Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 16598 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 22787 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ : Bursa 7. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 25/04/2013NUMARASI : 2012/15-2013/229M.. Ç.. ile S.. A.. ve müşterekleri aralarındaki muhdesat aidiyetinin tespiti davasının reddine reddine dair Bursa 7. Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 25.04.2013 gün ve 15/229 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü: KARARDavacı vekili, dava dilekçesinde vekil edeninin babası A.. Ç..'ın 08.09.2010 tarihinde vefat ettiğini, geriye mirasçı olarak veraset ilamında belirtilen mirasçıların kaldığını ve 781 ve 762 sayılı parsellerin murislerinden intikal ettiğini, vekil edeni tarafından bu taşınmazlar üzerine muhtelif meyve ağaçları diktiğini açıklayarak ağaçların mülkiyetinin vekil edeni M.. Ç..'a ait olduğunun tespit edildiğine karar verilmesini istemiştir. Bir kısım davalılar vekili Av. Hatice Köse, 28.06.2012 havale tarihli dilekçesinde; muris zamanında taşınmaz üzerinde yaşlanmış önceki şeftali ağaçlarının sökülerek yerine şu anda mevcut olan şeftali ağaçlarının dikildiğini, halk arasında çöğül fidanı denildiğini, önceki şeftali ağaçlarının bizzat muris tarafından yetiştirildiğini, vekil edenleri N.. K.. ve Selime'nin babaları Ali'ye yardım ettiklerini işçi olarak bu iş için çalıştıklarını, bu konuda davacıya ihtarname çektiklerini, dosyada olduğunu açıklayarak hukuki dayanaktan yoksun davacının davasının reddine, davaya konu ağaçların mülkiyetinin muris Ali'ye ait olduğunun tespitine karar verilmesini istemiştir.Diğer davalı Saime'ye dava dilekçesi tebliğ edilmesine karşın yargılama oturumlarına katılmamıştır.Mahkemece; “... ortaklığın giderilmesi davasının Sulh Hukuk Mahkemesinde, satış yapılması suretiyle giderilmesine karar verildiğini, satış kararından sonraki muhdesat tespitinin sonucu etkilemediğini, dolayısıyla davacının bu davayı açmakta hukuki yararı bulunmadığını....” gerekçe göstermek suretiyle davanın reddine karar verilmesi üzerine, hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dava, dava konusu parseller üzerinde bulunan çeşitli meyve ağaçlarının davacı tarafından meydana getirildiğinin tespiti isteğine ilişkindir.Her iki parselle ilgili olarak Bursa 4. Sulh Hukuk Mahkemesi'nde 2012/1920 Esas ve 2013/269 Karar sayılı dava dosyası ile ortaklığın giderilmesi davasının açıldığı, bu davanın satış suretiyle ortaklığın giderilmesi ile sonuçlandığı, dosya kapsamı ile sabit olduğu ve bu husus aynı zamanda mahkemece de kabul edildiği halde, “davacının ancak satış payından alacak istemli dava da haklarını ileri sürebileceği” ve bu gerekçeyle davacının hukuki yararının bulunmadığı görüşünden hareketle davanın reddine karar verilmesi yönündeki görüş ve düşünceye katılma olanağı bulunmamaktadır.HUMK’da yer almamakla birlikte Yargıtay uygulaması gereğince “hukuki yarar ilkesi” davanın açılması bakımından dava şartı olarak kabul edilmekte ve uygulanmakta idi. 6100 sayılı HMK’nun hazırlanınca, uygulamadan esinlenerek bu hukuki yarar ilkesi kanun hükmü haline getirildi. HMK’nun dava şartları başlığını taşıyan 114/1-h bendinde, “davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması", ilkesinin dava şartları arasında sayıldığı görülmektedir. Hukuki yarar ilkesinin bulunduğu durumlarda mutlaka önce bir mahkemede davanın açılması ondan sonra bu mahkemeden muhdesata ilişkin veya mahkemeden herhangi bir işin yapılması bakımından yetki alınmasına gerek olmadığı gibi önce bir şeyin icra takibine konulması belirli aşamalardan sonra icra müdüründen yetki alınması suretiyle herhangi bir davanın açılmasına da gerek bulunmamaktadır. Aksi halde hak arama yollarının kapatılması ya da sınırlandırılması söz konusu olacaktır. Nitekim Anayasa'nın hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip” olduğunu vurgulamaktadır. Hak arama yollarının açık tutulması esas olup, bunun kısıtlanması ya da tamamen kapatılması kişilerin, kurum ve kuruluşların takdirine bırakılamaz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde de; hak arama hürriyetine ve adil yargılanma hakkına vurgu yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin kararları ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları da bu doğrultudadır. Bu konuda Anayasa’nın 90. maddesinin de gözardı edilmesi olanaksızdır. Anayasa'nın 90/5. fıkrasına göre; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin Milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda Milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Görülüyor ki temel hak ve özgürlüklere ilişkin hususlar konusunda çıkabilecek farklı hükümler olduğunda Milletlerarası andlaşma hükümlerine