MAHKEMESİ : Sarıkamış Sulh Hukuk MahkemesiTARİHİ : 10/10/2011NUMARASI : 2011/56-2011/202A.. K.. ile Tahir Kaynak ve A.. K.. aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kabulüne dair Sarıkamış Sulh Hukuk Mahkemesi'nden verilen 10.10.2011 gün ve 56/202 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davalılardan T.. K.. tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü: K A R A R Davacı, satın alma, miras yoluyla intikal ve eklemeli 30 yılı aşkın kazanmayı sağlayan zilyetlik nedenlerine dayanarak, 127 ada 3 parselin tapu kaydının iptaliyle adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalılar, yapılan tebligata karşılık yargılama oturumlarında temsil olunmamıştır..Mahkemece, davanın kabulüne, teknik bilirkişi raporunda A harfiyle gösterilen 5813,03 m2 yerin tapu kaydının iptaliyle en son parsel numarası verilmek suretiyle davacı adına tapuya tesciline karar verilmesi üzerine; hüküm, davalılardan T.. K.. tarafından temyiz edilmiştir.Tarla niteliğindeki 24.588 m2 yüzölçüme sahip dava konusu 127 ada 3 parsel, 20 yıldan fazla süre İ.K. tarafından kullanıldığı, 1989 yılında zilyetliğini çocukları T. ve A.. K..'a devrettiği açıklanarak, 13.12.2007 tarihinde belgesizden 1/2 paylı mülkiyet şeklinde davalılar Tahir ve A.. K.. adına tespit edilmiş, kadastro tutanağının 12.06.2008 tarihinde kesinleşmesi üzerine tapu kaydı oluşmuştur.Davacı dava dilekçesinde, dava konusu taşınmazın miras bırakan Ş. K.'dan kaldığını ileri sürerek iptal ve tescile karar verilmesini istemiştir. Mirasçılık belgesine göre, miras bırakan Ş. K., 21.02.12006 tarihinde ölmüş olup, tarafların arasında soyadı benzerliği var ise de dosya arasındaki bilgi ve belgeler, mirasçılık belgesi ile nüfus kayıtlarına göre her hangi mirasçılık ilişkisi bulunmamaktadır. Miras bırakanın ölüm tarihine göre, terekesi elbirliği mülkiyet hükümlerine tabi olup, taksim hakkında bir açıklama da yapılmamış, aksine taşınmazın babası Şükrü Kaynar'a ait olduğu, ölmesi üzerine davacı tarafından kullanıldığı bildirilmiştir. TMK.nun 701.maddesinde; "Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti elbirliği mülkiyetidir" şeklinde tanımlanmıştır. Elbirliği mülkiyetinde mirasçıların tereke malları üzerinde belli pay veya payları olmayıp hakları taşınmazın tamamı üzerine yayılmış olup terekenin tamamını kapsar. Aynı Kanunun 702.maddesinde topluluk devam ettiği sürece tasarrufi işlemlerde tüm ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerektiği belirtilmiştir. Dava açmakta tasarrufi bir işlem olduğuna göre, mirasçılardan birisinin tek başına dava açması mümkün değildir. Başka bir anlatımla bir mirasçının elbirliği mülkiyet hükümlerine tabi bir taşınmaz üzerinde tasarruf da bulunma yetkisi bulunmamaktadır. Mirasçılardan birisinin açtığı dava diğer mirasçıların paylarını kapsamadığından ve aynı zamanda onlar adına da dava açılmadığından, davaya diğer mirasçıların katılması (olurlarının alınması) veya TMK.nun 640.maddesi uyarınca miras ortaklığına temsilci tayin edilmek suretiyle davaya devam edilmesi mümkün değildir. Davacının böyle bir dava açma yetkisi bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, bu husus gözden kaçırılarak işin esasına girilmek suretiyle yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.Kabule göre de; davalı Tahir adına çıkarılan duruşma günü davetiyesi, 28.03.2011 tarihinde G. Köyü'nde ikamet ettiği belirtilerek aynı çatı altında oturduğu yazılı yeğeni G. K. adına tebliği edilmiştir. Davacı temyiz dilekçesinde dava tarihi itibarı ile İstanbul'da ikamet ettiğini 2 yıl süre ile İstanbul'da oturduktan sonra köye döndüğünü, aleyhine açılan davadan haberdar olmaması nedeniyle savunma ve delillerini bildiremediğini ileri sürmüştür. Dosyadaki bilgi ve belgeler ile, davacının temyiz dilekçesine eklediği evrak ve belgelerden davalının dava tarihi itibarı İstanbul adresinde ikamet ettiği bu nedenle davalıya yapılan tebligatın geçersiz olduğu anlaşılmaktadır. Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların yargılama gününden haberdar edilmesi ile mümkündür. Kişinin hangi yargı merciinde duruşmasının bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilebilmesi, usulüne uygun olarak tebligat yapılması ile sağlanabilir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 36 ve HMK. nun 27. (HUMK. nun 73, AİHS. 6) maddeleri hükümlerinde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, Mahkeme, tarafları dinlemeden, onları iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez. Bu bakımdan davetin ve bunun yazılı şeklinin (davetiyenin) davadaki önemi büyüktür.Asıl olan tarafların huzurunda yargılamanın yürütülmesi olmakla birlikte, Hukuk Mahkemelerinde, taraflar yargılamaya katılmasalar bile mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidirler. Duruşmaya gelinmese dahi ilgilinin yokluğunda davaya devam edilip karar verilmesine usulün olanak tanıdığı hallerde, açıklanan biçimdeki uyarıyı taşıyan davetiyenin tebliğ edilmesinden ve yasaya uygun biçimde taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girilmesi, deliller toplanarak bir sonuca ulaşılması gerekirken açıklanan ilke ve esaslara aykırı şekilde davalının savunma hakkı kısıtlanmak suretiyle yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi de doğru olmamıştır.Davalı T.. K..'ın temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, sair hususların incelenmesine şimdilik yer olmadığına, HUMK.nun 440/III-1, 2, 3 ve 4. bentleri gereğince ilama karşı karar düzeltme yolu kapalı bulunduğuna ve 21,15 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davalılara iadesine, 13.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.