Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 5773 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 23244 - Esas Yıl 2013





Mahkemesi : Adana 5. İş MahkemesiTarihi : 18/07/2013Numarası : 2012/262-2013/638 Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü: Davacı vekili, müvekkilinin davalı işyerinde 24.11.2004 tarihinde işe başladığını, işveren tarafından 31.12.2011 tarihinde iş akdinin haksız bir şekilde feshedildiğini, 2011 Şubat ayına kadar Irak şantiyesinde çalıştığını, Şubat ayından sonra ise Adana şantiyesinde görevlendirildiğini, son ücretinin aylık 2250 dolar olduğunu, hafta sonu ve genel tatillerde dahil olmak üzere günde 12 saat çalıştığını, haklarının ödenmediğini iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı ile bazı işçilik alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir. Davalı vekili, yetki ve husumet itirazında bulunduklarını, davacının çalıştığını iddia ettiği süreler içerisinde müvekkili şirketin Irak'ta faaliyetinin bulunmadığını, davacının bağımsız bir şirket olan S.. CO isimli şirkette çalıştığının gözüktüğünü, ancak isim benzerliği nedeniyle kendilerine husumet yöneltilemeyeceğini, zamanaşımı definde bulunduklarını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, davacının davalı iş yerinde toplam 7 yıl 1 ay 7 gün süreyle kesintisiz çalıştığı, iş akdinin i??veren tarafından haksız feshedildiği, fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti ile genel tatil ücretinin ödenmediği gerekçesiyle bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Mahkemece verilen kesin sürenin usul ve yasaya uygun olup olmadığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Mahkemece verilen kesin sürenin usul ve yasaya uygun olup olmadığı konusunun incelenmesinden önce,  bu konuda, taraflarca yapılması gereken işlemler, bunlar için yasada öngörülen süreler ile bunların yargılamaya etkisine ilişkin düzenlemelerle yargısal uygulamanın irdelenmesinde yarar görülmüştür. Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde, karara ulaşmak bakımından, mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler bulunmakta olup, her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile normatif bir değer kazanan bu zaman aralıklarına süre denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır. Mülga 1086 sayılı HUMK ile 6100 sayılı HMK'nda öngörülen süreler, nitelikleri bakımından, taraflar için ve mahkemeler için konulmuş süreler olmak üzere ikiye ayrılır:   Mahkemeler için öngörülen sürelerin, taraflar için öngörülen sürelerden farkı; sürenin geçirilmiş olmasının, o sürede yapılması öngörülen işlemin yapılma olanağını ortadan kaldırmamasıdır. Eş söyleyişle hakim, gecikmeli de olsa süreye bağlanmış olan işlemi yapabilir. Dolayısıyla, gecikmeli de olsa yapılan işlem, oluşturulan karar hukuken geçerlidir ve süresinde yapılmış gibi hukuki sonuç doğurur. Sürelerin önemli bir kısmı, taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler; kanunda belirtilen süreler ve hakim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır:   Kanunda belirtilen süreler; kanun tarafından öngörülmüş (cevap süresi, temyiz süresi gibi) süreler olup, bu süreler kesindir. Bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re’sen gözetilir.   Hakimin tespit ettiği süreler ise, kural olarak kesin değildir (Kuru, Baki/ Arslan Ramazan/ Yılmaz, Ejder, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara 2011, s.749).   Hakim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, HMK’nun 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak, azaltıp çoğaltabilir ve bu sürenin, kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m.94/2, HUMK m.159).   Yukarıda da belirtildiği üzere, ilke olarak, hakimin verdiği süre kesin olmayıp, kesinlik için şu iki koşuldan birinin varlığı zorunludur:   İlk koşul, hakimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle ilgili tarafın yeniden süre talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hakimin verdiği ikinci sürenin kesin olması ve bu kesinliğin yasadan kaynaklanmasıdır (HUMK m.163, c.4, HMK. 94/2); bu halde, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğu belirtilmemiş ve ihtar edilmemiş olsa dahi, sonuç değişmez.   İkinci halde ise; yasaya göre hakimin, tayin ettiği ilk sürenin kesin olduğuna da karar verebilmesidir (HUMK m.163/3 c.3, HMK m. 94). Ancak, böyle bir durumda kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için, buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihatlara uygun şekilde oluşturulması, hiçbir tereddüde yer vermeyecek derecede açık olması ve kesin süreye uyulmamasının sonuçlarının ilgili tarafa ihtar edilmesi gerekir.   Kesin süreye ilişkin ara kararının verilmesiyle karşı taraf lehine usulü kazanılmış hak doğmaktadır. Bu ilkenin doğal sonucu, yargısal kesin süreyle sadece tarafların değil, hakimin de bağlı olduğu, dolayısıyla hakimin bu tür bir ara kararından dönmesinin hukuken geçersiz bulunduğudur.   