Elmas ile Mustafa aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair (Nevşehir Sulh Hukuk Mahkemesi)'nden verilen 30.12.2009 gün ve 878/1560 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı tarafından süresinde istenilmiş olmakla dosya incelendi, gereği düşünüldü: Davacı Elmas, davalı Mustafa adına kadastro çalışmaları sırasında tespit ve tescil edilen 225 ada 5 sayılı parselin 05.09.2007 tarihli bağış senediyle annesi Fatik tarafından ölünceye kadar bakma akdi karşılığında kendisine bağışlandığını, Mustafa'yla bir ilgisi bulunmadığını, annesinden kalan taşınmaz olduğunu belirterek tapu kaydının iptali ile adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalı Mustafa, açılan davanın yerinde olmadığını, babasının ölümünden sonra taşınmazın kendilerine intikal ettiğini, eşinin de bu yerde ziynet hakkı bulunduğunu ve taşınmazın babasından kalan yer olduğunu açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, "...Ölünceye kadar bakma sözleşmelerinin yetkili merciler olan noterler ve tapu sicil memurları huzurunda veya önünde yapılması gerektiğini, resmi şekilde yapılmayan bu tür sözleşmelerin geçerliliğinin kabul edilemeyeceğini, dinlenen tanıkların bu hususta herhangi bir beyan öne sürmediklerini ve senedin kadastro tespitinden sonra yapıldığını..." gerekçe göstererek davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı Elmas tarafından temyiz edilmiştir. Dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik, ölünceye kadar bakma akdi karşılığı yapılan bağış gibi kadastrodan önceki ve sonraki hukuki sebeplere dayalı olarak açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş ise de gösterilen gerekçeye katılma olanağı bulunmamaktadır. 225 ada 5 sayılı parsel, 26.04.2007 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında İbrahim oğlu Mustafa'nın zilyet ve tasarrufunda bulunduğu gerekçesiyle davalı Mustafa adına tespit edilmiş, kadastro tutanağının 10.08.2007 tarihinde kesinleşmesiyle tapu kaydı oluşmuştur. Davalı Mustafa taşınmazın babasından kaldığını ileri sürmüş, davacı Elmas ise dava konusu parselin annesinden kaldığını, babasıyla bir ilgisinin bulunmadığını, 05.09.2007 tarihli bağış senediyle annesi tarafından kendisine bağışlandığını açıkladığından bu hususlar üzerinde mahkemece yeteri kadar durulmadığı gibi sadece bir yerel bilirkişinin beyanı ile hüküm kurulduğu saptanmıştır. Gerekçesinde "dinlenen tanıklar" sözünü açıklamakla birlikte herhangi bir tanığın dinlenmediği görülmüştür. Dava konusu taşınmaz kadastro tespitinin yapıldığı ve tutanağın kesinleştiği 10.08.2007 tarihinden sonra 05.09.2007 tarihinde bağışlandığı anlaşılmaktadır. Davacı aynı zamanda kadastrodan önceki nedenlere dayandığına göre dava konusu parselin tarafların annesi Fatik'ten mi yoksa babalan İbrahim'den mi kaldığı hususları uyuşmazlık noktası teşkil ettiğinden mahkemece bu konuların araştırılıp belirlenmesi zorunludur. Yargılama tutanakları üzerinde yapılan incelemede tarafların delillerini ve tanıklarını bildirmeleri için mahkemece, kendilerine herhangi bir süre ve imkan da tanınmadığı saptanmıştır. Zilyetlik maddi olaylardan olup, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14/1. fıkrası gereğince yerel bilirkişi, tanık ve her türlü delille kanıtlanması mümkündür. Sadece bir yerel bilirkişinin dinlenmesiyle ve onun beyanıyla sonuca ulaşılması olanaklı değildir. Bu bakımdan, mahkemece yapılacak iş; öncelikle tarafların tanık ve delillerini bildirmeleri için yöntemine uygun bir biçimde kendilerine süre ve imkan tanınması, tanık bildirildiği takdirde yerel bilirkişi ve tanıkların HUMK'nın 258 ve 259. maddeleri gereğince çağırılarak keşifte dinlenmelerinin sağlanması, taşınmazın Fatik'ten mi yoksa babaları İbrahim'den mi kaldığı hususlarında detaylı bilgilerinin alınması, böylece iddia ve savunmanın açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Şayet taşınmaz yapılacak araştırma ve inceleme sonucu davacının İddia ettiği biçimde annesinin babasından paylaşım sonucu annesi Fatik'e, ondan da bağış yoluyla 05.09.2007 tarihli senette açıklandığı gibi davacıya geçmiş ise, kadastro öncesinde, taşınmazın tapusuz olduğu gözetilerek Borçlar Kanunu'nun 237/1 ve TMK'nın 763. Maddesi gereğince mülkiyetin bağış ve teslimle davacıya geçtiğinin kabulü gerekir. Zira, her ne kadar 05.09.2007 tarihli bağış senedi tespitin kesinleşmesinden sonra yapılmış ise de, davacı Fatik bu senetle kadastrodan önce doğan dava haklarını da bu senetle davacı Elmas'a devrettiğinin de kabulü gerekir. Kadastro Öncesi ve sonrası doğan tüm hukuki haklar yapılan bağış ve dava hakkının devri iie malik Fatik'ten davacıya geçmiş olmaktadır. Bu senetle davacı kadastrodan önceki nedenlere dayanarak dava açmakta hukuki yaran bulunmaktadır. Bu durum kanıtlandığında bağış senedine ve dava hakkı devrine dayanılarak davanın kabulü düşünülmelidir. Aksi halde yani, taşınmazın babaları İbrahim'den kaldığı belirlendiği ve tüm mirasçıların katılımıyla yöntemine uygun bir biçimde yapılmış bir paylaşım söz konusu olmadığı takdirde davacının isteği miras payı oranında iptal ve tescil biçiminde yorumlanarak ve kabul edilerek sözü edilen parselin tapu kaydının davacının miras payı oranında iptal ve tescile karar verilmesi söz konusu olur. Borçlar Kanunu'nun 237/1. maddesi uyarınca, tapusuz taşınmazların bağışlanması konusunda herhangi bir yazılı şekil öngörülmemiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasıyla tapulu taşınmazlar bakımından yazılı şekil öngörülmüştür. Bundan ayrı TMK'nın 763. maddesi gereğince; tapusuz taşınmazlar menkul niteliğinde olup, mülkiyet satış, devir ve teslimle alıcısına geçer. Mahkemenin ileri sürdüğü gibi, tapusuz taşınmazlarda resmi şekil öngörülmemiştir. Davacı Elmas'ın temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile usul ve kanuna aykırı olan yerel mahkeme hükmünün açıklanan nedenlerle ve HUMK'nın 428. maddesi uyarınca (BOZULMASINA) ve peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine 08.07.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.