Taraflar arasında kadastro tesbitinden doğan dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay'ca incelenmesi davalı tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, dosyadaki belgeler okundu. Tetkik hakiminin açıklamaları dinlendi. Gereği görüşüldü: Kadastro sırasında dava ve temyize konu 154 ada 62 parsel sayılı taşınmaz tutanağında belirtilen hukuksal nedenlere dayanılarak davalı Vakıflar İdaresi adına tesbit edilmiştir. Davacı taraf kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine ve satın almaya dayanarak dava açmıştır. Mahkemece davanın kabulüne, taşınmazın davacı taraf adına tesciline karar verilmiş, hüküm davalı Vakıflar İdaresi tarafından temyiz edilmiştir. Mahkemece dava ve temyize konu 154 ada 62 parsel sayılı taşınmaz üzerinde, tesbit gününde adına tescile karar verilen davacı zilyet yararına 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14. maddesi hükmünde öngörülen kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile taşınmaz edinme koşullarının gerçekleştiği gerekçe gösterilerek hüküm kurulmuş isede, yerel mahkemece yapılan araştırma ve soruşturma hüküm vermeye yeterli bulunmamaktadır. Çekişmeli taşınmazın kadastro tesbitine 1937 tarih, 560 tahrir sayılı Vakıflar İdaresi adına oluştuğu saptanan vergi kaydı esas alınmıştır. Vergi kaydında oluşma nedeni açıklanıp gösterilmemiştir. Kural olarak, öğretide ve yerleşik Yargıtay uygulamasında kararlılık kazanan görüşlere göre vergi kaydı mülkiyet belgesi değildir. Öte yandan zilyetlikle birleşmeyen vergi kaydına da değer verilmesi hukuken olanaksızdır. Kaldı ki, vergi kaydının uygulaması da yetersizdir. Öte yandan hükme esas alınan keşifte dinlenen yerel bilirkişi ve tanık sözleri maddi olaylara dayanmayan soyut nitelikte gerekçesiz sözlerden ibarettir. Mahkemece bu olguların gözardı edilmesi isabetsiz olduğu gibi somut olayda uyuşmazlığın sağlıklı bir biçimde çözümlenebilmesi için dava konusu taşınmazın türü açık bir deyişle örneğin mülhak, mazbut, icareteyinli veya mukataalı veya diğer vakıf taşınmazlardan olup olmadığı, ayrıca taşınmazın vakıfnamesinin bulunup bulunmadığının duraksamasız belirlenmesi gerekir. Ne varki mahkemece bu olgu üzerinde gereği gibi durulmamış açık bir söyleyişle bu doğrultuda yöntemine uygun bir araştırma ve soruşturma yapılmamıştır. Kural olarak öğretide ve yerleşik Yargıtay uygulamasında kararlılık kazanan görüşlere göre vakıf taşınmaz MÜLKİYETİ TANRIYA, GELİRİ (AKARI) VAKFEDİLEN KURUM YADA KİŞİYE AİT TAŞINMAZ OLARAK NİTELENDİRİLMEKTEDİR. O halde sağlıklı bir sonuca varılabilmesi için öncelikle davalı Vakıflar İdaresinden dava konusu taşınmazın vakfiye kaydının bulunup bulunmadığı, vakfiye kaydı var ise anılan kaydın tarih ve sayısı belirlenerek yöntemine uygun şekilde Tapu İdaresine devredilip devredilmediği, sorulup saptanmalı, taşınmaza ait vakfiye varsa buna ait kayıt ve belgeler varsa haritası ile birlikte merciinden getirtilmeli, ayrıca konusunda uzman bir bilirkişi aracılığı ile Özel İdare Müdürlüğünde bulunan vergi kayıtlarının tutulduğu defterler üzerinde somut olayda 1937 tarih, 560 tahrir sayılı vergi kaydının bulunduğu kayıt ve belgeler üzerinde uzman bilirkişi incelemesi yaptırılarak vergi kaydının oluşma nedeni duraksamasız belirlenmeli, taşınmaza ait vakfiye varsa niteliği, türü, oluşma nedeni hakkında az yukarıda açıklanan biçimde uzman bilirkişi incelemesi yaptırılmalı, uzman bilirkişiden ayrıntılı, gerekçeli rapor alınmalı, daha sonra yöreyi iyi bilen elverdiğince yaşlı, yansız, yerel ve uzman bilirkişi, fen elemanı tarafların aynı yöntemle gösterecekleri tanıklar, tesbit tutanağı bilirkişilerinin tümü hazır olduğu halde taşınmaz başında yeniden keşif yapılmalı, taşınmaza ait vakıfname varsa vakıfname ile birlikte tesbitinin dayanağı vergi kaydı yerel bilirkişi yardımı uzman bilirkişi eliyle 3402 sayılı Kadastro Kanununun 20. maddesi hükmü uyarınca yerine uygulanmalı, sözü edilen kayıtların dava dışı başka taşınmazlara revizyon görüp görmediği kayıtların kapsamı belirlenirken özellikle gözönünde tutulmalı, anılan dava dışı taşınmazlar davalı iseler usulün 43 ve onu izleyen maddeleri hükmü uyarınca dava dosyalarının birleştirileceği düşünülmeli, bu olgunun tutunulan kayıtların kapsamının sağlıklı biçimde belirlenme ve dava ekonomisi için zorunlu olduğu dikkate alınmalı, yapılan zilyetlik araştırmasının yetersiz olduğu dikkate alınarak taşınmazın öncesinin kime ait olduğu, kimden kime kaldığı, zilyetliğin başlangıç günü, süresi ve sürdürülüş biçimi hakkında yerel bilirkişi ve tanıklardan ayrı ayrı olaylara dayalı bilgi alınmalı, tesbit tutanağı bilirkişileri de taşınmaz başında ayrı, ayrı dinlenerek hükme dayanak yapılan keşifte dinlenen yerel bilirkişi ve tanık sözleri ile tesbit tutanağı bilirkişilerinin beyanları arasındaki aykırılık giderilmeli, uzman bilirkişiden keşfi izlemeye,yerel bilirkişi sözlerini denetlemeye imkan verecek şekilde ayrıntılı gerekçeli rapor alınmalı, dava konusu taşınmaza ait vakıfname bulunmadığı takdirde taşınmazın saptanan vakıf türü dikkate alınarak dava konusu taşınmazın zilyetlik yoluyla kazanılıp kazanılamayacağı düşünülmeli, dıştan komşu taşınmazların tesbit tutanağı içeriği varsa dayanakları kayıtlarla uygulamaya ilişkin yerel bilirkişi ve tanık sözleri denetlenmeli, dıştan komşu taşınmazların tesbitlerine bir kayıt ve belge esas alınmış ise sözü edilen kayıt ve belgelerde nizalı taşınmaz yönünün ne biçimde ve kimin yeri olarak sınır tarif edildiği yönü üzerinde durulmalı, daha sonra 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14, 18 ve Vakıflar Yasasının konuya özgü hükümleri eşliğinde sonucuna göre bir karar verilmelidir. Mahkemece böylesine bir araştırma ve soruşturma yapılmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz, davalı Vakıflar İdaresinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA,peşin alınan harcın istek halinde ilgilisine iadesine, 14.2.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.