Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 7477 - Karar Yıl 2011 / Esas No : 3109 - Esas Yıl 2011





Mehmet ile Fikret ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kabulüne dair Keşan 2. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 29.12.2008 gün ve 88/308 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili ile davalı Hürmüz, davalılar Zehra ve müşterekleri vekili taraflarından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:Davacı Mehmet vekili, dava konusu 15, 133, 454 ve 523 sayılı parsellerin İbrahim adına tespit edildiğini, ancak gerek tespit öncesi gerek sonrası taşınmazların vekil edeninin zilyetliğinde bulunduğunu, kayıt malikinin 1955 tarihinde öldüğünü ve tapu kayıtlarının hukuki kıymetini yitirdiğini açıklayarak, TMK.nın 713/2. fıkrası gereğince tapu kayıtlarının iptaliyle vekil edeni adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalı Fikret ve müşterekleri, kazanma koşullarının oluşmadığını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.Davalı Mustafa, uyuşmazlık konusu taşınmazlar için daha önce de dava açıldığını açıklayarak, davanın reddini talep etmiştir.Mahkemece, kazanma koşullarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne 15, 133, 454 ve 523 sayılı parsellerin tapu kayıtlarının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesi üzerine; hükmün esasına ilişkin bölümü davalı Zehra ve müşterekleri vekili ile davalı Hürmüz, yargılama giderlerine ilişkin bölümü ise davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dava konusu 15 parsel 01.03.1955 tarih ve 128 sayılı tapu kaydına istinaden 26.07.1963 tarihinde ölü İbrahim mirasçıları adına tespitle itirazsız kesinleşerek 24.09.1966 tarihinde tapuya tescil edilmiştir. Nizaya konu 133,454 ve 523 sayılı parseller de tapu kayıtlarına istinaden 1963 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında yapılan kadastro çalışmalarında İbrahim adına tespitle, tutanakların itirazsız kesinleşmesi üzerine 24.09.1966 tarihinde tescil olmuştur.Dosya arasında mevcut mirasçılık belgesine göre İbrahim 30.7.1955 tarihinde ölmüştür.Dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK.nın 713/2. fıkrasında yer alan "maliki 20 yıl önce ölmüş..." hukuki sebebine dayalı olarak TMK.nın 713/1 ve 2. fıkraları gereğince tapunun hukuki değerini yitirdiği gerekçesiyle açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır. Her ne kadar davacı taraf, tespitin hatalı yapıldığını ileri sürerek tespit öncesi zilyetliğe de dayanmışsa da, davanın açıldığı tarih itibariyle tespit öncesi neden bakımından 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde belirtilen hak düşürücü süre geçmiş bulunmaktadır.Tespit sonrası nedene gelince; davada dayanılan TMK.nın 713/2. fıkrasında yer alan, "...ölmüş..." ibaresinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle mahkeme kararının irdelenmesi gerekmektedir.Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nın 713/2. fıkrasındaki; "...ölmüş..." sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.Davaya dayanak oluşturan TMK.nın 713/2. fıkrasında yer alan "...ölmüş..." sözcüğünün, "Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 tarihinde karar verilmiştir."Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin irdelenmesi;Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yo açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da "iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği" açıklanmıştır.Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asildir. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, "Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır." denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan "Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir" hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; "bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu" vurgulamaktadır.Bu karara paralel olarak Danıştay'da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; "iptal kararları geriye yürümez" kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani AnayasaMahkemesinin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, gene ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nın 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayn hukuki sebepten biri olan "...ölmüş..." sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nın 713/1. fıkrasında; "tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir." denilmiştir.Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; "aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir" amir hükmüne yer verilmiştir.Görüldüğü gibi TMK.nın 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; "aynı koşullar altında..." denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.TMK.nın 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; "Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur." ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir.04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nın 639 (TMK. nın 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılıYargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; "kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nın 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır." görüşü benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nın 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.