üstünlük tanınmaktadır. Söz konusu bu hüküm ile de hak arama yollarının sınırlandırılması veya kapatılması anılan Anayasa'nın 90. maddesine aykırılık oluşturur. Bundan ayrı hiç kimse; bir diğerini önce şu veya bu şekilde dava açmaya, takip yapmaya veya herhangi bir biçimde hareket etmeye ya da yol göstermeye zorlayamaz. Bu bakımdan muhdesatın aidiyetinin tespitine karar verilmesi için, çoğunluğun gerekçesinde açıkladığı gibi iki veya üç sebeple sınırlandırmak mümkün değildir. Kaldı ki, bu sınırlandırmanın yasal dayanağı bulunmamaktadır. Önemli olan hak ve özgürlüklerin önünün açık tutulmasıdır. Bu açıkça kişi ya da kurum ve kuruluşların hak arama özgürlüğünü sınırlamak anlamına gelir. Bu nedenle bu görüşe katılmak mümkün değildir.8. Hukuk Dairesi, 15.10.2007 tarih ve 2007/4224 E, 2007/5537 Karar sayılı kararı ile; “... davacının taşınmazda paydaş olmadığı, paydaşlardan birisinden HARİCEN ve Geçersiz ADİ SENETLE taşınmazın bir bölümünü satın alarak üzerine dava konusu muhdesat nitelikli binayı yaptığı, davacının üçüncü kişi konumunda bulunduğu, bu konuda uyuşmazlık bulunmadığı, kayıt malikleri (paydaşlar) arasında ortaklığın giderilmesi davasının açıldığı, ortaklığın satış yoluyla giderilmesine karar verildiği takdirde parsel üzerinde bulunan muhdesatın taşınmazla (zeminle) birlikte satılacağı hususunda duraksama olmadığı, bu hale göre taşınmaz üzerinde bulunan evin değerinin ve kime ait olduğunun belirlenmesinde davacının (harici satış senedi sahibinin) hukuki yararı bulunduğu, bu bakımdan mahkemenin muhdesatın tespitine yönelik davacı talebinin reddine karar vermiş olmasında isabet görülmediği...” gerekçesiyle BOZMA sevk edilmiştir. Yerel Mahkemenin DİRENME kararı; daha geniş bir gerekçeyle HGK'nun 11.03.2009 tarih ve 2009/8-75 E, 2009/116 Karar sayılı kararı ile BOZULMUŞTUR. Görüldüğü gibi, 8. Hukuk Dairesi geçersiz harici satış sözleşmesi ile TAPULU taşınmazı satın alan ve tapu kaydı ile bir ilgisi dahi bulunmayan davacıya dahi muhdesatın kendisi tarafından meydana getirildiğinin (yapıldığının) tespiti davasında, davacının HUKUKİ YARARININ olduğunu kabul etmekte, Yüksek HUKUK GENEL KURULU'nca da davacının hukuki yararının olduğuna vurgu yapılmakta ve direnme kararının bozulmasına karar verilmektedir. Yine Yüksek 7. HD'nin “...taşınmazla ilgili ortaklığın giderilmesi davasının açılmadığı, herhangi bir kamulaştırma işlemininde olmadığı, bu bakımdan davacının muhdesatın aidiyetinin tespiti davasını açmakta hukuki yararının kabul edilemeyeceği ve davanın reddi gerektiği yönündeki bozma ilamları, HGK'nun 05.10.2012 tarih ve 2012/7-334 E, 2012/650; 28.03.2014 tarih ve 2013/7-670 E, 2014/423 (bu karara konu muhtesatla ilgili dava açıldıktan sonra paydaşlar arasında ortaklığın giderilmesi davası açılmıştır. Halbuki hukuki yarar dava şartı olup davanın açıldığı tarihte aranır ve ilke bu olduğu halde, HGK böyle bir durumdaki davacının hukuki yararının olduğunu kabul etmiştir.) ve 31.07.2007 tarih ve 2007/7-830 E, 2007/801 (bu karara konu muhdesat aidiyetinin tespiti davasına ait yerel mahkeme kararının BOZULMASINDAN sonra paydaşlar arasında ortaklığın giderilmesi davası açılmıştır. HGK'nun ikinci kararı ile parantez içerisinde gösterilen bilgi bu karar içinde geçerlidir.) Karar sayılı kararları ile davacının hukuki yararının bulunduğu kabul edilmiş, Özel Daire'nin bozma ilamındaki iki gerekçeyle sınırlı görüşünü benimsememiştir. Davacı taşınmazlar üzerindeki çeşitli meyve ağaçlarının kendisi tarafından dikildiğini ve meydana getirildiğini açıklayarak bu meyve ağaçlarının kendisi tarafından meydana getirildiğinin tespitini istemesinde hukuki yararı vardır. Taşınmazların satışı suretiyle ortaklığın giderilmesi hukuki yararın sonucunu etkilemez. Bu ağaçlara ait alacağını tahsil etmesi içinde yine öncelikle ağaçların kendisi tarafından dikildiğinin ve meydana getirildiğinin tespitini yapma zorunluluğu vardır. Bu tür tespitler bir bakıma delil tespiti niteliğinde olup alacak davasına dayanak oluşturmaktadır. Bu bakımdan mahkemenin gösterdiği gerekçe yapılan açıklamalara, yasal düzenlemelere uygun düşmemektedir. HMK'nun 106/2. bendi uyarınca davacının bu tür davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararının bulunmadığı da söylenemez. Saptanan bu somut ve hukuki olgular karşısında iddia ve savunma doğrultusunda taraf delilleri toplanarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken hukuki yarar yokluğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi yerinde görülmemiştir.Davacı vekilinin temyiz itirazlarının açıklanan nedenlerle kabulüyle yerel mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 24,30 TL peşin harcın istek halinde davacıya iadesine 22.09.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.