MAHKEMESİ : Hatay 1. Asliye Hukuk MahkemesiTARİHİ : 25/06/2013NUMARASI : 2006/87-2013/272S.. M.. ve müşterekleri ile Hazine, kayıt malikinin kayyımı dahili davalılar Y. M.ve müşterekleri aralarındaki Tapu iptali ve tescil davasının reddine dair Hatay 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 25.06.2013 gün ve 87/272 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 27.05.2014 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden A.. M.. ve L.M. bizzat ve müşterekleri vekili Avukat M. Ş. ve karşı taraftan Hazine vekili Avukat D. G. ve Hatay Defterdarlığı Kayyımı Avukat H. S. geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü:K A R A RDavacılar vekili, Hatay İli A. İlçesi 121 parselin M. M. oğlu Mehmet adına tapuda kayıtlı olduğunu, taşınmazın 70 yıldan bu yana eklemeli 20 yılı aşkın süredir davacıların nizasız ve fasılasız malik sıfatı ile fiilen zilyet ve tasarrufları altında bulunduğunu, tapu kayıt maliki M.. M.. Mehmet'in kim olduğunun tespit edilemediğini, vefat tarihine göre de tapu kaydının hukuki kıymetini kaybettiğini, bu şekilde TMK’nun 713/2. maddesinde belirtilen olağanüstü zamanaşımı ile taşınmaz edinme koşullarının oluştuğunu açıklayarak dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacı adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiş, 11.07.2012 havale tarihli dilekçesinde ise davanın TMK'nun 713/2. maddesinde düzenlenen "Maliki 20 yıl önce ölmüş bir kişi adına kayıtlı bulunan taşınmazın, tamamının zilyedi taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir." şeklinde yer alan hukuki nedene dayandıklarını bildirmiştir.Davalı Hazine vekili, davaya konu taşınmazın tamamının M.. M.. Mehmet adına kayıtlı olup adı geçenin hayatta olup olmadığının, mirasçılarının bulunup bulunmadığının bilinmediğini, nüfus kaydının ve adresinin tespit edilemediğini, tanınmadığını, bu şekilde zilyetlik için yasanın aradığı koşulların gerçekleşmediğini açıklayarak davanın reddini savunmuştur.Kayıt maliki M.. M.. Mehmet veresesinin idaresi ve temsili için tayin edilen kayyım vekili de, benzer açıklamalarla davannı reddine karar verilmesini savunmuştur.Dahili davalılar vekili, dahili davalıların tapu kayıt maliki M.. M..'nun çocukları olduğunu, tapuda malik isminin yanlışlıkla M.. M.. Mehmet olarak yazıldığını, vekil edenlerinin baba tarafından ailelerinin Müftüoğlu olarak bilindiğini, ailede davalıların murisi dışında M.. M.. adında bir şahsın ve yine M.. M..’nun Mehmet adında bir oğlunun bulunmadığını, davaya konu taşınmazın mülkiyetinin vekil edenlerinin babalarına ait olduğu halde taşınmazın tapu dairesinde bulunması gereken dosyasının kayıp olmasının intikalin gerçekleşmesini engellediğini, davacıların da bu durumu bildiklerini, davacıların taşınmazı bir süreliğine işgal etmiş iseler de bu işgalin 20 yıl sürmediğini, taşınmazın hali hazırda boş olarak bulunduğunu açıklayarak davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dava konusu ev ve 122 parselle müşterek su kuyusu vasfında 90 m2 miktarındaki 121 parsel 25.01.1930 tarihinde kadastro nedeni ile M. M oğlu M.t (ölü) adına tapuda kayıtlı olup, tapulama tutanağı tüm aramalara rağmen bulunamamıştır.Mahkemece, her ne kadar yargılama aşamasında tapu kayıt maliki M.. M.. Mehmet mirasçıları olduğunu iddia eden bir kısım şahısların dahili davalı sıfatı ile davada yer almış iseler de, tapuda adlarına intikal yapılmadan yada kesinleşmiş bir mahkeme kararı ile mirasçılıkları tespit edilmeden görülmekte olan davada adı geçenlerin tapu kayıt malikinin mirasçıları olduğu yönünde karar verilemeyeceği, bu durumda, yapılan yargılamaya, toplanan delillere, açıklanan maddi ve hukuki olgulara ve tüm dosya kapsamına göre davaya konu taşınmazın M.. M.. Mehmet adına kayıtlı olduğu, taşınmazın 1930 yılında yapılan tesis kadastrosu ile maliki adına tespit edildiği, taşınmazın tutanak ve dayanak kayıtlarına ulaşılamadığı, tapu kayıt malikinin açık kimlik ve adresinin, yaşayıp yaşamadığının, ölmüşse mirasçılarının kimler olduğunun belirlenemediği, bu durumda davacıların ve murislerinin zilyetliklerinin başladığı tarih itibarı ile tapu kayıt malikinin ölmüş olduğunun sabit olmadığı, bu şekilde TMK'nun 713/1 ve 2.fıkraları gereğince tapunun hukuki değerini yitirdiğinden bahsedilemeyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.Temyiz incelemesine konu dava TMK'nun 713/2. maddesinde belirtilen “ölüm” sebebine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK'nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur. Davaya dayanak oluşturan TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesi'nin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 tarihinde karar verilmiştir.” Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesi'nin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir. Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir. Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.Anayasa Mahkemesi'nin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devleti'nin gereği olduğunu” vurgulamaktadır. Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazete'de yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir. Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir. Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK'nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK'nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü gibi TMK'nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur. TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM'nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK'nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.İşte TMK'nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK'nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesi'nce yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir. TMK'nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK'nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır. Bilindiği üzere, bir davanın görülebilmesi için öncelikle davada taraf teşkilinin sağlanması gereklidir. Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz olarak toplanıp tartışılabilmesi, davanın süratla sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden haberdar edilmesi ile mümkün olur. HUMK'nun 73. maddesinde; “Kanun'un gösterdiği istisnalar haricinde Hakim her iki tarafı istima veyahut iddia ve müdafalarını beyan etmeleri için kanuni şekillere tevfikan davet etmedikçe hükmünü veremez” denilmektedir. Madde metninde açıkça görüldüğü üzere taraflar, yöntemine uygun bir biçimde davet edilmedikçe mahkemece karar verilemez. Aynı durum, HMK'nun 27. maddesinde de; “Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi haklarıyla bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler” amir hükmüne yer verilmiştir. Söz konusu maddede yer alan “ hukuki dinlenilme hakkı” tabiri ile HMK'nun 27. (HUMK. m.73) maddesindeki durum ifade edilmiştir. Bu hak, Anayasa’nın 36. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. Bu hak, iddia ve savunma hakkı olarak da bilinse, iddia ve savunma hakkından daha geniş ve daha üst bir kavram olarak nitelendirilmektedir. Somut olayda, Mahkemece davanın reddine karar verilmiş ise de, yargılama sırasında tapu kayıt maliki M.. M.. Mehmet’e herhangi bir şekilde ve yolla tebliğat yapılmamış ve taraf teşkili sağlanamamıştır. Böylece, davada taraf sıfatı ile savunma hakkı tanınmamış ve daha ötesi savunma hakkı kısıtlanmıştır.Saptanan bu somut ve hukuki olgulardan da anlaşılacağı üzere, davada taraf teşkili sağlanmadan işin esası hakkında hüküm kurulamaz (HGK'nun 22.02.2012 tarih, 2011/8-763 Esas, 2012/85 Karar sayılı kararı).TMK.nun 713/2. maddesinde belirtilen hukuki sebeplerden birine dayanılarak açılan davalarda, bu tür davaların niteliği ve özelliği gereği husumetin yargılama sırasında tamamlanması mümkün ise de kayıt malikine kayyım atanmak suretiyle davanın yürütülmesi olanaklı değildir. Mahkemece, bu eksiklik yargılama sırasında yerine getirilmemiş ve davada taraf teşkili sağlanamamıştır. Öyleyse Mahkemece yapılacak iş; her ne kadar tapu kaydında malikin ismi yanında ölü kaydı bulunmakta ise de tapulama tutanağının da bulunamadığı dikkate alınarak tapu kayıt maliki M.. M.. Mehmet’in sağ olup olmadığının veya vefat edip etmediğinin araştırılması, sağ olduğunun tespit edilmesi halinde kendisine usulüne uygun bir biçimde tebliğat yapılması; ölü olduğunun belirlenmesi halinde ise, var ise mirasçılarının kesin bir biçimde saptanabilmesi için M.. M.. Mehmet’in hasımlı (hasım Hazine olmak üzere) mirasçılık belgesinin alınıp dosyaya konulması için davacı tarafa süre ve imkan tanınması, mirasçılık belgesine göre belirlenecek gerçek mirasçıların davaya dahil edilmelerinin sağlanarak davaya devam edilmesi, tebligatlar yönünden 7201 sayılı Tebliğat Kanunu hükümlerinin göz önünde tutulması, dava dilekçesi, hüküm ve bozma ilamının M.. M.. Mehmet’e, vefat etmiş ise gerçek mirasçılarına tebliğ ettirilmesi, bu yolla taraf teşkili sağlanamadığı takdirde ilanen tebliğ yolunun düşünülmesi, kayıt malikinin mirasçısının olmadığı ve mirasının TMK’nun 501.maddesi uyarınca son mirasçı sıfatı ile Devlet’e kaldığının belirlenmesi halinde Hazine'ye ait taşınmazların zilyetlikle edinilemeyeceğinin gözetilmesi, taraf teşkili bu şekilde doğru olarak sağlandıktan sonra iddia ve savunma doğrultusunda tüm taraf delillerinin toplanarak birlikte değerlendirilmesi ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken taraf teşkili sağlanmadan yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur. Davacılar vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, işin esasına yönelik temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, taraflarca HUMK'nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK'nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 24,30 TL peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 27.05.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.