Y.. S.. ve müşterekleri ile H.. K.. ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kabulüne dair Akyurt Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 13.11.2012 gün ve 126/217 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 02.07.2013 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davalılar S.. E.. ve müşterekleri vekili Av. M.. Ç.. ve karşı taraftan davacılar M.. S.. ve müşterekleri vekili Avukat A.. T... geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü:KARARDavacılar vekili, vekil edenlerinin murisi S.. S..’in davalıların murisi Y.. K..adına tapuda kayıtlı ... Mahallesi'nde bulunan 195 parselde kain 15.500 m² yüzölçümlü tarlayı, Y.. K.. varislerinden H.. K.., N.. K.. ve H.. K..’dan 18.06.1966 tarihinde tapu dışı senetle satın aldığını, aldıktan sonra ölüm tarihi 19.05.2009 tarihine kadar Sadullah’ın nizasız ve fasılasız malik sıfatıyla 44 yıl zilyet olarak kullandığını, ölümünden sonra varisleri davacıların bugüne kadar aynı şekilde kullanmaya devam ettiklerini, kayıt maliki Y..K..l’ın 05.03.1965 tarihinde öldüğünü, 44 yılı aşkın süre ile olağanüstü zamanaşımı süresinin fazlası ile gerçekleştiğini, MK.713/1-2. maddesinde tarif edilen olağanüstü zamanaşımı koşullarının oluştuğunu, tapu malikinin ölümünden itibaren 20 yıllık süre geçtiğini açıklayarak Ankara İli Akyurt İlçesi ... Mahallesi'nde bulunan 195 parselin Mehmet oğlu Y.. K.. adına olan kaydının iptali ile davacılar adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.Davalılar vekili, davacılar vekilinin dava dilekçesinde belirttiği TMK.nun 713 maddesinin 1 ve 2. fıkralarının tapu kütüğünde kayıtlı olmayan taşınmazlara ilişkin ve olayın herkesin itibar etmek zorunda olduğu Devletin sicil kayıtları ile ilgili bulunduğunu, taşınmazın maliki ve mirasçılarının belli olduğunu, taşınmazın satın alındığı iddiası doğru olmadığı gibi doğru bile olsa iştirak halinde mülkiyette bir kısım mirasçıların satışına değer verilemeyeceğini, tapulu taşınmazların tapu dışı yolla satışına değer verilemeyeceğini, taşınmazın bir kısmının da tarımsal faaliyete uygun olmadığını açıklayarak davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, açılan davanın kabulü ile Ankara İli Akyurt İlçesi .. Mahallesi 195 numaralı parseldeki taşınmazın Mehmet oğlu Y..K..adına olan tapu kaydının iptali ile davacılar adına payları oranında tesciline karar verilmesi üzerine; hüküm, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dava konusu .. Mahallesi 195 parsel 21.12.1955 tarihi itibarıyla davalıların murisi Mehmet oğlu Y.. K..adına tapuda kayıtlı olup, dava tarihine kadar bir intikal yapılmamıştır.Dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan “maliki 20 yıl önce ölmüş...” hukuki sebebine dayalı olarak tapunun hukuki değerini yitirdiği gerekçesiyle açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan “...ölmüş...” ibaresinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle Mahkeme kararının irdelenmesi gerekmektedir.Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada Yerel Mahkeme'nin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK'nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.Davaya dayanak oluşturan TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesi'nin 17.3.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 tarihinde karar verilmiştir.” Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesi'nin, bir Kanun veya Kanun Hükmünde Kararname'nin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir. Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devleti'nin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.Anayasa Mahkemesi'nin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devleti'nin gereği olduğunu” vurgulamaktadır. Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir. Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş Mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK'nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK'nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü gibi TMK'nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir.04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM'nin 639 (TMK'nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK'nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1. ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.İşte TMK'nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK'nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1. ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesi'nce yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir. TMK'nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK'nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesi'nin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.3.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır. Bu açıklamalardan sonra kazanılmış hakkın olduğu gözetilerek TMK'nun 713/2. maddesi bakımından dosya incelendiğinde; dava konusu 195 parsel maliki Y.. K.. 05.03.1965 tarihinde ölmüş ve geride mirasçı olarak davalıları bırakmıştır. Davacılar murisi S.. S.. ise 19.05.2009 tarihinde ölmüş ve geride davacılar mirasçı olarak kalmışlardır. Satıcıları Y..K..’ın bir kısım mirasçıları H.., N.. ve H.. K.., alıcısı ile S.. S..olduğu görülen 18.06.1966 tarihli satış vaadi senedi başlıklı adi yazılı belgede, satıcıların 15 dönümlük babalarından kalan tarlanın satıldığı ve bedelinin kısmen alındığı yazılıdır. 27.04.2012 tarihli keşifte dinlenen mahalli bilirkişi ve davacı tanıkları ile davalı tanıklarından H.. K.., taşınmazın 40 yılı aşkın süredir bazen icarla bazen bizzat olmak üzere Sadullah ve mirasçıları tarafından zilyet edildiğini ifade ederlerken davalı tanıklarından M..E.. ise taşınmazın kimin ekip biçtiğini bilmediğini bildirmiştir. Uzman ziraat yüksek mühendisi bilirkişi 04.05.2012 tarihli raporunda “195 parselin üzerinde herhangi bir yapı ve müştemilat olmadığı, halihazırda ekilip biçildiği, keşif esnasında arazinin 1/3’lük kısmının buğday ekili, geri kalan kısmının sürülü, taşınmazın toprak işlemesine elverişli 4.sınıf arazi durumunda, belirlenen toprak özellikleri ve doğal bitki örtüsü ışığında topoğrafik yapısının değişkenlik gösterdiği, 1/3’lük bölümünün düz, kullanımı sınırlayan herhangi bir durumu olmayan normal ve iyi tarım yöntemleri ile güvenlik içinde ürün yetiştirilebilecek tesviyesi iyi, derin, verimli, entansif tarım için uygun, 2/3 kısmının ise eğimi oldukça fazla (%20-30 eğimli) erozyona fazla maruz, orta derecede taşkına elverişli olduğundan bu bölümün az verimli…” olduğu açıklanmıştır.Mahkemece toplanan delillere göre davacı taraf lehine kazanma koşullarının oluştuğu gerekçesi ile kabule karar verilmiş ise de yapılan araştırma ve inceleme hüküm vermeye ve yanlar arasındaki uyuşmazlığı çözümlemeye yeterli değildir. TMK’nun 713/2.maddesi gereği mülkiyetin kazanılabilmesi için gereken koşullardan biri de dava konusu taşınmazın ölüm veya tutanağın kesinleştiği tarihten dava tarihine kadar 20 yılı aşkın malik sıfatı ile zilyet olunduğunun ispatlanmasıdır. Davacı tarafın zilyetliğinin belirlenmesi bakımından davalılar vekilinin taşınmazda davacıların zilyetliğinin bulunmadığı, taşınmazın 2/3’lük kısmının ise tarım yapılmaya dahi müsait olmadığına yönelik itirazları, az yukarıda yazılı mahalli bilirkişi, tanık beyanları ile uzman ziraatçi bilirkişi raporundaki açıklamalar karşısında taşınmaz üzerindeki zilyetliğin niteliği ve ekonomik amaca uygun olup olmadığı, taşınmazın tamamı mı yoksa bir kısmı üzerinde mi zilyet olunduğu konularında tereddüt oluşmuş, mahalli bilirkişi ve tanık beyanlarının da denetlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.Mahalli bilirkişi ve tanık beyanları soyut ifadeler içerdiğine göre, davacının zilyetliği ile bir arazinin kullanım süresi ve niteliğini en iyi belirleme yöntemi hava fotoğraflarıdır. Bu hava fotoğraflarının ölüm tarihinden sonraki yıllara ait en az iki ayrı zamana ilişkin olması gerekir. Bu konuda sağlıklı bir yargıya ulaşmak, davacı tarafın dava tarihinden önce 20 yılı aşkın kesintisiz zilyetliğinin ve niteliğinin belirlenmesi için dava tarihi 29.06.2010 tarihinden geriye doğru 5 veya 10’ar yıllık dönemler itibariyle dava konusu taşınmaz maliki Y..K..’