Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 5255 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 6807 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ : Akşehir Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 15/01/2010NUMARASI : 2009/234-2010/48Hazine ile S.. K.. ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve terkin davasının reddine dair Akşehir Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 15.01.2010 gün ve 234/48 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı Hazine temsilcisi tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:K A R A RDavacı Hazine vekili, asıl ve birleşen davalarda mülkiyeti davalıya ait olan 2105 parsel sayılı taşınmazın 4750 m2; 1961 parsel sayılı taşınmazın ise 10.000 m2 lik kısımlarının kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını, özel mülkiyete konu olamayacağını ileri sürerek, dava konusu taşınmazların kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan kısımlarının tapu kayıtlarının iptali ile kıyı olarak kamuya terkinine karar verilmesini istemiştir. Davalı Veli Kocatürk'ün yargılama sırasında 15.03.2001 tarihinde vefat etmesi nedeniyle mirasçıları davaya dahil edilerek yargılanmaya devam edilmiştir. Ne var ki; davalılar usulüne uygun dava dilekçesi tebliğine karşın yargılama oturumlarına katılmamış ve cevap vermemişlerdir.Mahkemece, bozma ilamından sonra birleşen dosyada dava konusu edilen 2105 parsel sayılı taşınmaz yönünden açılan davanın HUMK'nun 409/5 maddesi gereğince açılmamış sayılmasına, asıl dosyada dava konusu yapılan 1961 parsel sayılı taşınmaz yönünden ise davanın 10 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.Hüküm; davacı Hazine temsilcisi tarafından süresi içerisinde dilekçesinde yazılı nedenlerle dava konusu 1961 parsel yönünden temyiz edilmiştir. Davacı Hazine vekili, 21.06.2004 günlü yargılama oturumunda 2105 parsel sayılı taşınmaz bakımından davayı takip etmeyeceklerini bildirmiş ve yargılama sırasında bu taşınmaz yönünden dava yenilenmediğinden mahkemece 27.09.2004 tarihli ilk kararla 2105 parsel sayılı taşınmaz yönünden davanın HUMK'nun 409. maddesi gereğince açılmamış sayılmasına, 1961 parsel sayılı taşınmaz bakımından ise davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, davacı Hazine vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nce 03.04.2008 günlü 2008/458 Esas ve 2008/4392 Karar sayılı ilamı ile; yerel mahkeme hükmünün yargılama giderleri ve Avukatlık ücretine ilişkin bölümleri bakımından yazılı gerekçelerle bozma sevk edilmiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyulması kararı verildikten sonra, yukarıda yazılı şekilde hüküm kurulmuştur.Hemen belirtilmelidir ki; Mahkemenin kararı 5841 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 14.03.2009 tarihinden sonra verilmiş olup; bu Kanun'un 2 ve 3. maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulmuştur.14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 2. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlede; "bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın" ve 3. maddesi ile aynı Kanun'a eklenen Geçici 10. maddesinde ise; "Bu Kanun'un 12. maddesinin 3. fıkrası hükmü Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır." şeklindedir. Bu değişiklik nedeniyle bu Yasa'nın yürürlük tarihinden sonra Hazine'nin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlanmıştır.Ne var ki, Yerel Mahkeme kararının temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesi'nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 Esas, 2011/77 Karar sayılı kararıyla; "25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 2. maddesiyle 21.06.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3. maddesiyle 3402 sayılı Yasa'ya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline" karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmıştır.Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır. Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 33. maddesinde yer alan "Hakim, Türk Hukukunu re'sen uygular" hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Yasa hükümleri uyarınca, davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün, verildiği tarih itibarıyla doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasa'nın 153. maddesine göre iptal kararı geriye yürümezse de 10.03.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'nın gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi'nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içermektedirler. Bu nedenle Mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.Somut olayda; işin esasının ve dava konusu 1961 parsel sayılı taşınmazın 3621 sayılı Kıyı Kanunu hükümleri ve 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla belirlenen veya belirlenecek olan kıyı kenar çizgisine göre değerlendirilmesi ve ayrıca 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasa'nın 16. maddesiyle 3402 sayılı Yasa'nın 36. maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususunun da gözetilmesi zorunludur. Davacı Hazine vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 25.03.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.