Anasayfa /
İçtihat /
Yargıtay Karar No : 19292 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 3211 - Esas Yıl 2014
MAHKEMESİ : Çarşamba 2. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 09/03/2010NUMARASI : 2009/620-2010/91H.. H.. ile N.. T.. aralarındaki tapu iptali ve terkin davasının hak düşürücü süre nedeni ile reddine dair Çarşamba 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 09.03.2010 gün ve 620/91 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü: K A R A R Davacı H.. H.. vekili, davalılar adına kayıtlı Samsun İli, Ç.. İlçesi, A.. Köyü G.. Mevkii 501 parsel sayılı 7000 m2 yüzölçümlü taşınmazın 3621 sayılı Kıyı Kanunu'na göre kıyı kenar çizgisi kapsamında kaldığından tapu kaydının iptaline karar verilmesini istemiştir.Davalı vekili, zamanaşımı ve hak düşürücü süre yönünden itiraz ettiğini bildirerek süresinde açılmayan davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davalı taşınmazın kadastro tutanağı 01.02.1971 tarihinde kesinleştiğinden, 3402 sayılı Yasa'nın 12/3. maddesi gereğince 10 yıllık hak düşürücü süre geçmiş olduğundan ve davacı H.. H..'nin yargılama giderleri ile vekalet ücretinden sorumlu tutulması gerektiğinden bahisle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı H.. H.. vekili tarafından temyiz edilmiştir. Hemen belirtilmelidir ki, 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 2. maddesi ile 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlede: “Bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın" ve 3. maddesi ile aynı Kanuna eklenen Geçici 10. maddesinde ise; “Bu Kanun'un 12. maddesinin 3. fıkrası hükmü Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindedir. Bu değişiklik nedeniyle bu Yasa'nın yürürlük tarihinden sonra H.. H..nin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlanmıştır.Ne var ki, yerel mahkeme kararının temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesi'nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 Esas, 2011/77 Karar sayılı kararıyla; “25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 2. maddesiyle 21.06.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3. maddesiyle 3402 sayılı Yasa'ya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanmıştır.Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 33. maddesinde yer alan “Hakim, Türk hukukunu resen uygular” hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır. Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında ve ayrıca Anayasa'nın 153. maddesine göre iptal kararı geriye yürümez ise de; 10.03.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içermektedirler. Bu nedenle mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.Bu halde mahkemece mahallinde keşif yapılarak dava konusu taşınmazın, 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca öncelikle idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisine ilişkin kroki uzman bilirkişisi kurulu aracılığıyla yapılacak keşifte uygulanmalı, kıyı kenar çizgisinin adli yargıca belirlenmesi mümkün bulunduğundan, gerek görüldüğü takdirde kıyı kenar çizgisinin bizzat mahkemece belirlenmesinin düşünülmesi, 3621 sayılı Yasa'nın 9. maddesine göre oluşturulacak bilirkişi heyeti vasıtası ile kıyı kenar çizgisi belirlenmeli, bilirkişi heyetinden idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisi ile ayrıntılı denetime açık rapor temin edilerek sonucuna göre karar verilmelidir. Davacı H.. H.. vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle ve 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4 (HMK 297/ç) ve 440/I. maddeleri gereğince Yargıtay Daire İlamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 27.10.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.