ın 05.03.1965 ölüm tarihine kadar taşınmazı çevresi ile birlikte gösteren stereoskopik hava fotoğraflarının, bundan ayrı aynı dönemlere ilişkin memleket haritaları, zilyetliğin niteliğini belirlemeye yarayacak niteliğe sahip kadastro paftası, imar planı ve benzeri tüm uygulama imkanı bulunan haritaların bulundukları yerlerden ve gerekirse taraflardan da istenerek dosyaya getirtilmesi gerekir.Mahkemece yapılacak iş; yeniden yapılacak keşifte yerel bilirkişi ve tanıklar HMK.nun 243 ve 244. maddeleri gereğince keşif yerine davetiyeyle çağrılmalı, aynı Kanunun 259 ve 290/2. maddeleri uyarınca uyuşmazlığın taşınmaza ilişkin bulunması nedeniyle yerel bilirkişi ve tanıklar keşif yerinde dinlenmeli, dava konusu taşınmazın niteliği, Yaşar Kartal’ın ölüm tarihinden itibaren taşınmaz üzerinde tarımsal ekonomik amacına uygun zilyetliğin hangi tarihte başladığı ve dava tarihine kadar kim tarafından ne şekilde, ne kadarlık kısım üzerinde sürdürüldüğü, tarımsal amaç dışında taşınmazda herhangi bir kullanımın bulunup bulunmadığı hususları yerel bilirkişi ve tanıklardan ayrıntılı şekilde sorulmak suretiyle açıklığa kavuşturulmalı, beyanlar arasında çelişki bulunması halinde HMK.nun 261. maddesi gereğince giderilmesine çalışılmalı, aynı keşifte daha önceden keşfe iştirak etmeyenler arasından resen belirlenecek üç ziraat mühendisi, bir harita kadastro mühendisi ile bir adet jeodezi ve fotoğrametri mühendislerinden oluşacak beş kişilik uzman bilirkişi kurulu marifetiyle yukarıdaki açıklamalar gereğince iki ayrı tarihte çekilmiş 2010 yılı öncesinde 5-10’ar yıllık belirli dönemleri içeren stereoskopik çift hava fotoğrafının bulunup bulunmadığı usulüne uygun şekilde Harita Genel Komutanlığı'ndan, fotoplan, fotoğrametrik ve fotometrik paftaların ise İl Kadastro Müdürlüğü'nden getirtilmeli, uzman ziraat mühendisi bilirkişiler aracılığı ile gerek dava konusu taşınmazın gerek komşu taşınmazların değişik yerlerinden çukurlar açtırılarak, toprak numuneleri aldırmalı, laboratuar ortamında toprak analizleri yaptırılmalı, az yukarıda belirtilen ve dosya arasına getirtilecek diğer tüm haritaların keşifte uygulanması yaptırılarak taşınmazın niteliği ve kullanım süresinin, ne kadar kısmının ne zaman kullanılmaya başladığının, kullanımın halen devam edip etmediğinin, çevre taşınmazlarla benzer ve ayrılan özelliklerinin, sebeplerinin belirlenmesine çalışılmalı, tanık ve yerel bilirkişi sözleri, bilimsel esaslara göre hazırlanan bilirkişi raporlarıyla denetlenmeli, taşınmazın niteliği ve tarımsal amaçlı zilyetlik başlangıç tarihi ile süresi ayrı ayrı tespit edilmeli, bu tespitler haritalar üzerinde çevresi ile birlikte taşınmazı ve anlatılan uygulamaları da içerir şekilde gösterilmelidir. Bundan ayrı, taşınmaz ve çevresinin yakın plan ve panoramik fotoğrafları bir fotoğrafçı aracılığıyla çektirilip, mahkemece onaylandıktan sonra dosya arasına konulması gerekmektedir. Mahkemece bu araştırma ve incelemeler yapılarak davacı tarafın zilyetliğinin taşınmazın tamamı mı, bir kısmı üzerinde mi, ekonomik amaca uygun ve sürekli olup olmadığının belirlenmesi ve diğer koşullar da gözetilip tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar vermek gerekirken eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile usul ve yasaya aykırı bulunan hükmün 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK.nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK.nun 440/I.maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 2.302,00 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davalılara iadesine, 02.07.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.