Kısaca; ister kanun, ister hakim tarafından tayin edilmiş olsun, kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin, bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesi olanaklı değildir.   Öte yandan, mülga 1086 sayılı HUMK'nun 163. maddesi ile 6100 sayılı HMK'nun 94. maddesi uyarınca kesin süreye ilişkin ara kararının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık olması taraflara yüklenen yükümlülüklerin, yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her iş için yatırılacak ücretin hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması gerekir. Ayrıca verilen sürenin amaca uygun, yeterli ve elverişli olması, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukuki sonuçların açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedileceğinin açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır. Bazı hallerde kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, davanın kaybedilmesine neden olmaktadır. Böyle bir durumda, geciken adaletin adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır.  Bu cümleden olarak, kesin sürenin amacına uygun olarak kullanılması ve yeterli uzunlukta olmasının yanı sıra, tarafların yargılamadaki tutumları ile süreye konu işlemin özelliğinin de göz önünde bulundurulması gerekir. (Benzer ilkelere YHGK’nun 18.02.1983 gün 1980/1-1284, 1983/141; 22.11.1972 gün 8/832, 935; 13.10.2010 gün 2010/17-510-485; 28.04.2010 gün 2010/2-221-241 ve 28.03.2012 gün 2012/19-55-2012-249 sayılı kararlarında da değinilmiştir.)   Bu yasal düzenlemeler göstermektedir ki, taraflar; dinlenmesini istedikleri tanık ve bilirkişinin veya yapılmasını istedikleri keşif ve sair işlemlerin masraflarını, mahkeme veznesine yatırmaya mecbur olup, hakim tarafından verilen sürede gerekli masrafı vermeyen tarafın talebinden sarfınazar ettiği kabul edilir. Hakimin, bu masrafların yatırılması konusunda verdiği sürenin kesin olduğunu usulünce karara bağladığı hallerde, kesin süreye uymayan tarafın bu delile dayanma olanağı kalmaz. Kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde, gereğinin hakim tarafından hemen yerine getirilmesi gerekir.     Açıklanan ilkeler çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde: Yerel Mahkeme 28.05.2012 tarihli tensip zaptında, davalı vekiline tanıklarının isimleri ile adreslerini ve de tanıklarını hangi vakıa ile ilgili dinletmek istediğini bildirmesi ve gider avansını yatırması için 2 haftalık kesin süre verilmesi ile kesin süre içerisinde ara kararın yerine getirilmemesi halinde dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkar etmiş sayılacağı ve HMK 324. maddesi uyarınca delil bildirmekten vazgeçmiş sayılacağı hususlarını içerir şekilde meşruhat yazılmasına karar vermiştir. Tensip zaptı ve meşruhat ekli davetiye 19/06/2012 tarihinde davalıya tebliğ edilmiş, davalı vekili de süresi içinde olmak üzere 28/06/2012 tarihinde tanıklarını bildirmiş ve gider avansını yatırmıştır. Davalı tanıklarının bildirilen adreslerine yapılan tebligatların tebliğ edilmeksizin iade edilmeleri üzerine, 19/02/2013 tarihli oturumda davalı vekiline tanıklarının adreslerini araştırıp bildirmesi için 2 haftalık süre verilmiştir. Davalı vekilinin bir sonraki oturumda da adres bildirmek için süre istemesi üzerine, Mahkemece, "Davalı vekilinin talebinin 28.05.2012 tarihli tensip zabtında adreslerin ve diğer hususlar konusunda 2 haftalık kesin süre verildiği, mahkememizce verilen 2. süreninde yasal olarak kesin olduğu" gerekçesiyle talebin reddine karar verildiği görülmüştür. Mahkemenin tensip zaptıyla tanıklarını adresleriyle birlikte bildirmesi ve gider avansını yatırması için davalıya verdiği süre kesin süre olmakla birlikte davalının verilen kesin süre içinde tanıklarını adresleriyle birlikte bildirip gider avansını yatırarak ara karar gereğini yerine getirdiği açıktır. Buna karşın, davalının bildirdiği adreslere yapılan tebligatların tebliğ olunmaksızın iade edilmesi üzerine davalı yana tanıklarının adreslerini araştırıp bildirmesi için 19/02/2013 tarihli oturumda verilmiş olan süre, mahkemece kesin süre niteliğinde olduğu belirtilerek verilmediği gibi HMK'nun 94'üncü maddesinde düzenlenen ikinci süre niteliğinde de bulunmamaktadır. Bu nedenle davalının 19/02/2013 tarihli oturumu takip eden 07/05/2013 tarihli oturumda tanıklarının adreslerini bildirmek için yeniden süre istemesi üzerine davalıya tanıklarının adreslerini bildirmek için kesin süre verilmesi gerekirken hukuki dinlenilme hakkına aykırı olacak şekilde davalının tanık dinletme talebinden vazgeçilmiş sayılmasına karar verilmesi hatalıdır. Yapılacak iş; davalıya tanıklarının adreslerini bildirmesi için usulüne uygun şekilde kesin önel verilip çıkacak sonuca göre bir karar vermektir. Mahkemece bu yönler gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması bozma nedenidir. SONUÇ:Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde davalıya verilmesine, 12.03.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.