Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 7468 - Karar Yıl 2011 / Esas No : 5084 - Esas Yıl 2010





Salih mirasçıları Ali ve müşterekleri ile Mustafa ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine dair (Bucak Asliye Hukuk Mahkemesi)'nden verilen 03.11.2009 gün ve 3661107 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davalı Mustafa tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi, gereği düşünüldü: Davacı Salih mirasçıları vekili, davalılar miras bırakanı Rebiş (Güldali)'in ölüm tarihinden intikal tarihine kadar yirmi yılı aşkın süredir dava konusu taşınmazın vekil edenleri zilyetliğinde bulunduğunu, tapu kaydının hukuki kıymetini yitirdiğini açıklayarak, dava konusu 230 parselin tapu kaydının iptali ile vekil edenleri adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalı Mustafa, uyuşmazlık konusu taşınmazın miras bırakanı-annesi Rebiş'ten intikalen ve diğer mirasçılarla anlaşma üzerine adına intikal sağlandığını, davacıya haricen satılmadığını açıklayarak, davanın reddini savunmuştur. Davalı Bekir ve Burhan, nizalı taşınmaza ilişkin miras paylarını diğer davalı kardeşlerine devrettiklerini, davacıya satış yapmadıklarını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, davalı Bekir ve Burhan aleyhine açılan davanın husumet yokluğundan reddine, olağanüstü zamanaşımı yoluyla iktisap koşullarının oluştuğu gerekçesiyle davalı Mustafa yönünden açılan davanın kabulü ile 230 parselin tapu kaydının iptali ile davacılar adına tesciline karar verilmesi üzerine, hükmün kabule ilişkin bölümü davalı Mustafa tarafından temyiz edilmiştir. Dava konusu 230 parsel 15.01.1956 tarihinde tapulama çalışmaları sonucu 3480 m2 yüzölçümü ve tarla vasfıyla Bekir kızı Rebiş adına tescil edilmiştir. Bilahare 03.06.2005 tarihinde tapuda yapılan tashihle kayıt maliki Bekir kızı Güldali olarak düzeltilmiş; aynı tarihte 13'er payla davalı mirasçılarına intikal yapılarak, yine 03.06.2005 tarihinde davalı Bekir ve Burhan üzerindeki paylar satış suretiyle davalı Mustafa'ya aktarılmıştır. Dosya arasında bulunan mirasçılık belgesine göre Güldali 1963 yılında ölmüş; geriye mirasçıları bilahare 1974 yılında ölen eşi Ömer ile davalı çocukları kalmıştır. Davacılar, uyuşmazlık konusu taşınmazın 23.07.1969 tarihli harici senede Rebiş mirasçıları eşi Ömer ve davalı çocukları tarafından miras bırakanları Salih'e satılarak, zilyetliğin devredildiğini, Rebiş'in nüfus kaydında yazılı adı Güldali olması nedeniyle tapu kaydında yapılacak tashih sonrası tapuda devir yapılması hususunda anlaşıldığını, bu taahhüt yerine getirilmediği gibi, kayıt malikinin ölümü ve zilyetliğin devir tarihinden itibaren de olağanüstü zamanaşımı yoluyla iktisap koşullarının oluştuğunu açıklayarak, TMK'nın 7132. maddesinde düzenlenen ölüm nedenine dayalı iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur. Dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK'nın 7132. fıkrasında yer alan "maliki 20 yıl önce ölmüş..." hukuki sebebine dayalı olarak TMK'nın 7131 ve 2. fıkraları gereğince tapunun hukuki değerini yitirdiği gerekçesiyle açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır. TMK'nın 7132. fıkrasında yer alan "...ölmüş..." ibaresinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle mahkeme kararının irdelenmesi gerekmektedir. Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün (TMK'nın 7132. fıkrasındaki; "...ölmüş...") sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı, hususudur. Davaya dayanak oluşturan TMK'nın 7132. fıkrasında yer alan "...ölmüş..." sözcüğünün, "Anayasa Mahkemesi"nin 17.03.2011 gün ve 200958 Esas, 201152 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulamasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 gününde karar verilmiştir." Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 1532. fıkrasında; Anayasa Mahkemesi'nin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceği vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da "iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği" açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir. Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, devlete olan güven duygularını sarsmamak, devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir. Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 198911 Esas, 198948 sayılı kararında, "Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır." denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır. Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkumiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır. Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yo-rumlar, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan "Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir" hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez. Anayasa Mahkemesi'nin 19.12.1989 gün ve 198914 Esas, 198949 Karar sayılı kararında aynen; "bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun bir biçimde tüm sonuçlarıyla kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu" vurgulamaktadır. Bu karara paralel olarak Danıştay da; 16.12.1966 tarih ve 1963386 Esas, 19661642 Karar sayılı kararında; "iptal kararları geriye yürümez" kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsemiştir. Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazete'de yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarını, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir. Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir. Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK'nın 7132. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan "...ölmüş..." sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK'nın 7131. fıkrasında; tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir, denilmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; "aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir." amir hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü gibi TMK'nın 7132. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 7131. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; "aynı koşullar altında..." denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur. TMK'nın 7135. fıkrasının son cümlesinde ise; "Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur." ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanun'la anılan fıkraya eklenmiştir. 04.12.1998 tarih ve 19964 Esas, 19983 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce TMK'nın 713. maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 19964 Esas, 19983 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; "kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK'nın 6391. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdasi (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır." görüşü benimsenmiştir. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK'nın 7135. fıkranın son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir. İşte TMK'nın 7135. fıkrasında, mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur, ibaresi TMK'nın 7131 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından "kazanılmış (müktesep) hak" olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile, 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesi'nce yürürlüğünün durdurulması kararını verdiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise, bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir. TMK'nın 7135. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanun'la getirilen ve TMK'nın 7135. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır. "Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hakimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır." denilmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; "...kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir." Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise, bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesi'nin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır. Bu açıklamalardan sonra kazanılmış hakkın olduğu gözetilerek TMK'nın 7132. maddesi bakımından dosya incelendiğinde; davacılar, miras yolu ile intikal, eklemeli kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK'nın 7132. maddesinde belirtilen ölüm nedenine dayanarak uyuşmazlık konusu 230 parselin tapu kaydının iptali ile adlarına tescilini istemiştir. Kural olarak tapulu bir taşınmazın veya tapuda kayıtlı bir payın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün değildir. Ancak, kanunun açıkça izin verdiği ve düzenlediği ayrık durumlarda böyle bir yerin koşulları oluştuğu takdirde kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün olabilir. Kanunun açıkça izin verdiği hallerden biri de TMK'nın 7132. maddesindeki düzenlemelerdir. Somut olayda uyuşmazlık konusu 230 parsel 15.01.1956 tarihinden itibaren Rebiş adına tapuya kayıtlıdır. Davacı taraf uyuşmazlık konusu taşınmazın harici satış senedinin düzenlendiğini iddia ettiği 23.07.1969 tarihinden itibaren zilyetliklerinde olduğunu ileri sürmüştür. Davalıların miras bırakanı Rebiş (Güldali) 1963 tarihinde ölmüştür. Dava konusu parsele ilişkin tapu kaydı 03.06.2005 tarihinde yapılan isim tashihi, intikal ve devir işlemine kadar intikal görmemiştir. Her ne kadar davalı Mustafa, dayanılan senetteki imzanın kendisine ait olmadığını , satış yapılmadığını savunmuş ise de, TMK'nın 7132. maddesinde edinme bakımından iyi niyet veya kötü niyet koşul olarak öngörülmemiştir. Davacıların kayıt malikini veya mirasçılarını tanıması veya bilmesi kazanmayı önlemez. Bu itibarla dayanılan senedin geçerliliği davanın görülebilme koşulu değildir. Senedin geçerliliği ancak zilyetliğin başlangıcı yönünden delil teşkil eder. TMK'nın 7132. maddesinde kayıt malikinin yirmi yıl önce ölmüş olması halinde taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının aynı maddenin 1. fıkrasında belirtilen koşullar altında tasarruf edilmiş olması halinde tescilinin istenebileceği belirtilmiştir. İddianın ileri sürülüş şekline göre, kayıt malikinin ölümü ve zilyetliğin başladığı iddia edilen tarihten niza konusu taşınmazın intikal tarihine kadar kazanmayı sağlayan süre şeklen yeterli ise de; uyuşmazlığın çözümünde dava konusu taşınmaz üzerinde sürdürüldüğü ileri sürülen zilyetliğin süresi ve niteliğinin saptanması önemlidir. Mahkemece, zilyetliğin sürdürülüş şekline ilişkin davacı tanıkları dinlenilmiş ise de, davalı tarafa delillerinin bildirilmesi için süre ve imkan tanınmamıştır. T.C. Anayasası'nın 36. maddesine göre; herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir. Tarafların yargılama sırasında serbestçe iddia ve savunmalarını ileri sürmeleri Anayasal haklarıdır ve kısıtlanamaz. Mahkemece yapılacak iş, davalı Mustafa'ya katıldığı takdirde delillerini sunmak üzere süre ve imkan tanınması, ondan sonra usule uygun keşif kararı verilerek belirlenecek yerel bilirkişi ve bildirildiği takdirde davalı tanıkları ile davacı tanıklarının HMK'nın 243, 244. (HUMK'nın 258.) maddesi gereğince keşif mahalline çağrılmaları, uyuşmazlık konusu taşınmaz üzerinde zilyetliğin kim tarafından, ne kadar zamandır ve hangi sıfatla sürdürüldüğü hususlarının sorulup belirlenmesi, beyanlar arasında çelişki olduğu takdirde HMK'nın 261. (HUMK'nın 265.) maddesi gereğince aykırılığın giderilmeye çalışılması, tüm taraf delilleri toplanarak sonucuna göre değerlendirme yapılması ve hüküm kurulmasıdır. Kabul şekline göre de; dava TMK'nın 7132. maddesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. TMK'nın 7132. maddesindeki yollama nedeniyle bu tür davaların aynı maddenin diğer fıkralarında yazılı koşullara tabi olması gerektiği sonucuna ulaşılır. Aynı maddenin 3. fıkrasındaki "tescil davası" sözcüğünün 1. ve 2. fıkraya göre açılacak davaları kapsadığının kabulü gerekir (Yargıtay HGK'nın 17.02.2010 tarih, 20108-58 E. 201078 K., M.R.Karahasan-İ. Özmen, Zilyetlik-Tescil-Tapu İptali Davaları, 1983, sh: 1451). Buna göre gerek yasal hasım durumunda bulunan Hazine ve diğer kamu tüzel kişileri ve gerekse iptal ve tescil isteği nedeniyle davada taraf durumunu almış bulunan kayıt malikinin mirasçıları davalılar harç, avukatlık ücreti ve diğer yargılama giderlerinden sorumlu tutulamazlar. Mahkemece, bu husus gözden kaçırılarak kayıt maliki davalı aleyhine harç, yargılama gideri ve avukatlık ücreti yükletilmiş olması doğru değildir. Bu durum karşısında eksik harcın davacılardan alınmasına, tüm yargılama giderlerinin davacılar üzerinde bırakılmasına ve davacılar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar verilmesi gerekir. Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı Mustafa'nın temyiz itirazlarının kabulü ile usul ve yasaya aykırı bulunan hükmün 6100 sayılı HMK'nın geçici 3. maddesi yollaması ile 1086 sayılı HUMK'nın 428. maddesi uyarınca (BOZULMASINA) ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 22.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.