki zilyetliğini sürdürmeye devam eder. Ancak, mirasçının zilyetliği terk iradesi mevcut ise, böyle bir taşınmaz bir başka kimse tarafından edinilebilir. Diğer yandan dava konusu taşınmazın ikinci derecede askeri yasak bölge olarak, ancak izinle girilebilecek yerlerden olması durumu ve davacı tüzel kişiliğin kamu yararına çalışan dernek statüsünde olması ve tüzüğünde bir kısım yürütme organı ve askeri birim temsilcilerinin doğal üye olma konumlarının; eylemli zilyetliğin kullanılmasında caydırıcı bir etken olduğu not edilmelidir. Yukarıda açıklandığı gibi, davalılar taşınmazın ¼ payının hukuken zilyedidir. Bu zilyetliklerin korunacağı konusunda mirasçılıktan kaynaklanan meşru bir beklentileri mevcuttur. Mirasbırakanlarının ölümünden sonra tapuda intikal işlemlerini yaptırmamış olmaları, kendilerine bir kusur olarak yüklenemez. Nitekim davanın açılmasından sonra 2644 sayılı Tapu Kanunu'na 6302 sayılı Kanunla eklenen ve 18.05.2012 tarihinde yürürlüğe giren ek 1. madde ile; ölüm tarihinden itibaren en geç iki yıl içinde tapu sicilinde miras intikalinin gerçekleşmemesi halinde, tapu müdürlüğünün mirasçılık belgesi için yargıya başvurup alacağı mirasçılık belgesi ile tapu kaydını güncelleştirmesine imkan sağlanmıştır. Davacı tüzel kişilik nerdeyse ülkemizin kuruluşuyla yaşıt, saygın, tüzüğündeki amaçları ve faaliyetleri gözetildiğinde soylu amaçları bulunan bir kuruluştur. Bu niteliği, ancak tüzüğündeki doğal üyelerin kimliği ve koordineli olarak çalışacağı belirtilen kurumlar gözönüne alındığında yarı kamusal bir tüzel kişilik sayılmalıdır. Bu nitelikteki bir kuruluşun eylemli zilyetliğinin kamu gücünden yararlanıyor görünümü vermesi de doğaldır. Kamu gücüne sahip tüzel kişilerin olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı yoluyla taşınmaz edinmeleri kural olarak kabul edilemez. Bu şekildeki tüzel kişilerin olağan ve mutad yollardan taşınmaz edinmeleri gerekir. Kaldı ki, dava konusu taşınmaz edinime esas zilyetlik döneminde ikinci derece askeri yasak bölge olarak ilan edilmiş ve bu durum davalılar için kullanma yönünden caydırıcı etken olmuştur. Öyleyse, davacı derneğin açıklanan niteliği, dava konusu taşınmazın belirtilen durumu gözönüne alındığında, davacı derneğin bu taşınmazdaki davalıların miras payına ilişkin olarak TMK'nun 713/2. maddesinden yararlanamayacağı sonucuna varmak gerekir. Bu sonuç, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin mülkiyetin korunmasına yönelik Ek Protokolün 1/1. maddesine de uygun olacaktır. Aksi kabulün, ülkemizin de taraf olduğu bu protokolün ihlali sonucu doğuracağı inancındayım. Yukarıda açıkladığım sebeplerle, davanın reddine ilişkin mahkeme kararının onanması gerektiği düşüncesiyle, değerli çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum. 21.01.2014
Bilmeniz halinde fark yaratacak kararlar
SAHTE ÇEK KULLANMAK SURETİYLE NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK
Mahkemesi : OLTU Ağır Ceza Günü : 12.03.2009 Sayısı : 62-17
Sanık P.. C..’in resmi belgede sahtecilik suçundan 5237 sayılı TCK’nun
204/1 ve 53. maddeleri uyarınca 3 yıl hapis; bankanın araç olarak
kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık
su
İşçi alacağı ilamda brüt olarak belirtilmiş ise, alacaklı vergi ve sigorta primlerini indirdikten sonra net miktar üzerinden takip yapabilir
Borçlu itirazında; alacaklı vekili tarafından Karacabey Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2009/896 Esas, 2011/607 Karar sayılı ilamının dayanağının işçi alacağı olup hükmedilen kıdem tazminatı ve ihbar tazminatının net ya da brut olduğunun belirtilmediği, takibe konu ilama esas teşkil eden bilirkişi raporu
Bilinen adres ticaret sicil adresi ise bu adrese normal tebligat çıkartılmadan 35.maddeye göre tebligat çıkartılamaz
Taraflar arasındaki “maddi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Antalya 8.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 25.07.2011 gün ve 2010/244 E-2011/262 K. Sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 26.11.2012
Yargıtay
Yargıtay Karar Arama
Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları Arama
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları Arama
Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır ?
Yargıtay Daire Bilgileri İle Dosya Sorgulama
Yargıtay Yerel Mahkeme Bilgileri İle Dosya Sorgulama
Yargıtay Kanunu
Yargıtay İş Bölümü
Yargıtay Haberleri
Karar Arama
Yargıtay Kararları
Yargıtay Hukuk Dairesi Kararları
Yargıtay Ceza Dairesi Kararları
BAM Kararları
Danıştay Kararları
Anayasa Mahkemesi Kararları
Uyuşmazlık MAhkemesi Kararları
Karar Arama Nasıl Yapılır?
Emsal Karar ve Emsal Karar Arama Nedir?
Yargıtay Karar Arama Nasıl Yapılır?
BAM Karar Arama Nasıl Yapılır?
Danıştay Karar Arama Nasıl Yapılır?
Anayasa Mahkemesi Karar Arama Nasıl Yapılır?