MAHKEMESİ : Karaburun Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 28/07/2009NUMARASI : 2008/99-2009/56Hazine ile K.. B.. aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair Karaburun Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 28.07.2009 gün ve 99/56 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı Hazine vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü: K A R A RDavacı Hazine vekili, davalı adına tapuda kayıtlı bulunan 84 ada sayılı parselin ekte sunulan kroki üzerinde kırmızı kalemle işaretli bölümü kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını 3621 sayılı Kıyı Kanunun 5. maddesi uyarınca bu tür yerlerin devletin hükümet tasarrufu altında bulunan ve kamuya açık yerlerden sayılan taşınmaz olduğunu açıklayarak kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan bölüm bakımından tapu kaydının iptali ile tescil harici olarak taşınmazın terkinine ve mevcut taşınmaz üzerinde bulunan yapının yıktırılmasına karar verilmesini istemiştir.Davalı K.. B.. vekili, 18.10.2002 havale tarihli cevap dilekçesinde davalı belediyenin de merkezi idarenin bir uzantısı olduğunu taşınmazın belediye adına tapuda kayıtlı bulunduğunu kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan taşınmazın belediye adına tapuda kayıtlı olmasına engel bir durum bulunmadığını bu tür davaların hakem sıfatıyla görülmesi gerektiğinin 3533 sayıl?? kanun hükmü gereği olduğunu açıklayarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Mahkemece,"...dava konusu 84 ada nolu parselin teknik bilirkişilerin 24.07.2009 tarihli raporunda A harfi ile gösterilen 43 m2'1ik kısmının kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı anlaşılmış ise de; yapılan yargılama sırasında 25.02.2009 tarihinde kabul edilip 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 sayılı yasanın 2. maddesiyle 3402 sayılı Yasa'nın 2. maddesinin 3. fıkrasına eklenen bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır ve 3. maddesiyle eklenen Geçici 10. maddesinin "bu Kanun'un 12. maddesinin 3. fıkra hükmü Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiasıyla yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz hükme bağlanmamış davalarda dahil uygulanır" şeklindeki hükmü gözetildiğinde kadastro tespitinin kesinleştiği tarih olan 28.6.1985 tarihi ile davanın açıldığı tarih arasında 3402 sayılı yasanın 12. maddesinde söz edilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu anlaşılmakla davacının davasının hak düşürücü söylemlerine" karar verilmesi üzerine hüküm davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dava 3621 sayılı kanun hükümleri uyarınca kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan taşınmaz bölümü bakımından tapu kaydının iptali ile bu bölümün terkinine ve kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan bölüm üzerinde bulunan yapının yıktırılması isteğine ilişkindir.Yerel Mahkemece 15.07.2003 tarih ve 2002/126 Esas, 2003/101 Karar sayılı kararı ile Teknik Bilirkişi P.S.. T..'in 21.04.2003 tarihinde rapor ve krokisinde A harfi ile işaretlediği 50 m2'lik yer bakımından tapu kaydının iptali ile taşınmazın terkinine karar verilmiş, davaya hakem sıfatı ile bakılması nedeniyle hazine tarafından temyiz edilen hüküm "Yüksek Yargıtay 1 . Hukuk Dairesinin 26.1.2005 tarih ve 2004/14644 Esas, 2005/241 Karar sayılı ilamı ile dava tarihinde yürürlükte bulunan 3533 sayılı Yasa'nın 4. maddesi, 19.07.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4916 sayılı Yasa'nın 24. maddesiyle değişikliğe uğramış, yeni düzenlemeyle taşınmaza ilişkin uyuşmazlıklarda, taşınmazın aynına yönelik" çekişmelerin hakemin görev alanından çıkartıldığı gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.Mahkemece bu sefer bozma ilamına uyulmuş ve 18.04.2006 tarih, 2006/8 ve 2006/34 sayılı kararı ile genel yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verilmesi ve hükmün hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yüksek Yargıtay 1. Hukuk Dairesi'nin 19.9.2007 tarih ve 2007/7008 Esas, 2007/8619 Karar sayılı ilamı ile Yerel Mahkeme'nin hükmünün onanmasına karar verilmiştir. Daha sonra yapılan yargılamada Karaburun Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 28.07.2009 tarih ve 2008/99 Esas ve 2009/56 Karar sayılı ilamı ile 5841 sayılı yasa ile 3402 sayılı yasanın 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen ek fıkra ve Geçici 10. madde gereğince hak düşürücü süreden davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm yine davalı hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.Mahkemece davanın reddine karar verilmiş ise de, mahkemenin bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır. Somut olayda; 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2.maddesi ile 3402 sayılı Kanun'un 12.maddesinin 3.fıkrasına eklenen cümlede: "Bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer Kamu Tüzel Kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın" ve 3. maddesi ile aynı Kanuna eklenen Geçici 10.maddesinde ise; "Bu Kanunun 12.maddesinin 3. fıkrası hükmü Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır." şeklindedir. Bu değişiklik nedeniyle bu Yasanın yürürlük tarihinden sonra Hazine'nin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlanmıştır.Ne var ki, bozma kararından sonra Mahkemenin bozma sonrası verilen hükmünden önce Anayasa Mahkemesi'nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararıyla; "25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 2.maddesiyle 21.06.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12.maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3.maddesiyle 3402 sayılı Yasaya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline" karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 33.maddesinde yer alan "Hakim, Türk hukukunu resen uygular" hükmü ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.Öyle ise, kesin hüküm halini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Yasa hükümleri kapsamında, Anayasanın 153.maddesine göre iptal kararı geriye yürümez ise de 10.03.1969 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemez ve henüz anlaşmazlık hali devam ediyorsa iptalin kapsamına girer. Bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesinin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. Zira, kamu düzeninin söz konusu olduğu bütün haller istisnanın kapsamına girer.Bir başka yönüyle, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları usuli kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler. Her ne kadar Yargıtay 1. Hukuk Dairesince, 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle Yerel Mahkeme'nin verdiği redde ilişkin ilk kararla ilgili esasa ilişkin Hazine'nin temyiz itirazları reddedilmiş ve taraflarca karar düzeltme talebinde bulunulmadığından kesinleşmiş ise de, bozma ilamının dayanağını oluşturan yasa metni Anayasa Mahkemesi'nce yukarıda değinildiği üzere iptal edilmiş olmakla; artık taraflar yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleştiğinden söz edilemeyecektir. Bu husus, 28.06.1960 tarih ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da "...Sonradan çıkan İçtihadı Birleştirme Kararının, temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz Mahkemede veya temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir... " şeklinde ifade edilmiştir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.Hal böyle olunca, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanması zorunlu olup, kamu malları ile ilgili davalar, aynı zamanda kamu düzeni ilkesini de içermektedirler. Bu nedenle mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.Somut olayda; işin esasının ve dava konusu taşınmaz bölümünün, 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla belirlenen veya belirlenecek olan kıyı kenar çizgisine göre değerlendirilmesi ve ayrıca 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 16. maddesiyle 3402 sayılı Yasanın 36. maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve yargılama giderlerinden sayılan avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususunun da gözetilmesi, ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır. İşin esası ile ilgili oluşacak hükmün sonucuna göre yargılama giderleri ile ilgili bir değerlendirme yapılabileceği açıktır.Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı Hazine vekilinin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, HUMK'nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK'nun 440/1 maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 04.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.