İşte TMK.nın 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nın 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından "kazanılmış (müktesep) hak" olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.TMK.nın 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK.nın 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: "Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır." denilmektedir.Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; "...kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına" karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.Uyuşmazlıkkonusu 133,454 ve 523 parseller ta pula ma yoluyla 24.09.1966 tarihinde Mustafa oğlu İbrahim adına tapuya kayıt ve tescil edilmiştir. Dosya arasında bulunan Keşan Sulh Hukuk Mahkemesince verilen miras bırakan İbrahim'e ait 08.04.2003 tarih ve 391 Esas, 237 Karar sayılı veraset belgesinde yer alan tüm mirasçıların davalı olarak davada yer aldıkları, dava koşulu bakımından bir eksikliğin bulunmadığı belirlenmiştir. Veraset belgesine göre kayıt maliki İbrahim tespit tarihinden önce 30.07.1955 tarihinde ölmüştür. Davalılar miras bırakanı adına kayıtlı parsel numarası yazılı taşınmazların tapulama tutanaklarının ölü İbrahim adına tescilinden davanın açıldığı 27.09.2000 tarihine kadar TMK. nın 713/2. fıkrasında yer alan 20 yıllık sürenin dolduğu anlaşılmaktadır. Bu süre içerisinde tapu kayıtlarının intikal görmediği, dosya arasındaki tapu kayıtları ile sabittir. Tüm dosya kapsamı, keşif tutanağı, keşifte dinlenen yerel bilirkişi ve tanık beyanları ile tüm bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde, TMK.nın 713/1-2. fıkralarında yer alan kazanma koşulları ve süresinin davacı yararına gerçekleştiği anlaşıldığından, davacının zilyetliğinin kesintiye uğratıldığı iddiası ispatlanamadığından, dava konusu 133,454 ve 523 parseller yönünden davanın kabulüne karar verilmesinde usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmamaktadır.Davacı vekilinin temyiz itirazlarına gelince; dava TMK.nın 713/2 maddesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. TMK.nın 713/2. maddesindeki yollama nedeniyle bu tür davaların aynı maddenin diğer fıkralarında yazılı koşullara tabi olması gerektiği sonucuna ulaşılır. Aynı maddenin 3. fıkrasındaki "tescil davası" sözcüğünün 1. ve 2. fıkraya göre açılacak davaları kapsadığının kabulü gerekir (Yargıtay HGK.nın 17.02.2010 tarih, 2010/8-58 E. 2010/78 K, M.R.Karahasan - İ. Özmen, Zilyetlik-TesciI-Tapu İptali Davaları, 1983-Sh; 1451). Buna göre gerek yasal hasım durumunda bulunan Hazine ve diğer kamu tüzel kişileri ve gerekse iptal ve tescil isteği nedeniyle davada taraf durumunu almış bulunan kayıt malikinin mirasçıları davalılar harç, avukatlık ücreti ve diğer yargılama giderlerinden sorumlu tutulamazlar. Mahkemece, bu husus göz önünde tutularak harç ve yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılması ve davacı lehine vekalet ücreti takdir edilmemesinde isabetsizlik bulunmamaktadır. Bu nedenle davacı vekilinin yargılama giderlerine yöneliktemyiz itirazları yerinde görülmemiştir.Açıklanan nedenlerle dava konusu 133, 454 ve 523 parsellere ilişkin davalı Zehra, Fikret, Faruk, Ali ve Nihat vekili ile davalı Flürmüz'ün ve hükmün yargılama giderlerine ilişkin davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün bunlara ilişkin bölümünün ONANMASINA,Davalı Zehra ve müşterekleri vekili ile davalı Hürmüz'ün dava konusu 15 parsele ilişkin temyiz itirazlarına gelince; uyuşmazlık konusu 15 parselin kayıt maliki "İbrahim" değil, "ölü İbrahim'in mirasçıları"dır. Başka bir anlatımla kadastro çalışmalarında mirasçıların isimlerinin belirlenememesi nedeniyle ölü kişinin mirasçıları denilmek suretiyle sicil oluşturulmuştur. Bu durumda kayıt maliki ölü İbrahim değil, mirasçılarıdır. Nizalı taşınmaz belirtilen kayıt şekline göre elbirliği mülkiyeti hükümlerine tabidir. Elbirliği mülkiyeti şeklinde tapuya kayıtlı bir taşınmazın ortaklarından birinin veya bir kısmının hayatta olması o taşınmazın olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanılmasını önler. Somut olayda; tespit tarihi itibariyle mevcut mirasçıların ölüm tarihlerinin belirlenmesi ve bu tarihlerden itibaren kazanmayı sağlayan sürenin değerlendirilmesi gerekir. Dava konusu parselin tespit tarihi itibariyle mevcut İbrahim mirasçılarından bir bölümü halen sağdır. Dava konusu parsel kadastro çalışmalarında elbirliği şeklinde mülkiyet hükümlerine göre tespit edildiğine göre, bu mülkiyet türünde ortakların belli payları bulunmadığı için ortaklardan biri bakımından dahi dayanılan sebep gerçekleşmedikçe, tespit tarihi itibariyle mevcut mirasçılardan birinin dahi ölümü tarihinden dava tarihine yirmi yıl geçmedikçe, diğer koşullar oluşmuş olsa dahi davacı lehine olağanüstü zamanaşımı yoluyla kazanım sağlanamaz. Öte yandan elbirliği mülkiyeti hükümlerine tabi taşınmazlarda ortakların belirli bir payları olmadığından birinin temyizinden tümü yararlanır. Dava konusu 15 parsele ilişkin davanın bu nedenle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir.Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı Zehra, Fikret, Faruk, Ali ve Nihat vekili ile davalı Hürmüz'ün temyiz itirazlarının kabulüyle usul ve yasa hükümlerine uygun bulunmayan dava konusu 15 parsele ilişkin hüküm bölümünün 6100 sayılı HMK.nın geçici 3. maddesi yollamasıyla HUMK.nın 428.maddesi gereğince (BOZULMASINA) ve 20,30 TL peşin harcın istek halinde temyiz edenlere ayrı ayrı iadesine 22.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.