Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 6669 - Karar Yıl 2011 / Esas No : 6377 - Esas Yıl 2010





ÖZET: ANAYASA MAHKEMESİ’NİN İPTAL KARARLARININ YA DA KANUNLARIN GERİYE YÜRÜMEZLİĞİ İLKESİNİN İSTİSNALARINI KAMU DÜ­ZENİ, GENEL AHLAK KURALLARI İLE KAZANILMIŞ HAK İLKESİ OLUŞ­TURMAKTADIR. KAZANILMIŞ (MÜKTESEP) HAKKIN SÖZ KONUSU OLDUĞU DURUMLARDA ANAYASA MAHKEMESİ’NİN İPTAL KARARLARININ UYGU­LANAMAYACAĞI KABUL EDİLMELİDİR.ELBİRLİĞİ MÜLKİYETİNDE DAVA KONUSU TAŞINMAZIN MİRAS BI­RAKAN ADINA TESCİLİNE KARAR VERİLMESİ İSTENEMEZ. ZİRA TMK’NIN 28. MADDESİ HÜKMÜ UYARINCA ÖLÜM İLE KİŞİLİK SON BULMAKTADIR. ÖLÜ KİŞİ HERHANGİ BİR HAKKIN OBJESİ VEYA SUBJESİ OLAMAZ. BU DURUMDA, DAVACI VEKİLİNİN TALEBİNİN TÜM MİRASÇILAR ADINA TESCİL TALEBİ OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ VE BU YÖNDE HÜKÜM KURULMASI GEREKMEKTEDİR.Mustafa ve müşterekleri ile Ecir ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kabulüne dair (Sincan İkinci Asliye Hukuk Mahke­mesi)’nden verilen 22.06.2010 gün ve 106/195 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalılar vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya in­celendi, gereği düşünüldü:Davacılar vekili, dava konusu 566 ve 571 parsellerin 20 yılı aşkın süredir vekil edenlerinin miras bırakanı Ali ve ölümü ile mirasçıları davacıların zilyetliğinde bulunduğunu, kayıt maliki görünen Şerife ve Hatice’nin 20 yılı aşkın bir süre önce öldüklerini, tapuda intikalen Sait adına 3/20 pay ile Ali ve Ecir’e ait 3/40 pay bakımından TMK’nın 713/2. maddesinde yazılı koşulların gerçekleştiğini açıklayarak iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalılar vekili, davacının evvelce kendi adına açtığı davayı kaybettiğini, şimdi tüm mirasçılar adına istediğini, malik sıfatı ile kullanmanın gerçek­leşmediğini açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.Mahkemece, kazanma koşullarının oluştuğu gerekçesi ile davacıların davasının kabulüne, dava konusu 566 ve 571 parsellerdeki davalılar adına olan paylar bakımından tapu kayıtlarının iptali ile davacıların murisi Ali adına tapuya tesciline karar verilmesi üzerine, hüküm, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dava konusu tarla vasfında 13500 ve 2700 m2 miktarındaki 566 ve 571 parseller, 1955 yılında yapılan kadastro çalışmalarında paylı şekilde gerçek kişiler adına tespit edilmiş, tespite itiraz sonunda 29.12.1961 tarihinde hük­men tapuya tescil edilmiştir. Malikler arasında davacıların murisi Ali’nin de 28.01.1969 tarihi itibarıyla 28/40 payı görülmektedir. Dava konusu edilen paylardan Mustafa kızı Şerife’ye ait 6/40 ve Mustafa kızı Hatice’ye ait 6/40 paylar 29.12.1961 tarihinde hükmen adlarına tescilli iken Şerife payı 25.09.2006 tarihinde Osman oğlu Sait’e, Hatice payı ise 26.04.2005 tarihinde Abdullah çocukları Ali ve Ecir’e intikal etmiştir. Dosya arasındaki veraset belgelerine göre Mustafa kızı Şerife 15.07.1969 tarihinde ölmüş, geride tek mirasçısı evlatlığı Sait, Mustafa kızı Hatice ise 31.10.1960 tarihinde ölümü ile geride mirasçı olarak çocukları Ali ve Ecir kalmışlardır.Davada öncelikle TMK’nın 713/2. maddesinde yazılı ölüm sebebine dayanıldığı anlaşıldığına göre somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK’nın 713/2. fıkrasındaki; “...ölmüş...” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi’nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar ya­yımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.Davaya dayanak oluşturan TMK’nın 713/2. fıkrasında yer alan “...öl­müş...” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesi’nin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların ön­lenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete’de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 tarihinde karar verilmiştir.”Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi;Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 153/2. fıkrasında; Anayasa Mah­kemesi’nin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı mad­denin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadarki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkumiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yo­rumlar, Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.Anayasa Mahkemesi’nin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların ko­runması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır.Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazete’de yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Ana­yasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesi’nin iptal karar­larının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK’nın 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “...ölmüş...” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi’nce iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK’nın 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.Görüldüğü gibi TMK’nın 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında...” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp be­lirlenmesi zorunludur.TMK’nın 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanun’la anılan fıkraya eklenmiştir.04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM’nin 639. (TMK’nın 713.) maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK’nın 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdasi (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK’nın 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.İşte TMK’nın 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK’nın 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesi’nce yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.TMK’nın 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm ka­zanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu ola­mayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanun’la getirilen ve TMK’nın 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hakimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tari­hinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazete’de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün dur­durulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuş­mazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesi’nin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yö­nünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.Bu açıklamalardan sonra kazanılmış hakkın olduğu gözetilerek TMK’nın 713/2. maddesi bakımından dosya incelendiğinde; dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine, davacıların murisi Ali’nin ölene kadar kendisi, 07.03.1978 tarihinde ölümü ile mirasçıları davacıların taşınmazdaki payları ile birlikte tümünü malik sıfatı ile tarla olarak kullandıkları mahalli bilirkişi ve tanıklarca ifade edildiğine, dava konusu 6/40 pay maliki Şerife’nin 15.07.1969 ölüm tarihinden, 6/40 pay maliki 31.10.1960 tarihinde ölen Hatice yönünden tutanağın kesinleştiği 29.12.1961 tarihinden tapuda intikallerin yapıldığı sırasıyla 25.09.2006 ve 26.04.2005 tarihlerine kadar 20 yıllık kazanma süresi de geçtiğine göre bu paylara ait tapu kayıtlarının hukuki değerini yitirdiğinin kabulü ile yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davacılardan Veyis’in aynı sebeple tek başına açtığı dava, zilyetliğin Ali mirasçılarına ait bulunması sebebiyle reddedil­diğinden eldeki dava bakımından aleyhe durum yaratmadığı gibi Ali mi­rasçılarının zilyetliğinin belirlenmesi bakımından önemi bulunmaktadır. Açık­lanan nedenlerle davalılar vekilinin aşağıdaki husus dışındaki hükmün esasına yönelen tüm temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.Ancak, davacı taraf, miras bırakanları Mustafa oğlu Ali adına tapu kaydının iptal ve tescilini istemiş ve mahkemece bu talep gözönünde tutularak muris adına tapuya tescile karar verilmiş ise de; elbirliği mülkiyetinde dava konusu taşınmazın miras bırakan adına tesciline karar verilmesi·istenemez. Zira TMK’nın 28. maddesi hükmü uyarınca ölüm ile kişilik son bulmaktadır. Ölü kişi herhangi bir hakkın objesi veya subjesi olamaz. Bu husus 04.05.1978 tarih 4/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da açıkça vurgulanmıştır. Bu durumda, davacı vekilinin talebinin tüm mirasçılar adına tescil talebi olarak değerlendirilmesi ve bu yönde hüküm kurulması gerekmektedir. Mahkemece tüm mirasçılar adına tescile karar verilmesi gerekirken ölü kişi Mustafa oğlu Ali adına tescile karar verilmiş olması doğru olmamıştır.Davalılar vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görüldüğünden kabulü ile usul ve kanuna aykırı görülen hükmün açıklanan nedenle 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi yollaması ile 1086 sayılı HUMK’nın 428. maddesi uyarınca (BOZULMASINA) ve peşin harcın istek halinde temyiz edenlere iadesine 06.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.