Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 84 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 16303 - Esas Yıl 2013





Mahkemesi : Adana 3. İş MahkemesiTarihi : 12/03/2013Numarası : 2011/965-2013/136 Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davacı ve davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü: 1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine. 2-Davacı, davalı şirketin taşeoronlarından G....D..A.. Nak.Tic.Ltd.Şirketinde 15.04.1996 tarihinde işe girdiğini 08.01.2008 tarihinde işten çıkarıldığını, bu süre içerisinde davalı Ç.. Ç.. Tic. ve San. A.Ş.'nin işini yaptığını, haftanın 7 günü sabah 07.00-akşam en erken 22.00'ye kadar çalıştığını, mekaniker ustası olduğunu ve aylık net 800,00 TL ücretle çalıştığını, kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin, genel tatil ve fazla mesai ücretlerinin ödenmediğini iddia ederek alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Davalı Ç..Çimento Tic. ve San. A.Ş.; davacının kendi işçisi olmadığını, G.. D.. A.. Nak. Tic. Ltd. Şirketinin işçisi olduğunu, bu şirket ile arasında ise asıl-alt işveren ilişkisi bulunmadığını, davacının aldığı ücrete hiçbir ihtirazi kayıt koymadan asgari ücret ile çalıştığını, davacının haftanın 7 günü sabah 7:00 – akşam 22.00 arası çalıştığı ve de hiç tatil kullanmadığı iddiasının hayatın olağan akışına uygun olmadığını savunarak davanın karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, davacı işçinin 15.04.1996 tarihinde davalı şirketin taşeron şirketine bağlı olarak 15.04.1996-13.11.2000 ve 20.03.2001-08.01.2008 tarihleri arasında çalıştığı, iş akdinin taşeoron şirket tarafından haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiği ancak fazla mesai ve tatil alacaklarında zamanaşımı savunması nedeniyle talepten aza karar verildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu "eksik bir borç" haline dönüştürür ve "alacağın dava edilebilme özelliği"ni ortadan kaldırır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir. Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden gözönünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 nci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı Yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir. Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def'i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 ncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı def'i cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin ileri sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir. Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı def'i de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. Cevap dilekçesinde zamanaşımı def'i ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/son maddesi uyarınca zamanaşımı def'i davacının açık muvafakati ile yapılabilir. 1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def'ine davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı def'i geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def'inin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz. Bundan başka yukarıda açıklandığı üzere Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 371/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def'inin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı def'ine davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı def'i dikkate alınmaz. Zamanaşımı def'inin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.). Somut olayda davacı taraf 02.07.2012 tarihinde dava konusu alacakları miktar yönünden ıslah etmiş; davalı vekili ise, 09.07.2012 havale tarihli dilekçesi ile ıslah dilekçesine karşı süresinde zamanaşımı savunmasında bulunmuş olup aynı zamanda cevap dilekçesini de ıslah ettiğini belirterek dava dilekçesine karşı zamanaşımı savunmasında bulunduğunu bildirmiştir. Ancak cevap dilekçesininin ıslahı 6100 sayılı HMK'nın 176 vd. maddelerine uygun olarak yapılmadığı için geçerli kabul edilemez. Bu nedenle dava dilekçesinde istenilen alacaklara karşı zamanaşımı savunmasının nazara alınmaması ve sadece ıslah dilekçesine karşı yapılan zamanaşımı savunması dikkate alınarak alacakların hesaplanıp hüküm altına alınması gerekirken yazılı şekilde sonuca gidilmesi hatalıdır. SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, aşağıda yazılı temyiz harcının davalıya yükletilmesine, 13.01.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.